Ekonomi, HDP’nin Yeni Yaşam programında sadece “Ekonomi” başlığı altında değil, aslında her alt başlık altında var. HDP’nin bildirgesini daha dikkatli incelerken ekonominin müstakil bir alan olarak tasavvur edilmediğini, Yeni Yaşam inşası süreci içinden, bütünlüklü bir şekilde yeniden düşünüldüğünü gözönünde bulundurmanın yararlı olacağını düşünüyorum. Bu anlamda her ne kadar “Biz’ler” kurgusu halkları kimlikler üzerinde tasnifliyor gibi görünse de her bir başlığın altında belirlenen politikalar sözkonusu kimliklerin yaşamlarını haysiyetle yaşayabilmeleri için gerekli koşulların oluşturulması, varolan adaletsiz koşulların dönüştürülmesi amacıyla oluşturulmuş.
Örneğin “Biz’ler Kadınız” başlığı altında bakım emeği toplumsallaştırılmasıyla ilgili değerlendirme ya da “Biz’ler Genciz” başlığı altındaki kent merkezlerinde ücretsiz internet, ulaşım ve iletişim için aylık 200 TL’lik kart, ya da vicdanî ret ve askerlik yerine kamusal hizmet önerilerinin son derece önemli ekonomik boyutları da var. Ayrıca ayrımcılığın ekonomik faaliyetler üzerinde ölü bir yük teşkil ettiğini ve ayrımcılığın ancak bir taraf bu durumdan belli bir fayda elde ediyorsa sürmeye devam edeceğini neoklasik iktisatçılar bile epeydir belirtmekte. Bu anlamda her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasının en dar anlamıyla ekonomik verimliliği arttıracağı konusunda iktisatçıların hemfikir olduğunu bile söyleyebiliriz. “Eşdeğer işe eşit ücret” düsturunun gerçekleşmesinin gerek kadın ve erkek, gerek farklı etnik gruplar arasındaki eşitsizlikleri ortadan kaldırarak iktisadi teşviklerde adalet hissi yarattığı için bireylerin yeteneklerini çok daha istekli bir şekilde ortaya koyup değerlendirmesine yol açacağını, ayrımcılığın olmadığı bir toplumun ayrımcı bir topluma nazaran daha geniş ve derin bir yetenek havuzuna sahip olacağını ve bu durumun ekonomiyi daha sağlıklı kılacağını tahmin edebilmek için, sanırım iktisatçı olmaya gerek yok. Benzer bir şekilde, anadilinde (ya da, bildirgede rastlamadığımız için burada ekleyelim, çok dilli) eğitimin toplumun yaratıcı-bilişsel kudretlerini tüm zenginlikleriyle değerlendirebilme olanağı sağladığı için olumlu ekonomik etkileri olabileceğini görmemek mümkün değil.
Ne var ki, kimlik siyasetine atıfla oluşturulduğu izlenimi veren “Biz’ler” kurgusu bir yanıyla seçim bildirgesini daha anlaşılabilir, özdeşleşilebilir kılmakla birlikte, bildirgenin arkaplanını oluşturan bütüncül ekonomi anlayışının algılanmasını zorlaştırıyor. Bu yazıda bu genel çerçeveyi yorumlayarak biraz netleştirmeye çalışacağım.
Öncelikle bildirgedeki vaatlerin kelimenin olumsuz anlamıyla popülist vaatler olmadığının bütünlükçü bir ekonomiyi toplumsallaştırma ve demokratikleştirme stratejisinin dikkatle belirlenmiş kaldıraç önerileri olduğunun altını çizmemiz gerekiyor.
Ekonominin demokratikleştirilmesi
“Ekonomiyi demokratikleştirme”den kastedilen, “toplumla beraber, eşitlikçi, paylaşımcı, cinsiyet eşitlikçi, ekolojik” bir iktisadiyatın, sağlıklı ve güvenceli bir yeni yaşamın unsuru olarak yeniden inşasıdır. Bu inşa sürecinde “emekçilerin ekonomik ilişkiler üzerindeki denetimini artırmak” temel bir yönelim olarak vurgulanmış.
Bu yönelime ister demokratik sosyalizm adını verelim, ister radikal (ekonomik) demokrasi diyelim, temel olarak yön ekonominin demokratikleştirilmesi olarak belirlenmiş ve bu toplumsal dönüşümün gerçekleşmesi için bildirgede devlete kolaylaştırıcı rolü biçilmiş. HDP iktidara gücü elinde toplamak için değil, gücü ve iktidarı topluma dağıtmak için gelmek istediğini zaten hep söylüyor. Bu anlamda demokratik özerklik programı ile HDP’nin burada ilk defa somutlaştırmaya başladığı “güvenceli yaşam ekonomisi” programı arasında bir devamlılık söz konusu.
