Bu hafta siyasiler, dernekler, kamu kurumları “Bayram mesajı tadındaki” engelli mesajlarını kamuoyuna arz edecekler. Ancak bu paylaşımların çok önemli bir bölümü engellilerin temel sorunları olan erişilebilirlik, ulaşım, istihdam, yoksulluk, rehabilitasyon gibi temel sorunlarını görmeyen bir yerden kuruluyor.
Yılın bir günü (3 Aralık Dünya Engelliler Günü ) ve 1 haftası (10-16 Mayıs Engelliler Haftası) engellilere dair yapılan açıklamalar, sosyal medya paylaşımları, “vitrinlik” toplantı ve basın açıklamaları memlekette engellilerin yaşadığı hak ihlallerini durduramıyor.
Engelliliğin doğal olmayan ortaya çıkış nedenlerini (savaş, yoksulluk ve yetersiz beslenme, eğitimsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği, trafik kazaları, iş cinayetleri vb.) sorgulamayan, engellilik kimliğine yönelik olumsuz sosyo-kültürel inşayı (kalıp yargılar, ön yargılar, norm-allik algısı, tekçi estetik algısı vb.) görmeyen “Beyanlar” aslında bir vicdan rahatlama müsabakası gibi görülmelidir.
Hâlbuki engelliler, sağlamcıların merhamet pazarında merhamet dileyen bir toplum kesimi değildir. Temel insan ve yurttaşlık hakları için uzun bir süredir mücadele eden engelliler, sağlamcıların samimiyetsiz, tutarsız ve üstenci klişelerine boğulan, “Zararlı bir merhametle” süslenen klişelerine muhtaç değildir. Bu klişeler sorunu görünmez, çözümü ise imkansız hale getirmektedir.
Engelliler ev hapsinde
İhtiyaç duyulan yaklaşım bir engelli hakları anayasası olan BM engelli hakları sözleşmesinin gecikmeksizin yaşama geçirilmesidir. Konu hakkında Türkiye anayasasının 90. Maddesinin uygulanmasıdır.
Erişilebilirlik mevzuatının istisnasız uygulanması, şehirlerin erişilebilir hale getirilmesidir. Kamuya her yıl en az 20 bin engelli yurttaşın atanması ve engelli hizmetleri koordinasyonunda engelli yurttaşların özne olmasının sağlanmasıdır.
Yüzde 3 olan istihdam kotasının arttırılması ve doldurulmasıdır. Rehabilitasyon hizmetlerinin bütçesinin arttırılması ve bu alanın rant kapısı olmaktan çıkarılmasıdır. Bütçede yüzde 1,6 olan engelli hizmetleri payının nüfustaki engelli oranı olan yüzde 10 bandına çekilmesidir. Ev hapsinde tutulan milyonlarca engelliyi evde, işte, sokakta, siyasette, medyada, sosyal medyada kısacası yaşamın her alanında görünür kılacak bir yapısal dönüşümdür. Engelli haklarının pilot uygulamaların, projelerin ve kişisel/grupsal inisiyatiflerin kapsamından çıkarılması, kapsayıcı bir kamusal politika olarak ele alınmasıdır. Çözüm belirsiz ve uzak olmadığı gibi çok büyük bir maliyet gerektirmemektedir.
Ancak söz konusu yapısal dönüşüme hiçbir şekilde hizmet etmeyen "Beyanların/klişelerin" her 10-16 Mayıs’ta nakarat haline geldiğini görüyoruz. Bu klişelerin en meşhurlarını sıralayacak olursak; “Engelli haftası kutlu olsun”, “Hepimiz bir engelli adayıyız.” “Sevgi her engeli aşar.” “Engel bedende değil yürektedir.” “Yapacaklarım sınırlı olabilir, ama ufkum çok geniştir” “En büyük engel sevgisizliktir.” “Lütfen biraz duygudaşlık (empati) yapalım.”
