Ermeni Soykırımı’nın 100. yılı vesilesiyle, geçtiğimiz Pazar günü Hollanda Gezi Dayanışma “İmparatorluktan Cumhuriyete Ermenilerin Ayakizlerinde” başlıklı bir atölye çalışması düzenledi.
Saat 13.30’da Dayanışma’dan Kubilay Başcı ve Ohannes Karakaş’ın sunumuyla program başladı. İlk bölümde, Hollanda Gezi Dayanışması katılımcılarından Demet Altun “Osmanlı Dönemi Ermeni Harfli Türkçe Edebiyat”, ben “Ermeni Sosyalistler: Levon Ekmekçiyan ‘78’liler Federasyonu” ve Nil Çelik “Türkiyeli Ünlü Ermeniler ve Bilinmeyen Hikayeleri” başlıklı sunumlarımızı yaptık.
“Nahide’nin Türküsü” belgeselinin ardından geçilen ikinci bölümde de: Tarihçi Emre Erol “Ermeni Soykırımı Üzerine Yeni bir Tarihsel Anlatıya Doğru Engeller ve Fırsatlar”, Haygan Mardikjan “Turnanın Çığlığı: Ermeni Soykırımından kurtulmuş atalarının izinde” başlıklı kitabı üzerine sunumlarını gerçekleştirdiler.
Program İlda Simonian’ın su gibi sesiyle seslendirdiği Ermeni ağıtlarıyla son buldu.
Baharın güneşli, sıcak bir gününde gerçekleşen bu toplantıda, katılımcılar hakikaten zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan etkinlik sona erdi. Ve ben içimde bir top acıyla eve gitmek üzere yola koyuldum.
Hollanda Gezi Dayanışması’ndan Ohannes Karakaş geçen ay, soykırımın 100. yılında yaşamını yitiren 85 yaşındaki babasının öyküsünü anlattı. Baba Ali Karakaş’ın sıcak öyküsüyle başlayan acılara yolculuğumuz... Haygan Mardikjan’ın dedesi Zakar Mardikoğlu’nun yaşlı sesinde toplanan acıların ağıdıyla devam etti.
Oracıkta, dedemlerin soykırımdan sakladıkları “Ermeni Hasan” diye çağırdıkları Hasan dayı düştü aklıma... Eski adını merak edenlere ısrarla adını ve yaşadıklarını anlatmayan Hasan dayıyı suskunluğa iten nedenleri ararken, yanıtı Ohannes’in babasının hayatında buldum...
Ohannes’lerin evlerinde ölüm üzerine hiç konuşulmazmış! Son yıllarda açığa çıkarılan Türkleştirilmiş Ermeni kadınların öykülerinden biliyoruz ki; kadınlar Ermeni olduklarını ve yaşadıkları acıları çocuklarından bile saklamışlar... Soykırımla öyle bir korku yaratmışlar ki, insanlar kuşaklar boyu bu korkuyla, travmayla yaşamışlar. Tıpkı diğerleri gibi, Hasan dayının ısrarla gerçek adını yıllar sonra bile bizlerden gizlemesinin, yaşadıklarını hiçbir şekilde paylaşmamasının nedeni de, bu korku olmalı!
Karakaş ailesi Palu’nun Ogho (Bulgurcuk) köyündenmiş. Dedesi öksüz büyümüş. Soykırımda 12 yaşındaymış. Katliamdan kaçarken, onun için yiyecek bulmaya giden abisi bir daha geri dönmeyince, kurtulan tek kişi olmuş dede...
Baba Ali Karakaş 1955 yılında askerliğini bitirdikten sonra İstanbul Kadıköy’de Ermeni mezarlığında çalışmış uzun yıllar. Daha sonra da bir anahtar fabrikasında devam etmiş iş yaşamı. Köyüne izin için gitmiş sadece... 1996 yılında aileyi tümden İstanbul’a taşıyınca da, bir daha dönmemişler köylerine.
Ohannes’lere dedesinden kalan son emanetmiş babası...Baba Ali Karakaş, yaşarken yüzünü güldürmeyen topraklara gömülmek istemiş... Bütün yakınlarını kaybettikleri, acıların en büyüğünü yaşadıkları topraklara, anne ve babasının yanına götürmelerini vasiyet etmiş çocuklarına.
