Sağlamcılık ideolojisi engelliliğin bir doğal durum, bir kader ve kişisel bir sorun olduğuna dair genel bir kanıyı yayar. Ancak engelliliğin temel nedenlerine baktığımızda “kalıtımla açığa çıkan nedenlerin” toplam engellilik içerisinde çok sınırlı kaldığını görüyoruz. Kalıtım veya genetik faktörlerin de ne kadar çevresel etkenlerden bağımsız olduğu da tartışmaya açık.
Savaşlar, depremler, trafik kazaları ve her türü ile şiddet kadar önemli bir engellilik nedeni de bir türlü sonu gelmeyen ve dünyada her yıl yüzbinlerce insanı kalıcı olarak engelli bırakan iş kazaları.
Türkiye’de işyerlerinde çalışırken “yaşamını yitiren kişi sayısını” kapsamlı bir şekilde kayıt altına alan bir denetim ve takip sistemi mevcut değil. Çeşitli dönemsel çalışmalar, İSİG Meclisi’nin alan ve basın taramalarından tespit edebildiği vakalar ve SGK istatistik yıllıklarına göre “İş kazası sonucu ölüm” vaka sayıları birbiri ile genellikle “uyumsuz”. Örneğin SGK’nin 2022 İstatistik Yıllığı’na göre İş kazası sonucu ölen “sigortalı” sayısı 39’u kadın olmak üzere 1517 kişi iken; İSİG Meclisi’nin 2022 yılı için tespit ettiği toplam sayı 108’i kadın olmak üzere 1843. Aradaki sayısal farkı, sadece “kayıtdışı ölümlerin” eklenmesi olarak ifade edemeyiz. Aslında gerçek sayının çok daha fazla olduğunu herkes biliyor.
İşyerlerinde ölüm, yaralanma ve kalıcı-geçici engelli kalma durumlarının en yaygın olduğu sektörler; en riskli, en kayıtdışı ve bu nedenle de verileri en çok derlen(e)meyen sektörlerdir. Türkiye’de mevsimlik işçiliğin yaygın olduğu inşaat, tarım ve turizm gibi sektörlerde; mülteci emeğinin yoğun kullanıldığı imalat alanlarında, kadın emeğinin hiçbir şekilde kayıt altına alınmadığı “ev-aile eksenli üretim süreçlerinde”, iş “kazalarını” ve işe bağlı ölüm/yaralanma ve engelli kalma durumlarını kayıt altına almama politikasında ısrar ediliyor.
Bu konuda bir tespit, başvuru ve süreç mekanizması kurulmadı. En çok işverenlerin çıkarına uygun olan bu duruma, kamu adına denetim sorumluluğu olanlar göz yumuyor, işçiler ise işsizlik ve yoksulluk tehdidi altında bu vakalara rağmen çoğu zaman haklarını aramıyor. Hakkını kısmen arayanlara yönelik yine kayıtdışı bir şekilde “kan parası” ve benzeri adlar altında yasal ölçütleri olmayan ödemeler yapılarak, konunun kayıt altına girmesi engelleniyor. Bu nedenlerle Türkiye’de iş kazası ve buna bağlı ölüm/yaralanma ve engelli kalma durumlarının yargıya taşınması ve sorumluların yargısal bir yaptırıma tabi bırakılması, genellikle istisnai bir durum. Kamuoyuna yansıyan toplu ölümlü vakalarda da (örn. Soma, Amasra, İliç vb. ) sınırlı sayıda sorumlunun yargı karşısına çıkarıldığı ve çoğu zaman ciddi bir yaptırımın uygulanmadığı biliniyor.
Alınmayan işçi sağlığı ve güvenliği tedbirleri, yapılmayan denetimler, yerine getirilmeyen sorumluluklar ve uygulanmayan yaptırımlar, her yıl on binlerce insanın yaşam ve sağlık haklarını sınırlandırıyor veya sonlandırıyor. SGK verilerine göre Türkiye’de “meslek hastalığı sonucu yaşamını yitiren kişi sayısı” iki elin parmaklarından daha az. Yaklaşık 32 milyon kişinin istihdamda olduğu Türkiye’de, bu verinin bir gerçekliğinin olmadığını muhtemelen SGK “yetkilileri” de biliyordur. SGK verilerini gerçek sayarsak Türkiye’de bir mucize gerçekleşiyor ve neredeyse ölümlü meslek hastalığı hiç yaşanmıyor!