Ekonomiyi demokratikleştirilebilecek bir alan olarak varsayıyor, HDP’nin bildirgesi. Bu çok önemli bir varsayım. Başka bir ifadeyle ekonomiyi yekpare kapitalistleşmiş bir yapı olarak görmüyor. Evet, bildirgeyi kapsamlı bir kapitalizm eleştirisi olarak da okumamız mümkün. Keza, Figen Yüksekdağ’ın konuşmasının hemen başında belirttiği gibi bildirgede sunulan “her başlığın arkasında büyük mücadeleler var.” Ama bildirge bunun ötesine geçerek ekonomik alanın piyasalar ve fabrikalardan çok daha geniş olduğunu, yaşamın yeniden üretildiği her alanda gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerin de ekonominin bir parçası olduğunu varsayıyor. İşte tam da bu yüzden kapitalist ekonominin görünmez hinterlandını oluşturan bakım emeğini de hesaba katan “kadın ekonomisi”nden bahsediyor, bunu programının en önemli ögelerinden birisi olarak merkeze yerleştiriyor. Ya da gene tam da bu yüzden Türkiye’de yıllardır işsizlik oranı yüzde 20’lerde dolaşan, kayıt-dışılığın (ve hatta ekonomi-dışılığın) “karanlık kıtası”na itilmiş gençlerin üretimle buluşabilmelerini, kentsel alanda, kır-kent arasında rahatça dolaşabilmelerini, birbirleriyle engelsiz ve özgür bir şekilde iletişebilmelerini sağlayacak önemleri sıralayabiliyor. Ve gene tam da bu yüzden tarımda kendine yeterliliği şiar edinerek geçimlik tarımı destekleyeceklerini ilan ediyor. Bu üç alan bile HDP bildirgesinde kapitalizm dışında kalan, ama bir o kadar da kapitalizmin sert ve gayri-insani dinamiklerinin, yalpalanmalarının olumsuz etkilerine maruz kalan ve metalaşma süreçleriyle kapitalizmin içine çekilme tehlikesiyle yüzyüze olan “öteki” ekonomilerin son derece önemli bir yer aldığını gösteriyor.
Ama bildirge bu “öteki” ekonomileri romantize etmiyor. Amacı bu “öteki” ekonomilerin oluşturduğu alanları kapitalist meta ekonomisinin boyunduruğuna girmekten korumak ve bu alanlara yaslanarak yeni yaşamın güvenceli dayanışma ekonomisini örmek. Bildirgedeki başlıkları bu çerçeveden okuyunca programın aslında nasıl bütüncül bir ekonomi politikasına sahip olduğu sanırım daha kolay görünür olacaktır.
Dayanışma Ekonomisi
HDP’nin seçim bildirgesinde birçok noktada üretim ve tüketim alanında özyönetime dayalı kooperatifler ve dayanışma ekonomisinden dem vuruluyor. Özellikle özyönetime dayalı kooperatifler soyut bir idealin dillendirilmesi olarak değil, somut sorunlara gerçekçi çözüm olasılıkları olarak bildirgeye dahil edilmiş. Güvenceli yaşam ekonomisinin inşasında farklı alanlarda üretim ve tüketim kooperatifleri, emekçilere iş güvencesi ve tüketicilere sağlıklı tüketim mallarına ulaşım, ve her iki kesime birden (günün popüler tabiriyle) “öngörülebilirlik” sağlamaları açısından bildirgede önemli bir yer tutuyor. Somut olarak kooperatifler, yerel yönetimlerin hizmet aldığı işletmelerdeki taşeronlaşmaya, tarımda kendine yeterlilikte gözlemlenen ölçek sorununa ve yaygın genç işsizliğe çözüm olarak öneriliyor.
Bununla birlikte dayanışma ekonomisini sadece kooperatiflerle sınırlamak son derece yanlış olur. Örneğin, bildirgede yer alan açık kaynak kodlu özgür yazılım vurgusu dayanışma ekonomisinin günümüzde giderek önem kazanan bilgi ekonomisindeki tezahürü olarak okunmalı. Kuşkusuz bu vurguyu daha genel bir düşünce özgürlüğü bağlamı içinde değerlendirmek de gerekiyor. Türkiye’nin bilgi ekonomisinde sadece tüketici olarak değil, üretici olarak da varolmasını mümkün kılacak en önemli önkoşul düşüncenin özgürleşmesidir. Başka bir ifadeyle, düşünce özgürlüğüne yapılan vurgunun bile iktisadi boyutları var. Ama burada HDP, belki benzer bir şekilde düşünce özgürlüğüne vurgu yapan diğer partilerden ayrı olarak küresel mücadelelerle zamandaş bir tercih yaparak mülkiyetçi bir bilgi ekonomisi yerine açık kaynağa dayanan, bilginin müşterek olma halini önceleyen, dayanışmacı bir ekonomiden yana taraf tutuyor.
