Modern yurttaşlığın, antik dönem yurttaşlığının aksine, herhangi bir ayrım yapmadan bir ülkede yaşayan tüm insanlar için çeşitli hak setleri sunduğu iddia edilir.
Ancak ne temsil ve katılma ne de temel haklar ve kamusal hizmetlerden yararlanma anlamında tüm toplum kesimlerinin tarih boyunca eşit yurttaş olamadığı bilinmelidir.
Yurttaşlığın halen kapsamadığı veya çok kısıtlı bir şekilde kapsadığı büyük bir toplum kesimi sayıları milyonlarla ifade edilen engellilerdir. Engelliler sosyal devletin kurumsallaşamadığı veya gerilediği ülkelerde tam anlamıyla hiçbir zaman yurttaş olamadılar.
Uzunca bir dönemdir toplumları tebaa olmaktan çıkarıp, hukuki bir statüye kavuşturan bir kurum olarak ele alınan yurttaşlık; kişilerin eşit olduğu ve devlete karşı temel haklarının olduğu varsayımı üzerine kuruludur. İngiliz sömürgeciliğine karşı “temsil olmadan vergilendirme olmaz” diyen “Amerikalılar” Bağımsızlık Bildirgelerinde “Her İnsan (all men) eşittir” ilkesine ilaveten basın özgürlüğü, dernek kurma, dilekçe hakkı gibi temel yurttaşlık haklarını da kazandılar.
Çok kısa bir dönem sonra 1789 ihtilalinde “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi” ile “insanın” yurttaş olarak haklarının ve egemenliğin kaynağı olarak “halkın” tarih sahnesine çıktığını görüyoruz.
“Feminizm herkes içindir”
Her ne kadar bu belgelerde “Her insan” “tüm insanlar” “herkes” gibi kapsayıcı cümleler yer alıyorsa da başta kadınların, çocukların, yoksulların ve her zaman olduğu gibi yabancıların dışlandığı bir yurttaşlığın kurumsallaştığı ifade edilebilir.
Devrimin sloganı olan “Eşitlik, özgürlük ve kardeşliğin” “varsıl erkekler” arasındaki bir eşitlik, özgürlük ve kardeşlik olduğu “ Olympe de Gouges”un idam edilmesi ( 3 Kasım 1793) ile bir kere daha açığa çıkmıştı. Kadınların “herkes/yurttaş olma çabasının hikâyesi” feminizmin, kadın kurtuluş ideolojisinin ve kadın özgürlük mücadelesinin tarihinde saklı olup bu yazının boyutlarını aşmaktadır.
bell hooks’un özetle ifade ettiği gibi “feminizm herkes içindir” ve “feminizm, kadınların eşit haklar elde etmesi ile ilgilidir.” Eşit yurttaşlık savunusu ile başlayan feminist mücadele cinsiyetçi düzene karşı tüm yaşam alanlarında eşitlik ve özgürlük mücadelesini sürdürüyor. Ancak engellilerin eşit yurttaşlık mücadelesi görece çok yeni dönemlerde toplumsallabilmiştir. Engelli kadınların maruz kaldığı “çoklu ayrımcılık” durumu ise henüz feministlerin dahi dikkatini tam çekebilmiş değildir. Örneğin Türkiye’de ve birçok yerde kadınların eğitime erişimine dair kapsamlı bir mücadele verilmiş ve görece bir hak kazanımı sağlanmıştır. Ancak engelli kadınların eğitim hakkı için işin başında olduğumuz söylenebilir.
Gelinen aşamada tüm eksikliklere, dışlayıcılıklara ve ideolojik farklara rağmen modern devletlerin anayasaları “yurttaşların temel hakları” ve “devletlerin organları” bölümlerinden oluşuyor. Amerika ve Fransız devrimlerinden bu yana tüm toplumlarda işçilerin/yoksulların “kadınların”, “kölelerin”, “siyahların” yurttaşlığa dâhil olma mücadeleleri görece başarılı oldu diyebiliriz.
Formel anlamda bu nüfus kesimlerinin tanınmayan yurttaşlıkları, büyük bedeller ve mücadeleler sonucunda birçok ülkede tanındı ve uygulanmaya başlandı. Formel olarak tanınan bu eşitlik fiiliyatta tam sağlanmıştır denilemez ancak 200-250 yıllık geçmiş dönemin tarihi-geleneksel bazı eşitsizlikleri ve ayrımcılıkları azalttığı söylenebilir. Medeni ve sosyal haklarda görece tanınma ve eşitlik sağlanmış uygulamada eşitlik için mücadele devam etmektedir.
Ancak hak, eşitlik ve barış mücadeleleri tarihinde istisnalar dışında engelli haklarının kategorik olarak çok yakın bir döneme kadar savunulmadığı görülmelidir. “Büyük filozofların bu meseleyi küçük de olsa görmemesi” engelliliğe dair “sağlamcı” ideoloji ile malul olduklarını da gösterir.
