AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, 20 Mayıs 2024’teki Kabine Toplantısı sonrasında Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) doğurganlık oranlarına dair verilerine değindi. “Nüfusun kendini yenileme eşiği olan 2,1 seviyesinin altındayız. Bu, açık söylüyorum, Türkiye açısından varoluşsal bir tehdittir, bir felakettir” dedi.
Bir felaket mi gerçekten? Yani nüfusun azalması her zaman kötü bir şey mi? Soruyu, başka yazılarda yanıtlamaya çalışırız.
Asıl meseleye gelelim.
Erdoğan, 13 Ocak 2025’teki başka bir konuşmasında 2025’i “Aile Yılı” ilan etti. Aile Yılı kapsamında bir dizi poresedür açıklandı. İşte Düfus Politikaları Kurulu ile Aile Enstitüsü kuruldu. Komşu Annelik uygulaması gündeme getirildi gibi gibi.
Ayrıca, görüyorsunuz yazının manşetinde var Aile Yılı’nın bir de logosu var. Logoya detaylıca değineceğim fakat öncesinde bu aile yılı nedir nüfus cidden böyle aile yılı ilan edilmesi ile artar mı? İktidarın yol haritasına uyan aileler çocuk sahibi olursa, gerçekten mutlu olurlar mı? Çocukları güvende olur mu? Kadınlar, erkekler bu ailede bu mutlu olur mu? Yanıtlanması gereken asıl sorular böyle.
Önce “Aile Yılı” meselesine bakalım.
Açık konuşmak gerekirse, sadece bir yılı “aile yılı” ilan etmek, kadınların çocuk doğurma oranını artırmaz.
Uzmanlar, bu tür politikaların uygulandığı ülkelerde bile nüfusun istenilen düzeyde artmadığını söylüyor. Çünkü mesele sadece teşviklerle veya “hadi nüfus artsın” çağrılarıyla çözülebilecek bir konu değil.
Asıl mesele kadınların ev ve yaşam dengesini kurabileceği, ekonomik bağımsızlığını kaybetmeden çocuk sahibi olabileceği bir sistem kurabilmek. Yani kreş kapatmayı gündeme getirmek bunlardan biri değil mesela.
Bakın, Erdoğan nüfusun artmasını istiyor ama nüfusun artması için ne gerekiyorsa onu yapmıyor. Örneğin, kadınların çalışma hayatında kalmasını sağlayan kreşler açılmıyor, babalık izinleri genişletilmiyor, çocuk bakım desteği artırılmıyor.
Bunun yerine, kadınlardan “evde oturup daha çok çocuk doğurmaları” bekleniyor. Böyle bir sistemle nüfusun artacağını nasıl düşünebiliriz?
Dünyadan örnekler: Kadınlar nasıl destekleniyor?
Doç. Dr. İlknur Yüksel Kaptanoğlu’na göre, dünya genelinde nüfus azalması birçok ülkenin gündeminde olan evrensel bir sorun. Ancak her ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel koşullarına göre nüfus dinamikleri değişiyor.
Bazı ülkelerde, özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde, kadınların hem istihdamda kalmalarını sağlayan hem de bakım hizmetlerini destekleyen politikalar nüfus artışına katkı sağlıyor.
Bu ülkelerde doğum oranlarını artıran en önemli faktörlerden biri, bakım hizmetlerinin devlet eliyle güçlü şekilde desteklenmesi.
Kadınlar hem çalışmaya devam edebiliyor hem de çocuk sahibi olabiliyor. Mesela Norveç’te annelik izni 46 haftaya kadar uzayabiliyor ve ücretli babalık izni de var. Babalar da çocuk bakımına aktif olarak katılabiliyor. Bu da kadınların yalnız kalmasını engelliyor, “çocuk doğurursam kariyerim biter mi?” kaygısını azaltıyor.
Öte yandan, Güney Kore gibi ülkelerde ise geleneksel aile modelinin baskın olması, kadınların uzun saatler çalışıp bir de evde tüm bakım yükünü omuzlaması, evlilik ve çocuk sahibi olma kararlarını geciktiriyor. Güney Kore, dünyanın en düşük doğurganlık oranına sahip ülkelerinden biri.
Çünkü kadınlar için çocuk doğurmak, bir anlamda iş hayatına veda etmek anlamına geliyor. Sosyal destek yok, çocuk bakımı pahalı, çalışma saatleri uzun. Sonuç? Kadınlar evlenmeyi ve çocuk yapmayı erteliyor.
Peki Türkiye?
Türkiye’nin ekonomik koşulları düşünüldüğünde, kadınların çocuk yapmaktan kaçınması için her türlü sebep mevcut. Barınma sorunu, yoksulluk, işsizlik, güvencesizlik, kreşlerin yetersizliği, artan bakım maliyetleri…
Sorun sadece ekonomi değil
Asgari yaşam maliyetleri vs vs gibi koşullar düşünülünce kadınlar kendilerine zor bakıyor bir de çocuk sahibi olmak hakikaten cesaret istiyor.
