“Ulusal burjuvazi, Batı burjuvazisini eğlendirmek için tatil beldeleri ve oyun alanları kurar. Bu faaliyetlere turizm adı verilir ve tam da bu amaçla ulusal bir sanayi haline gelir.”
Frantz Fanon
Mardin turistik bir şehir. Veriler de bunu gösteriyor. Türkiye’nin en çok ziyaret edilen, hem iç turizmi hem dış turizmi kendine çekmeyi başaran nadir kentlerinden. Uçaklarda yer bulmak, hele de bu mevsimde neredeyse imkansız.
Eski şehre gelmeyi başaranlarsa ana caddedeki trafikle karşılaştıklarında kendi metropollerini özler hale geliyor. Fakat buna rağmen buraya gelmekten vazgeçmiyor, Mardin’in her sokağında, her merdiven basamağında fotoğraf çektiriyorlar. Ya da yerel lezzetleri tadıyor, yanlarında götürmek için satın alıyorlar.
Mardin’de en turistik hediyenin ne olduğunu söylemek güç ama ilk kelime hiç değişmiyor: Süryani. İşyeri sahipleri durdurup “Süryani şarabı içer misiniz?” diye soruyor, bir başkası Süryani likörünü öneriyor. Bir fırının yanından geçtiğinizde mutlaka ilk teklif “Süryani çöreğini tattınız mı?” diye oluyor. Ayrıca Süryani nazar boncuğu ve Süryani gümüşleri de vazgeçilmezlerden…
Bu manzarayla ilk kez karşılaşan bir turist, kendini Süryani kimliğiyle barışık bir yerde sanabilir. Ama yaşanan bu kimlikle “barışmak” değil. Süryanice kılıç anlamına gelen “Sayfo” yani soykırım nedeniyle bugün şehirde sayıları çok az kalan Süryani nüfus “egzotikleştirildi.” Tıpkı İmroz/Gökçeada’da Rumluğun, Vakıflı’da Ermeniliğin sömürü düzeni içinde “egzotikleştirilmesi” gibi…
“Gelenek göreneklere ve adetlere vurgu yapar, ama acılı zoraki arayışı bayağı bir egzotiklik arayışından başka bir şey olamaz. (…) Çiçekli bubu elbisesi kutsal görülür ve Paris ya da İtalya'dan gelen ayakkabılar yerini Müslüman terliği babuş'lara bırakır.”
Franz Fanon
Süryani kimliğinin Mardin’in turizminin odağında olması, bugünlerde “Kağıt Kesiği” isimli bir serginin afişinin dalgalandığı Mardin Müzesi’nin gerçek sahiplerine yani Süryani Katolik cemaatine iadesini sağlamıyor, sağlayamıyor. Ve bu, Patrikhane binalarına kavuşmak isteyen toplumda “kağıt kesiği”nden çok çok daha derin bir yara bırakıyor. Üstelik bölgenin tek “kesiği” bu değil.
Mardin’in merkezinde bir kişi, tam karşısına aldığı boş bir taburenin karşısına oturuyor. Sokaktan gelen geçeni durduruyor, oturtup konuşmaya başlıyor ama kısık, çok kısık bir sesle. Cevapları duyulmasa da karşısındaki oturmayı sürdürüyor. Ona soru soruyor. Dışarıdan sohbet eder gibi görünen ama iletişimin kesik, kopuk kaldığı bu sahne birkaç dakika sonra son buluyor.
Bu aslında bir performans. Sokaktan gelen geçeni ikna edip karşısına oturttuktan sonra “iletişim kesiğiyle” iletişim kuran kişiyse Adem Bulut. 6. Mardin Bienali’ni eleştirmek için 9. Mardin Bienali adlı performansını, bienalin ana mekanlarından Alman Karargahı’nın önünde gerçekleştiriyor, Türkçe’nin yanı sıra “Kürtçe, Ermenice, Arapça ve Süryanice gibi yerel dillere yer vermemesi” nedeniyle… Üstelik bu çabasında yalnız da değil.
Fatih Tan yaklaşık bir yıl önceki makalesinde “Bana kalırsa ufak da olsa bu dönüşüm bir yerlerden başlamalıdır. Örneğin afiş, broşür, katalog vs. gibi materyallere “Kürtçe” eklenmelidir” demişti.
