Nasıl günlerden geçtiğimiz malum, her sabah yeni bir güne değil, yeni bir gündeme uyanıyoruz. Haber kaynaklarımız kısıtlı, artık büyük medyadan almıyoruz haberleri çünkü gördüklerimiz gerçeğin parçaları bile değil.
Her an aramakla meşgulüz, en ufak bir bilgi kırıntısına ulaşabilmek için uğraşıyor, didiniyoruz. Medyanın yüzü hiçbir zaman ak değildi bu da bir gerçek ama yaşadığımız süreç artık büyük patronların birebir habere müdahale ettiği, yaşanan olayların saatlerce saklanabildiği, gösterilmediği ve üzerinin örtüldüğü başka bir dönem.
Bir gün gerçekten çok daha ileriden bugünlere baktığımızda neyi, nasıl yaşadığımızı, hatırladığımızı anlamlandıran en anlamlı duygu "tedirginlik" olacak. Gazetecilerin neyle yargılandığını bilmeden yargılandığı, savunma metinlerinin elden ele internette, sosyal medyada dolaştığı ama bir yandan da bir sabaha karşı üzerine bombalar yağan çocukların haber bile ol(a)madığı bir dönem bu.
Yan masanızda kimin oturduğunu bilmemenin tereddütü ile telefonda duyduğunuz her bir yankının ürperttiği zamanlar bunlar. Yazmaktan, yaşamaktan, nefes almaktan korkulur oldu. Herhangi bir şeyi protesto ettiğinizde gözaltına alınabilir ve Ahmet Şık'ın dün mahkemede bahsettiği gibi ceza kanuna uydurulmuş bir iddianame ile herhangi bir örgüte mensup olduğunuz gerçeğiyle karşılaşabilirsiniz. Metin Lokumcu'nun ölümünü protesto eden gençler altı ay sonra çıkabildiler cezaevinden, hâlâ neden içeride olduğunu bilmeyen onlarca gazeteci, öğrenci var.
Biz arada kalanlar değiliz, arkada kalanlarız, yan yana geldiğimizde çoğul gibi görünsek de isimsiziz ve yeraltındayız aslında, görünmeziz, çünkü açıkça söyleyemesek de tedirginiz.
Şimdiki zaman yoksuluyuz
İnsan doğasının en ilginç özelliklerinden biri der Lotze, her şimdiki zamanın kendi gelecek zamanı karşısında duyduğu yoksulluktur. İleride bugünlerin tarihi nasıl yazılır bilmiyorum ama yaşadığımız süreçte Lotze'nin dediğine benzer bir biçimde 'şimdiki zaman yoksulu'yuz, içinde bulunduğumuz bu tereddütle karışık tedirginlik hali bizi yoksun ve yoksul kılarken, geçici bir körlük, bilinçsiz bir reddediş ortamı sunuyor.
Yine de henüz olmamış olan da tarihin bir parçasıysa eğer, alacağımız yer küçük alıntılar, görüntülerden başkası olmayacak ve biz hangi birinin diğerinden daha meşru olduğunu da anlayamayacağız. Tarih gün gelir düş dağıtır mı bilinmez ama yazacağı gerçeğin bizim gerçeğimiz olmayacağı çok açık.
Ünlü Alman düşünür Walter Benjamin'i bilirsiniz, Naziler'e yakalanmamak için bir grupla birlikte Güney Fransa'dan İspanya'ya kaçmaya çalıştığı gece durdurulur. İspanyol polisi geri gönderileceklerini söyler, Benjamin için Fransa'ya dönmek Gestapo'ya teslim olmaktır, o gece yanındaki siyanür tabletlerini içip ölmeyi tercih eder, oysa aynı sabah Benjamin'le birlikte olan diğer insanlar sorunsuz bir biçimde sınırdan geçip İspanya'ya ulaşabilmişlerdir.
Sürgün olmadan yaşayabileceksek, payımıza düşen koskoca bir tedirginlik hali. Bu durum da bize bir avuç siyanür bırakıyor; elimizde bir avuç siyanür, teslim olmamayı bekliyor gibiyiz ve asıl işte bu yüzden "tedirgin"iz. (JB/IC)