İkinci Dünya Savaşı'nın getirdiği yıkım, zulüm ve ölüm; emir konusunu tartışmaya açar savaş sonrası. Her türden katil, kendini 'emir kulu' olarak tanımlar. Haberleri yoktur, kendileri aslında 'iyi' insanlardır. Hiçbir kötülük yapmamışlardır. Neredeyse 'sütten çıkmış ak kaşık' gibidirler. Hatta kendilerinin işkenceci, katil olmadığına dair bir sürü tanık da gösterebilirler.
Artık 'emir kuluyum' bahanesine sığınılmamalı. Gerekirse ve gerektiğinde emir reddedilebimeli. Değil mi? Ne var ki... Padişah-kul ilişkisini henüz aşamamış ülkemiz insanları için bu ulaşılması henüz kolay olmayan bir menzil.
Emri dinlememek de ne demek? Baba, ana, yeğen emredecek de yapmayacaksın! 'Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım'cılar ortadan kalkmadığı gibi, belki biraz görüntü değiştirerek ve giderek arttı. İnsan hakları ihlalleri, işkence, talan sürüp gidiyor nitekim.
Emrin Doğası
'Görevli'ye göre emir emirdir. Doğaldır ona göre işkence yapmak veya talana katılmak veya insanları yok etmek. Tartışmak, çelişki yaşamak gerekmez ona göre. Zaten herkes, çocukluktan itibaren emir almaya alışıktır. Boyun eğmek, boyun sunmak öğretilmiştir zaten. O da 'gereğini' yerine getirir. Olmayan vicdanıyla rahattır.
"Hiçbir itiraz kabul etmemek emrin doğası gereğidir. Emir ne tartışılmalı, ne açıklanmalı, ne de sorgulanmalıdır. Kısa ve nettir, çünkü anında anlaşılmalıdır. Anlaşılmasındaki her gecikme, emrin gücünü azaltır ve arkasından uygulamanın gelmediği her tekrarıyla, canlılığını yitirir ve sonunda tükenir, iktidarsızlaşır.
Bir emirle başlatılan eylem, belirli bir ana bağlıdır. Daha sonrası için sabitlenebilir, ama emrin uygulanacağı zaman ya birçok sözcükle ya da emrin özünün hata götürmez bir kısmıyla belirlenmelidir." (Kitle ve İktidar-Elias Canetti/ Çev.Gülşat Aygen, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1998)
Emir ve Yabancılaşma
Günlük yaşantımızda yüzlerce emirle karşılaşırız. Ancak asıl önemli olan, bizi bir eyleme sevk eden emirlerdir. Böyle bir emir, insana yabancı, ama aynı zamanda kaçınılmaz bir şey olarak görünür. Emir yabancılaşma yaratabilir çünkü, bize dışardan dayatılır.
Her emrin bir "moment ve sızı" dan oluştuğunu belirtir Canetti. Moment, "emir alanı, eylemde bulunmaya, emrin içeriğine uygun olarak eylemde bulunmaya zorlar." Sızı ise, "emre uyanın içinde kalır. Emir, normal olarak ve belirlendiği gibi işlevini görürse, sızıya dair gözle görülebilen hiçbir şey yoktur; sızı saklıdır, orada olduğu gibi sezilmez; varlığını yalnızca, emre uyulmadan önce açığa çıkan belli belirsiz gönülsüzlükle açığa vurur."
İşte bu sızı insanın içinden çıkmaz. Çünkü, "insanın bütün psikolojik yapısında sızı kadar değişmez bir şey yoktur." Bir emir yerine getirilmesiyle sona ermiş sayılmaz; emir sonsuza kadar saklanır.
İnsanı başarı yönünde tetikleyen şey, bir zamanlar ona verilmiş olan emirlerden kurtulmak için duyulan derin istektir.