ILO’nun 2022 yılında yayınladığı “Daha Güvenli ve Sağlıklı Bir Çalışma Ortamı” raporunda “işe bağlı ölüm” ve yaralanmalarda en önemli etkenin “uzun çalışma sürelerine maruz kalmak” olduğu ifade edildi. Türkiye’de her yüz çalışandan 28’inin haftalık çalışma süresi 50 saat veya üzerindedir. Yaklaşık olarak 9 milyon çalışanın bu kadar uzun sürelerle iş yaptığını ve bu durumun da işçi sağlığını tehdit ettiğini ifade edebiliriz. ILO, uzun çalışma saatleri dışında ikincil olarak “partikül maddeler, gazlar ve dumanlara maruz kalınmasını” ölüm ve yaralanmaların önemli bir nedeni olarak ifade ediyor.
ILO, “güvenli ve sağlıklı bir çalışma ortamını” 5 ana çalışma hakkından birisi olarak ele alır. (Diğer dördü; sendikalaşma ve toplu iş sözleşmesi hakkı, zorla çalıştırılmama hakkı, çocuk yaşta çalıştırılmama hakkı, işyerinde ayrımcılığa maruz kalmama hakkı olarak ifade edilebilir).
ILO’nun işyerlerinde işçi ölümlerinin ve yaralanmalarının önüne geçilmesi için önerdiği stratejinin temel ayakları; “emek alanında uluslararası standartların ve düzenlemelerin tanınması, bu konudaki bilincin/bilginin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, işçi hakları konusunda savunuculuğun geliştirilmesi, ILO’nun konu hakkındaki desteğinin güçlendirilmesi ve çok yönlü uluslararası işbirliği” olarak sıralanıyor.
Ancak Türkiye’de hem kayıt dışılığın çok yüksek olması hem de işyerlerinde sendikalılık oranının çok düşük olması, bu stratejinin uygulanabilmesinin önündeki en büyük engellerden. Türkiye’de özellikle işçi alanında Hak-iş ve Türk-iş üzerinden yürütülen işçi sendikacılığının da iş kazalarına ve bu kazalar sonucunda kalıcı engellilik nedeniyle açığa çıkan toplumsal sorunlara dair yeterli reaksiyonu örgütleyemediği söylenebilir.
Maluliyet ve Çalışma Gücü Kaybı Tespiti İşlemleri Yönetmeliği’ni incelediğimizde iş kazaları nedeniyle maluliyet durumlarının ve işgücü kaybı durumunun salt tıbbi bir yaklaşımla ele alındığını görebiliriz. Ancak engelliliğin salt tıbbi ölçütlerle ve çoğu zaman bozukluk/hastalık olarak ele alınmasının birçok hak ihlaline yol açtığını bilmeliyiz. İş kazaları nedeniyle engelli kalan bireylerin yaşamlarını kısıtlı hale getiren en önemli etkenler, bedenlerindeki yeti kayıplarından kaynaklı olmayabilir. “Sonradan engelli kalan bireyin” psikolojik durumu ve engelliliğe ilişkin sosyolojik ayrımcı ve ötekileştiri yaklaşımlar engelliliği arttıran en önemli etkenlerdir.
Geçirdiği iş kazası nedeniyle iş yaşamından kopan bireyin yeni yaşamında iş ve gelir sahibi olması, insan onuruna yakışır bir çalışma koşuluna yeniden ulaşması çok da kolay olmuyor. İş kazası nedeniyle engelli kalan bu kişiler; sağlamcı ideolojilerin egemen olduğu toplumsal yaşam alanlarında, şehirlerde, binalarda “sonradan engelli kalma durumunun” açığa çıkardığı yeni yaşam sorunları ile mücadele etmenin zorlukları ile karşı karşıya kalıyor.
Bu nedenlerle iş kazası sonucunda kalıcı olarak engelli kalmış bireylerin rehabilitasyonu için özel destek birimlerinin oluşturulması gerekir. Bu birimlerin iş yükünün tespiti ve planlaması için öncelikle iş kazalarının tespitinin yapılabileceği bir sistem kurulmalı.
Kayıtdışılıkla kapsamlı bir şekilde mücadele yapılmadan, sendikalaşmanın önü açılmadan, hak arama bilinci yerleşik hale gelmeden iş kazası sonucu engelli kalan bireylerin maruz kalacağı hak ihlallerinin önüne geçmek “sonuçlar üzerinden bir sonuç” almaya çalışmak olacaktır.
Önlenebilir her iş kazası, korunabilecek bir yaşam, önüne geçilebilecek bir engellilik durumu anlamına geliyor.
(SO/AS)