Ayrıca bu çocukların yaşayacağı koşulları sadece ekonomik olarak değil hukuksal anlamda da düşünmek gerekiyor. Baro yöneticilerine, avukatlara, gazetecilere, siyasetçilere soruşturmaların açıldığı, tutuklandıkları bir memlekette yaşıyoruz sonuçta, bu çocukların düşünce ve ifade özgürlüğü hakları sağlanabilecek mi?
Zaten meseleye buradan bakınca Sevgili Aslı Alpar’ın çizimiydi yanlış hatırlamıyrosam, "bebekler leyleklere beni Türkiye’ye bırakma” diye seslenecekler.
Komşu Annelik meselesi
Aile Yılı’nın bir diğer ayağı da çocuk bakım hizmetleri. Devlet, “Komşu Annelik” adı altında yeni bir çocuk bakım modeli geliştirdi. Kadınlar, kendi evlerinde, yakın çevrelerindeki ailelerin çocuklarına (en fazla 5 çocuk) bakarak para kazanabilecekler.
Kağıt üzerinde bu model, kadınlara ek gelir sağlamak için umut verici gibi görünebilir. Ancak işin ekonomik gerçekleri biraz farklı.
Evrensel’de yer alan habere göre, komşu anneler, en fazla 5 çocuğa bakarak yaklaşık 33 bin lira kazanacak. İlk bakışta iyi gibi ama küçük bir karşılaştırma yapalım: Özel bir kreşte sadece bir çocuğun aylık bakım ücreti en az 20 bin lira! Yani bir kreş, tek bir çocuktan ayda 20 bin lira alırken, komşu anne 5 çocuk bakarak 33 bin lira kazanacak. Burada ciddi bir sömürü yok mu?
Kadın emeği yine değersizleştiriliyor. Kadınlara “çalışıyormuş” gibi hissettiren ama aslında sosyal güvencesiz, düşük ücretli bir iş modeli sunuluyor.
Üstelik bu sistemde çocukların bakım kalitesi ne olacak? 5 çocuğa aynı anda bakmanın koşulları nasıl sağlanacak? Ya çocukların başına bir şey gelirse? Sorumluluk kimde olacak? Sonuçta 79 kişinin tatil için gittiği otele yanarak öldüğü ve kimsenin sorumluluk almadığı istifa etmediği bir memlekette yaşıyoruz.
Burada bir şey çok net: Devlet, çocuk bakım hizmetlerini kamu eliyle çözmek yerine, bakım işini yine kadınların sırtına yüklüyor. Kadınları güvencesiz ve düşük maaşlarla çalışmaya teşvik ederken, aslında onları bir nevi "ev içinde çalışan" statüsüne sokuyor.
Bir de hatırlatmak isterim, Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı kreşlerin kapatılması yönünde talimat vermişti. Oysa, İBB’nin hayata geçirdiği Yuvamız İstanbul Çocuk Etkinlik Merkezleri, 3-6 yaş arası 10.749 çocuğa nitelikli okul öncesi eğitim sunuyor ve aynı zamanda kadın istihdamını destekleyerek ailelerin ekonomik ve sosyal yaşamına katkı sağlıyor. Üstelik, İBB’nin verilerine göre şu anda bu kreşlerde 1500 kişi çalışıyor ve çalışanların %97’sini kadınlar oluşturuyor. Yani sadece çocuklar değil, kadınlar da bu merkezlerden doğrudan faydalanıyor.
Aile Yılı’nın Logosu
Logoya baktığımızda, en büyük ve merkezi figürün bir erkek olduğunu görüyoruz. Kollarını açmış, ailenin lideri ve koruyucusu gibi resmedilmiş. Kadın figürü ise daha küçük ve yan tarafta. Yani kadın, aile içinde tamamlayıcı bir rolde, bir nevi yardımcı pozisyonunda gösterilmiş.
Fakat durun, Türkiye’de 2002’de Medeni Kanun değişti ve “aile reisi kocadır” ibaresi kaldırıldı. Fakat bu tür görsellerle, erkek hâlâ ailenin başı olarak konumlandırılıyor. Kadınlar ise yine görünmez, yine geri planda.
Bir diğer detay: Ailede üç çocuk var. Bu da Erdoğan’ın yıllardır dile getirdiği “en az üç çocuk yapın” söylemiyle birebir örtüşüyor. Yani bu logo, sadece aileyi değil, kadının çocuk doğurmasını teşvik eden politikaları da temsil ediyor.
Son olarak, logoda ailenin etrafını saran büyük iki el var. Açıklamalara göre bu, devletin aileyi koruduğu mesajını veriyor. Ancak feministler haklı olarak şunu soruyor: Devlet aileyi gerçekten koruyor mu, yoksa kadınları aile içinde hapsetmeye mi çalışıyor?
Aile Yılı ilan etmek güzel bir niyet gibi görünebilir. Ama gerçek şu ki, kadınların çocuk doğurmasını teşvik etmek için önce onların yaşam koşullarını iyileştirmek gerekiyor.
Kreşler açılmalı, bakım hizmetleri devlet eliyle desteklenmeli, babalar çocuk bakımına daha fazla dahil edilmeli, kadınlara iş güvencesi sağlanmalı. Sadece çocuk doğurun demekle bu işler yürümüyor.
Şiddetsiz ve özgür yeni bir hafta olsun.
(EMK)