"Yalnızca 'yerine getirilmiş' olan emir, boyun eğen kişide sızılarını saplanmış olarak bırakır. Savuşturulmuş emirlerin depolanmasına gerek yoktur; 'özgür' insan kendisini emirlerden, o emirleri aldıktan sonra kurtaran insan değildir, bu emirleri nasıl savuşturacağını bilendir. Ancak kendisini bunlardan kurtarmak için, en uzun zamanı harcayan ya da kurtulmayı hiç başaramayan insan, hiç kuşku yok ki, en az özgür olandır."
Canetti 'özgürleşmenin' yolunu gösterirken, emre niçin -genelde- itaat edildiğini de belirlemeye çalışıyor. Cellat, işkenceci, talancı ve benzeri güruhun ve hatta 'daha masum' kitlenin hangi rüşvet ilişkisi içinde olduğunu açıklıyor Canetti:
"Köleleri ve köpekleri, efendileri dışında hiç kimse beslemez; başka hiç kimse onları besleme yükümlülüğü altında değildir ve fiilen hiç kimse onları beslemek 'zorunda' değildir... Böylelikle emirlerle yiyecek verme arasında yakın bir bağ gelişir... Ölümle tehdit edip, kaçmak zorunda bırakmaktansa, bir canlıya bütün canlıların istediği bir şey vaat edilir ve bu vaade sıkı sıkı uyulur. Efendiye bir yiyecek olarak hizmet etmektense, kendisine yemesi için yiyecek verilir."
Celladın Sızısı?
Bir 'cellat' sızı duyabilir mi? Ona öldürmesi söylenir, o da öldürür. O kadar. Böyle bir emre direnecek konumda değildir zaten. Kendisinin de onayladığı ve üstün bir 'güc' tarafından verilmiştir emir ve hemen uygulanmalıdır. "Cellat, bütün insanların en hoşnut olanı, sızılardan en az etkilenenidir. Cellat, yalnızca kendisinden öldürülmesi istenenleri öldürüyor olsa da, öldürmesi için ölümle tehdit edilen insandır..." Onun için 'cellat yatağında uyanıp bir gece, tanrım bu ne bilmece, ben ölmekteyim öldürdükçe' diye bir sızı duymaz, duyamaz. Duyuyorsa zaten cellat değildir!
Resmi katiller' hoşnutturlar. Legal davranmaları, yasalara uymaları, insana değer vermeleri beklenmez. Yasadışıdırlar ve 'güc'lerini buradan alırlar. 'Zor olan!' yarı resmi katillerin durumudur. Belli bir yasal çerçevede kalmak zorundadırlar. Sorgulanmamak, suçlanmamak için rahatlıkla öldürebilmek için illegal olmaya özenirler. İyi kötü bir 'demokrasi' çerçevesinde rahatlıkla görevlerini icra edemezler!
"Resmi katiller, kendilerine verilen emirler doğrudan ölüme yol açtığı için nispeten hoşnuttur. ir hapishane gardiyanının hayatı bir celladınkinden çok daha zordur... Aslında o bir araçtan başka bir şey değildir, ama yine de kurbanları ölürken o yaşar ve bu yüzden hayatta kalma prestijinin birazı ona düşer ve toplum dışı bırakılışını telafi eder. Kendisine bir eş bulur, çocukları olur ve normal bir aile hayatı sürer."
Emir: En Tehlikeli Unsur
Emir altında hareket edenlerin, en dehşet verici görevleri yerine getirmeye hazır oldukları, bu emirleri yerine getirirken suçluluk duymadıkları, pişman olmadıkları bilinir. Bir yüzleşme bile onları kendilerine getirmez. Tüm insanlardan ne daha iyi, ne daha kötü olduklarını düşünürler. Bu 'insan'ları tanıyanlar, haksız bir biçimde yargılandıklarına dair yemin etmeye bile hazırdır.
Canetti, emrin insanoğlunun toplumsal yaşamındaki en tehlikeli unsur olduğunu belirtir.
"Onun karşısına çıkacak ve egemenliğini yıkacak cesaretimiz olmalıdır. Yoksa asla özgür olamayız."
1