Kamyon arkası yazısı tadında uzayıp giden, ama hiçbir engelli sorununa dair esaslı bir şey ifade etmeyen bu klişeler, bu hafta her yerde karşımıza çıkacak.
Sorgusuz tekrar edilen bu klişe sahiplerine “neden, nasıl ve ne alaka” sorularını sorduğunuzda hakikat netleşecektir. Misal olarak “Neden hepimiz engelli adayıyız?”. İş kazası, trafik kazası, yoksulluk, eğitimsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği gibi toplumsal sorunları çözemediğimizden mi? Sürekli aday olanlar ile bu durumu yaşayanlar arasında bir duvar yok mu? Adaylıktan asilliğe geçince nasıl bir şok ve kayıp yaşanıyor? Adaylar mı özne engelliler mi?
Sevgi, her engeli aşar mı? Mesela hasta bezi fiyatlarının 2 yılda 10 kat artması sorunu “öznesi belirsiz bu sevgi” ile çözülebilir mi? Sevginin teğet geçtiği ve aşamadığı engeller yok mu? En büyük engel sevgisizlik değil desek bir tekzip mi olur? Daha büyük engeller yok mu mesela?
En büyük engel sevgisizlik değil engellilerin hak ettiği bütçe payının verilmemesi desek ve bu minvalde biraz tartışsak olmaz mı? En büyük engel sağlamcılık ideolojisinin yaygınlığıdır, kabul görmesidir. Kişilerin temel haklarının bir empati kurumuna indirgenmesidir. Empati kurulamıyorsa milyonlarca insanın temel haklarını koruyacak bir mekanizma kurulmayacak mı? “Yapacaklarım sınırlı olabilir, ama ufkum çok geniştir” klişesi sağlamcılığın somut halidir.
Engellilerin yaşadığı sorunları, bedenleri ile sıkı sıkı bağlayan, sosyo-ekonomik ve politik etkileri yok sayan sağlamcı ideoloji, engellilerin tüm yeti ve yeterliliklerini kısıtlı görür. Hatta iyi bir sağlamcı, engelli yetersizliğini veri olarak kabul eder. Bu önyargı ile hangi hak, ne, ne kadar verilirse, engelliye bir lütufa dönüşür.
Sağlamcıların klişelerle (Politikacı, gazeteci, akademisyen, yurttaş vb.) engelliler haftasını “kutlaması, anması, konu hakkında demeç vermesi, vb.” engellilerin sorunlarının görünmez olmasına yol açmaktadır. Asıl meselelere gelmeyi engelleyen “bu vicdan şöleni” bahar çiçekleri gibi bir hafta geçmeden solmakta, unutulmaktadır. Engellileri, eşit yurttaş olarak görmeyen, bütçe ve politikaların engelli odaklı/duyarlı olmasını sağlamayan, yaşamları hakkında özne olmalarını savunmayanlar, engelliler haftasında neyi kutluyor?
Ortada kutlanacak bir çaba veya durum yok! Her hafta bir engellinin okulda, “bakım evlerinde” maruz kaldığı yaptırımsız şiddet haberine tanık oluyoruz.
Ekonomik krizin erişilmez hale getirdiği temel tıbbi/medikal araçların fiyatlarındaki fahiş artışı görüyoruz. Atama bekleyen engelli sayısı yüzbinleri aşmış durumda.
Yoksulluk sınırı ile engelli ödenekleri arasındaki makas her ay daha fazla açılıyor. “Dilenmiyoruz, iş arıyoruz” diyen üniversite mezunu engellilerin sesine kulak veren yok. Teknolojinin sunduğu yardımcı erişilebilirlik imkanlarına hangi toplumların engellileri ulaşıyor hangilerinin ki ulaşamıyor? Bu uzun sorun ve tartışma listesi ortada dururken tutup “engelliler haftası kutlu olsun” demeyin lütfen!
(SO/EMK)