Üsküdar’dan Palu’ya 20 saatlik bir yolculuğun ardından, günün şafağa yürüdüğü saatlerde ulaşmışlar. Günün aydınlandığı saatlerde de köyleri Ogho’ya varmışlar. Ali Karakaş Palu’da doğmuş. Dedesi Palu’da öksüz bırakılmış. Orada sesleri kesilmiş... Orada Murat suyuna atılmışlar... Orada hayatla olan bütün bağları koparılmış, gelecekleri ellerinden alınmış. Neresinden bakarsanız bakın, çok büyük acılar yaşamışlar o topraklarda. 19 yıldır gitmedikleri, lanetlenmiş baba yurduna tekrar dönmek tüm aile fertlerine zor gelse de... Babalarının son isteğini yerine getirmek, onu anne ve babasının yanına gömmek de evlatlarının babalarına karşı son görevleri olmuş.
Dede ve ninesinin beş adım altına kazırlar Ali Karakaş’ın mezarını. Amcası ve halasının mezarları da oradadır. Ali Karakaş’ın bu son isteği, Hrant Dink’in; “Evet, biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var. Var, çünkü kökümüz burada. Ama merak etmeyin. Bu toprakları alıp gitmek için değil. Bu toprakların gelip dibine gömülmek için,” sözünün canlı örneklerinden biridir. Ancak Ohannes babasına köy imamı tarafından kıldırılan cenaze namazını ailece uzaktan izlerken; “Peki bu toprakların halen ne kadarı gerçekten bizimdi? Yoksa sadece gelip altına gömülebildiğimiz kadar mı?” sorularını yöneltirken çok haklıdır!
Soykırımda yokedilmiş olsalar da, Karakaş ailesinin kökleri oradadır... 1915 soykırımında Der Zor’a gönderilmek üzere yola çıkarılan kocaman aileden geriye sadece 12 yaşındaki dede Karakaş kalmıştır... Yıllar sonra dede Karakaş’ı aramaya gelen yeğenleri ve bir de eskilerden kalma rengi solmuş birkaç siyah beyaz fotoğraf dışında hiçbir şey bırakmamıştır soykırım.
Empati kavramının çokça kullanıldığı, gerçekte ise uygulanmadığı bir coğrafyada, soykırım mirasının geride kalanlarda bıraktığı duyguyu, Ohannes babasını anlatırken o gün şöyle ifade etti:
“Bu mirasın haleti-ruhiyesiyle taşları olmayan mezarlardan, yıkık-dökük evlerin taşlarında duran o göçmüş alfabenin harfleriyle yazılmış yazılardan, duvarında haç işareti olan camiden, derede terk edilmiş harabe değirmeden bile korkuyor olmuştuk.”
Dede yadigarı topraklardan koparak İstanbul’a ya da başka metropollere gitmek de çözmemiş sorunu. Gittikleri her yere o acılı mirasla birlikte, ötekileştirilmiş olmayı da taşımışlar. Bu yüzden “ne iyi bir Müslüman, ne de iyi bir Hıristiyan olabildik.” diyor Ohannes.
Bu yüzdendir ki, Türkler onları Kürt, Kürtler Ermeni, uzaktaki Ermeniler ise Müslüman olarak görmüşler. Ve üzerlerine bir küfür gibi yapıştırılan “gavur” lakabından hiçbir zaman kurtulamamışlar...
Ali Karakaş gibi kim bilir kaçı imam tarafından cenaze namazı kılınarak toprağa verilmiş; mezar taşlarına Arapça harflerle fatiha yazılmış... Değiştirilen isimleri kendileriyle birlikte toprağa karışırken, kırık dökük mezar taşlarının üzerindeki Türk isimleri kalmış geriye.
Seçim atmosferine girmiş Türkiye’de, AKP hükümeti haftasonunda düğmeye bastı ve bir katliam gerçekleştirdi. AKP’nin milliyetçi oyları kaybetmemek üzerine kurduğu provokasyonlarla sürecin nerelere evrileceği tartışmaları sürerken, Ermeni Soykırımının 100. yılında Karakaş ailesi şahsında bir kez daha soykırımda katledilenleri anmak istedim...
Saygı ve sevgiyle... (FE/HK)