Ermeni Soykırımı sürecinde Fırat’ın doğusunun gündeme gelme nedeni bölgedeki üç alandı. Yaklaşık 100 yıl önce Bağdat Demiryolu projesinin ikiye böldüğü bu yerleşim yerleri, Urfa’ya bağlı Mürşitpınar, Akçakale ve Ceylanpınar ile Suriye sınırında kalan Arapça isimleri ile Ayn el Arab, Resulayn ve Tel Abyad ya da Kürtçe adları ile Kobanê, Girê Spî ve Serê Kaniyê bölgeleriydi.
Kürtçe adı Kobanê olan yer, 20. yüzyılın başındaki Almanya raporlarında Arapça “Ayn el Arab” ismine yakın bir şekilde “Arab Punar” diye anılıyordu. Almanya’nın Halep Konsolosu Walter Rössler, 13 Ağustos 1915’teki raporunda 11 Ağustos’ta kendisine iletilen “Bir Avusturyalının tuttuğu kayıtlar”a atıfta bulunuyordu. Bu kayıtlara göre, bölgede ölen Ermenilerin cansız bedenleri yakılmıştı: “Urfa – Arab Punar yolu üzerinde herhalde karanlıktan ceset görmüyordum, ancak bu yolu sürekli gidip gelen arabacım yol boyunca ara sıra yanmış yerleri gösteriyordu – çünkü insan cesetleri bulundukları yerde hemen yakılıyor.”
“Almanyalı mühendisin tanıklığı”
3 Ocak 1916 yılındaki raporundaysa Rössler, Ermeni soykırım kurbanlarının bölgede hayatlarını nasıl kaybettiklerini detaylı olarak aktarıyordu. Raporuna göre Ermenilerin cansız bedenleri gömülmeden yol kenarında bırakılmışlardı, vahşi hayvanlara yem oluyorlardı. Hatta hayatta olanlar da hayvanların saldırısına uğruyorlardı:
“(…) hasta ve bitkin Ermenilerin de açık havada konaklarken kimse onlarla ilgilenmediği için henüz yaşar haldeyken köpekler tarafından yenmeye başlandıkları artık şüphe götürmez sayılabilir”.
Buna kanıt olarak da Arab Punar’da bulunan yaşlıca ve mutlak güvenilir bir Almanyalı mühendisi işaret ediyordu. Mühendisin Harab-Nass’a giderkenki gözlemleri hem kendisi hem de yerel memurlar tarafından yapılmıştı:
“Bu iki mahal arasındaki yol öylesine çürümüş ceset kokmaktaymış ki, bu yolu atla kat etmek zorunda kaldığında yüzünü çok kez bağlamak zorunda kalmış.”
“Erkekler başka yerlere götürülmüş”
Fırat’ın doğusundaki diğer iki yer, Raymond Kevorkian’ın “Ermeni Soykırımı” kitabında yer alan tanıklıkta geçiyor. Almanyalı mühendis M. Graif, Halep’te öğretmenlik yapan Dr. Niepage’ye bölgeyi “Tel Abyad’a ve Resulayn’a giden demiryolu hattının tamamı tecavüz edilmiş çıplak kadın cesetleriyle doluydu” diye anlatıyordu.
Almanya İmparatorluğu’nun İskenderun’daki konsolosluk görevlisi W. Lechnig’in Halep’ten 20 Ekim 1915’te yazdığı, Tel Abyad’daki gözlemlerini anlattığı rapor, soykırım sürecinde bölgedeki Ermenilerin yaşadıklarını aktarıyordu:
“İnsanlar çıplak toprağın üzerinde yatmaktalar, üzerlerinde örtecek bir şeyleri bulunmamakta. Yolda eşyaları ellerinden zorla alınmış. Birçoğu yarı çıplak, giysilerini bir parça ekmek için satmışlar çünkü. Büyük bölümü sadece paçavralarla sarılı ve yalınayak”
Kampın 5 bin kişiye kadar ulaşabildiğini ifade eden W. Lechnig, ziyareti sırasında bin kişinin bulunduğunu söylüyor ve ekliyordu:
“Sadece yaşlı kadınlar ve çocuklardan ibaretler. Edindiğim bilgilere göre, erkekler ve 11 yaşından büyük erkek çocukları gruplardan ayrılmış ve başka bir yere götürülmüş ama büyük bir ihtimalle öldürülmüşler, genç kadınlar ve 13-14 yaşından büyük kız çocuklar ya ırzlarına geçilmiş ve öldürülmüş ya da refakatçi askerler ve Kürtler tarafından birilerine satılmış ya da hediye edilmiş”
Resulayn ile Tel Abyad arasındaki demiryolu hattı inşaatında haftalarca görev yapan ve Alman Konsolos Rössler tarafından güvenilir bulunan Mühendis Bastendorff’un 18 Aralık 1915’te kaleme aldığı dosyasında Ermeni kafilelerin sayısının arttığı belirtiliyordu:
“Eylül ayında Tel Abyad’a geldim. Bu şehirde demiryolunu korumakla görevli askerler demiryolu çevresine yerleşmiş bütün Ermenileri katletmiş ve soymuşlardı. Benim oraya ulaşmamdan kısa bir süre önce Amasya taraflarından gelen yaklaşık 3000 kişilik kadın ve çocuklardan oluşan kafileyi Kaymakam demiryolunun yakınlarındaki bir hana yerleştirmişti.”
Bu rapordaki Ermenilerin durumu, sadece bölgedeki değil, soykırım sürecinde pek çoğunun başına gelenleri yansıtacaktı:
“4-5 aydır yolda bulunan bu insanlar, açlıktan, ishalden ve tifüsten perişan haldeydiler. Kaymakam bunlara ne ekmek ne su verdi”. (SK/HK)