Enver Basravi ise 6. Mardin Bienali’nin başından itibaren Türkçe, Kürtçe, İngilizce ve Arapça, çokdilli afişlerini asıyor duvarlara. Bunlar resmi olmayan afişler. Ve bienalin açılış gününde, o da Alman Karargahı’nda elindeki broşürleri katılımcılara dağıtıyordu. Bu performansı, bu karşı duruşu Nazım Dikbaş’ın da dediği gibi “zarif bir müdahale”.
Zaten Adem Bulut’un da Fatih Tan’ın da Enver Basravi’nin de isteği Mardin’deki bienalin sona ermesi değil. Bulut ve Basravi’nin çabası sadece anadilleri olan Kürtçe’nin değil, Mardin’in diğer dillerinin de kullanılması ve böylece bienalin Mardinlilerle daha da birleşmesi, bütünleşmesine dair. Bu kapsamda bir başka çaba daha var: “Hangi Sergi Nerede?” platformu. Platform, “Yerelde yaşayan ve ağırlıklı olarak genç sanatçılar tarafından düzenlenen müstakil sergileri” öne çıkarmaya, “paralel sergileri duyurmaya, izleyiciyle buluşturmaya” çalışıyor.
Görünürlük açısından da başarılı oluyor. Platformdakiler burada bir parantez açıp Mardin Bienali’nin direktörü Döne Otyam’ın bu sene bağımsız sergilere verdiği desteğin altını çiziyor. “Hangi Sergi Nerede?”nin paylaşımlarını Otyam’ın da sosyal medyadan duyurduğunu belirtiyorlar. Bu buluşmalar, kavuşmalar önemli. Bienalin kopuk olmaması için elzem. Tıpkı açılışına Kürt hareketinin adını tarihe yazdırmış isimlerinden Ahmet Türk’ün de katılması, bizzat Döne Otyam tarafından kendisinin karşılanması ve bu sırada büyük bir heyecan dalgası yaratması gibi…
6. Mardin Bienali’nin küratörü Ali Akay, “Mardin’in rüzgarı ve havası, kavramsal çerçevede ilk aklıma gelenler. Şehrin yerelliği, mimarisi, dokusu, merdivenleri, labirentimsi hali. Karşımızdaki ova tüm zorlukları ortadan kaldırıyor bizi uzaklara hatta geleceğe götürüyor" demişti Alman Karargahı’ndaki konuşmasında.
Bienalin bu yılki teması olan “Daha uzaklara” bakmaya elbette hepimizin ihtiyacı var ama yakındaki ses duyulmazsa “uzağa düşme” ihtimali de bulunuyor. Hele ki Asena Hayal’in “[Mardin’de] Kürtçe ve Arapça müzik çaldığım için bir markanın halkla ilişkilerini yapan bir kadın tarafından sahneden indirildim” açıklaması göz önüne alınınca…
Yaşananlara, geçen bienalin önde çıkan işlerinden biri olan, Diyarbakır Cezaevi’nde kaldığı üç yıl boyunca, kadın arkadaşlarının saçlarını toplayıp örerek iplerini oluşturduğu “Kadınlar için Güvenlik Ağı” çalışmasıyla katılan Fatoş İrwen’in “Mardin Bienali, Kürtçeyi dışlayarak ve Türk elitlerini getirerek kendi kolonyal gücünü topraklarımızda kutluyor” sözlerini paylaştığını da not etmek gerek. Halbuki çok değil, 2018 yılında Zeynep Okyay, Sanatatak’taki yazısında şöyle diyordu: “Mardin’de bienal açılışından iki gün önce restorandayız, canlı müzik Türkçe, Arapça ve Kürtçe olarak devam ediyor. Yanımda oturan kişi soruyor: Neden Arapça şarkı söylüyor ki? Hangi dilde söylemesini isterdin diye soruyorum, cevabı “Türkçe” oluyor. Bulunduğu coğrafyadan bu kadar kopuk bir söylem daha var mıdır?”
14 yıl önce doğan ve bin bir emekle büyüyerek artık uluslararası alanda da kabul gören bienalin her daim Mardin’den, Mardinlilerden kopuk olmama sorumluluğu var. Varlığının şu aralar şehirdeki Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi’nde sergilenen Halil Altındere’nin “Star Wars Mardin’de” işinin görselleştirdiği gibi işgal topraklarında bir gösteriye dönmemesi için…
(SK/EMK)