Dünya Kadınlar Günü'nde devlet ve hükümet yetkilileri, "kadının statüsü"nün yükselmekte olduğundan dem vuracaklardır. Elbette her şey güllük gülistanlık olmadığı ancak sabredilmesi gerektiğini, sorunların metanetli şekilde tartışılmasını salık verecekler.
Ancak kadın mücadelesinin içinde olanlar, yine savaşın, işsizliğin, cins ayırımının kadını ittiği alçaltılmaya ve yokluğa vurgu yapacaklar. Güvensiz bir toplumuz; bir dahaki şiddete kadar, 8 Mart Beyazıt Meydanı'nda kadınların yerlerde sürüklenmesinden bu yana şiddet görmediğimizle avunabileceğiz.
Gösteri ve eyleme çıkma özgürlüğü yoksa, kadınların için düşünceyi ifade etme özgürlüğü mü var peki? Emniyet güçlerinin gözünde, eylemci kadının yeri neyse yargıcın gözünde "uslanmaz, terbiye edilmez" kadın aktivistin yeri de odur desem, çok genel geçer bir şey mi söylemiş olurum, bilmiyorum.
"Kürdistan" sözcüğüyle 216 ile mücadele!
Çatışma bölgelerinde kadına yönelik ağırlık cinsel planda gelişen suçların cezasız bırakılmasını kınayan ve yıllardır bunun yargısal mücadelesini veren İnsan hakları savunucusu ve hukukçu Eren Keskin'e yeni bir dava açıldığını öğrendim.
Hatırlayın, belki yirmi yıldır muhalif ve aykırı düşüncelerinden dolayı yaygın medyamızda yerini alamayan Eren Keskin, medyamıza koyu Galatasaraylılığıyla ne kadar güzel bir pencere açarak nefes aldırmıştı.
İşte o Eren Keskin'e, Ağustos 2007'de Gebze'deki Bilge Kültür Merkezi'nde Devlet kaynaklı cinsel şiddet konulu kitabını tanıtırken "Kürdistan" dediği için "kin ve düşmanlığa tahrik" suçlamasıyla iddianame düzenlenmiş.
"Hakimler asker veya polise tecavüzden ceza vermez"
Gebze Cumhuriyet Savcısı Hasan Epik, Keskin'in "hiçbir asker veya polise tecavüzden ceza verecek yüreklilikte bir hakim tanımıyorum" sözlerini "kül halinde" bu suçu oluşturduğuna kanaat getirmiş. Dokuz satırlık iddianame bununla sınırlı.
Sanki savcı almış eline Çağdaş Kent gazetesinin 7 Ağustos 2007 tarihli sayısını, o korkunç "Kürdistan" ifadesini görünce, muhtemelen yasa kitapçığında Terörle Mücadele Yasası'nın (TMY) "bölücülük propagandası"na dair 8. maddesini aramış, yıllar önce yürürlükten kaldırıldığını hazin bir şekilde fark edince de Ceza Yasası'ndaki (TCK) 216. maddesine karar kılmış...
Leyla Zana yargı markajında...
Aykırı düşüncelere karşı mekanizma bol ülkemizde...Avrupa Parlamentosu (AP) Dış İlişkiler Komisyonu'nun, 301. maddenin yol açtığı baskılara örnek verdiği Leyla Zana'nın bir durumuna bakın.
Emniyet eliyle yargının Leyla Zana'yı, Avrupa Parlamentosu'nda, Diyarbakır'da, evinde, sokakta, panelde...her nerede konuşursa konuşsun izlediği çok açık...bu konuda bir "en son" örnek vermek öylesine güç ki, bugün vereceğimiz örnek yarın "en son" olmayabilir artık...
Yargıya müdahale etmek niyetinde olmasak da insan feci şekilde merak ediyor: Ortak siyasi bir gelecek çizmede bu kadar başarısız olan iktidarların rotasından sadece muhalifleri gölgelerinden izlemek, yargı görevinin kaçta kaçını oluşturuyordur acaba?
Eren Keskin ve Leyla Zana'ları rahat bırakın
Yargının temel yanılgısı, "yasaları uyguluyoruz" yaklaşımıyla insanların muhalif inanç ve karakterlerinin sökülebileceğine inanmasıdır.
30 yıllık çatışmalı ve ihlal üreten Kürt Sorunu'na dair politik beklentiyi güçlendirip, bu tek yol olarak yaygınlaştırılmazsa, bugün tanık olduğumuz gibi, yargı mahkumiyetleri, hukuk dünyasını yıpratmaktan başka bir netice vermez.
Türkiye'de demokratik geleceği, Eren Keskin ve Leyla Zana'ların tacizden kurtarıldığı günlerde görüyorum.(EÖ)