Dünya genelinde engelli hakları mücadelesinin son yarım yüzyılda yoğunlaşması nedeniyle engelli yurttaşlığı ve hak talepleri birçok ülkede yeni yeni gündem olabilmiştir. 60 Milyon’dan fazla ölü ve 15 milyondan fazla yaralı (gazilik yani çoğunlukla engellilik) ile sonuçlanan 2. Dünya savaşından sonra 1948’te kurumsallaşan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde (İHEB) de “Engellilik” özel bir ayrımcılık kategorisi olarak tanınmadı.
“Engelli Yılı”
“Bütün insanlar’ın” özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğduğunu” belirten İHEB’te ayrım gözetilmemesi gereken kategoriler sıralanırken “ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü” şeklinde bir düzenleme yapılmış ve engellilik açıkça ifade edilmemiştir.
30 maddelik bu tarihsel metnin maddelerinde “herkes’in herkes olmadığı” sonraki “ek” hak sözleşmeleri ile zaten açığa çıktı. 1953’te yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de ayrımcılık yasağı kategorileri içerisinde engelliliği açıkça ifade etmedi.
Birçok ülkede engellilerin hak mücadeleleri yavaş yavaş ortaya çıkmasına rağmen 9 Aralık 1975 tarihine kadar engellilerin temel hakları “doğrudan” bir sözleşme konusu olmamıştır.
Bu tarihte imzaya açılan “3447 Sayılı Sakat Kişilerin Hakları Beyannamesi’ ise hak temelli bir yaklaşımdan ziyade tıbbi bir rehabilitasyonu hedefleyen geleneksel/sağlamcı bir bakış açısına sahiptir. Sağlamcı bir tanımlama olarak: “ ‘Sakat Kişi’yi; normal bir ferdin, kişisel veya sosyal yaşayışında kendi kendine yapması gereken işleri bedensel veya zihinsel kabiliyetlerinde, kalıtımsal veya sonradan meydana gelen herhangi bir noksanlık sonucu yapamayan kişi” olarak tanımlamıştır.
Bu belge engellilere yönelik “normal dışılaştırmayı” olağanlaştırmış ve formel bir hal kazandırmıştır. Sonraki çeyrek yüzyılda bu tanımlama, ulusal belgelere düzenlemelere de bu şekilde yansımıştır. 1981 yılının BM tarafından “Engelli Yılı” olarak ilan edilmesiyle izleyen 10 yıl içerisinde özellikle istihdam odaklı çalışmalar ve tartışmalar arttı.
Engellilere yönelik hak temelli ve ayrıştırıcı dil içermeyen ilk uluslararası sözleşme 21. Yüzyılın başında yani çok yakın dönemde ortaya çıkmıştır. BM Haklar Sözleşmeleri içerisinde ”Herkesin herkes olabilmesi amacıyla” mülteciler için 1951’de Cenevre sözleşmesi, 1979’da kadınlar için CEDAW, 1989’da Çocuklar için sözleşme imzalanmıştır.
Engelli Haklarına ilişkin BM sözleşmesi ise 2006 yılında imzaya açılabilmiş ve birçok ülke tarafından onaylanıp formel olarak yürürlüğe girmiştir.
Yeni bir paradigma değişikliği olarak görülmesi gereken bu sözleşme engelli yurttaşların 200 yıldır tanınmayan, uygulanmayan temel hakları için temel bir çerçeve sunmaktadır. 50 maddelik bu sözleşmenin uygulanması kapsamlı sosyal devlet uygulamaları, engellilerin siyasal katılma ve temsil imkanlarının atması ve engellilerin aktif yurttaşlığı ile mümkün olabilir. Küresel ve ulusal ölçekte savaşların, ekonomik krizin ve neo-liberal politikaların etkin olduğu bu dönemde engelli haklarının tanınması ve uygulanması sürekli ertelenmektedir. Sürekli ertelenen bu yurttaşlık ve eşitlik mücadelesi için milyonlarca engellinin aktif bir yurttaş olarak hak temelli bir mücadele başlatması gerekiyor.
Engellilerin seçme ve seçilme haklarının fiilen tanınması, engellilerin siyasette, ekonomide, medya ve sanat alanında temsili için engellilerin toplumsal ve fiili bariyerleri aşması gerekiyor.
21 yüzyılda milyonlarca engelli yurttaşın verdiği vergiden, aldığı kamu hizmetlerine kadar, kamu görevlisi olma hakkından temel diğer tüm haklara varana kadar kapsamlı bir yurttaşlık için gecikmeksizin iş başı yapması gerekiyor. Aksi takdirde “sağlamcıların yönettiği yaşam ve ertelediği yurttaşlık alanında engellilere yer yoktur.”
(SO/EMK)