Ve son olarak haftalık çalışma süresini, ücret kaybına yol açmadan 35 saate düşürmek önerisi sadece istihdam açısından değil, çalışanların arta kalan zamanlarında zaten iştigal ettikleri “öteki” ekonomilere (bakım emeği, örgütlenme emeği, vb.) zaman açabilme ve bakım emeği bağlamında kadın-erkek eşitliği sağlama olasılığı açısından da önemli bir öneridir. Burada dayanışma ekonomileri açısından da önemli olan farklı meclislere (kadın, gençlik, mahalle, vb.) vakfedilmesi gereken örgütlenme ve katılım emeğinin öneminin altını ayrıca çizmemiz gerekiyor. HDP, bireyleri ve toplulukları bir müşteri gibi değil, yeni yaşamın kurucu özneleri olarak telakki ediyor. Bu açıdan bakıldığında haftalık 35 saat çalışma saati önerisinin istihdam üzerindeki etkilerinin ötesinde, radikal bir dönüşümün kaldıracı olma imkânı da vardır. Radikal dönüşümden kastedilen ise kapitalist mülkiyet, rekabet ve meta ilişkilerinin yaygın ve egemen olduğu müstakilleştirilmiş ekonomik alanın yeniden toplumsallaştırılarak, çalışanların ekonomik ilişkiler üzerindeki denetiminin arttırıldığı, cinsiyet eşitlikçi ve ekolojik bir dayanışma alanına dönüştürmektir.
Başka bir büyüme rejimi: Ekolojik ve “sağlıklı”
Bildirgenin ekolojik yöneliminin belki de en önemli ekonomik boyutu enerji tasarrufuna yapılan vurgudur. Son derece yerinde bir vurguyla sosyal yardım değil sosyal hak olarak sunulan Temel Güvence Paketi’ne dahil edilmiş olan “her eve ücretsiz ayda 10 m3 su, 180kW/h elektrik” önerisi enerji tasarrufuna son derece önemli katkı sağlayabilecek bir düzenleme. Benzer bir şekilde, hem bireysel taşıt yerine toplu taşıma vurgusu, hem de (özellikle Anadolu’daki daha küçük metropollerin göç almasını yavaşlatması amacıyla programa dahil edilmiş) köy-kent ulaşım entegrasyonu vurgusu köyde yaşayıp gerektiğinde kente kolaylıkla ulaşabilmeyi sağladığı ölçüde köy-kent dengesizliğini düzeltebilecek ve enerji tasarrufunu mümkün kılabilecek öneriler.
Programda “sağlıklı büyüme” olarak kavramsallaştırılan yeni bir büyüme rejimini mümkün kılabilecek ve ekolojik bakış açısından olumlu etkileri olabilecek bu ve benzeri önerilerin enerji tasarrufunu bu derecede öne çıkartması son derece önemli. Keza, enerji tasarrufu ve yenilenebilir enerjiye verilecek olan önceliğin, hem üretici ve tüketicinin bütçesini rahatlatıcı hem de makro dengeler açısından (enerji ithalatının önemli bir kalem oluşturduğu) ticaret açığını ve dolayısıyla cari açığı azaltıcı etkileri olduğunu biliyoruz. Burada yenilenebilinir enerji üretiminin kooperatif yapılarla da son derece etkin bir şekilde örgütlenebileceğini hemen anımsatalım.
Belki de HDP’nin en popülist, en dikkat çeken ekonomik “vaadi” asgari ücreti çalışanlar (ve emekliler) için 1800 TL’ye yükseltmek. Bu vaadin bu seçim sürecindeki belki de en önemli etkisi DİSK’in 4 kişilik bir aile için belirlediği 3600 TL yoksulluk sınırını tüm topluma duyuracak olması. Burada birçok yorumcunun belirttiği üzere önemli bir kaygı yükselen asgari ücretin kâr hadleri üzerine baskı yapması ve dolayısıyla ya tüketim ürünlerinin fiyatlarının artmasına ya da yatırımın azalmasına neden olmasıdır. Oysa bu olası etkiler Türkiye gibi ihracatta düşük ücret üzerinden göreceli avantaj sağlama döneminin çoktan geride kaldığı ve iç talebin çok önemli olduğu ülkelerde dinamik ve orta vadeli bir perspektifte değerlendirilirse daha bütünlüklü bir tablo oluşturulabilir. Keza, artan asgari ücretin talep etkilerinin halihazırda durgunluğa girmiş olan piyasaları canlandırması da söz konusu olacaktır. Kaldı ki, yaşanabilir düzeyde asgari ücret adil ve “sağlıklı” bir büyüme için gereklidir.
Reformist mi, hayalci mi? Hayır, teşekkür ederim.
Toparlamak gerekirse, her başlığın ardında sermaye birikim sürecinin yarattığı çeşit çeşit yıkıma direnen toplumsal hareketlerin mücadele ve muhalif bilgi birikimini görebilmek mümkün. Ama HDP’nin bildirgesi sadece anti-kapitalist bir bildirge olarak okunmamalı. Bildirge, ekonomiyi kendinden menkul ve müstakil bir alan, fetişleştirilmiş bir sayılar dünyası olarak değil, yaşamın yeniden üretilmesi olarak düşünüyor ve kapitalizm-sonrası bir toplumun hemen, şimdi inşasını da tahayyül ufkuna yerleştiriyor.
Bu bildirge kuşkusuz azami devrimci bir perspektiften bakıldığında eksikli, piyasacı perspektiften de hayalperest olarak görülecektir. Evet, piyasa perspektifinden bakıldığında hayalperest olduğu doğrudur, çünkü verili ekonomik ilişkileri dönüştürmek üzere ve başka bir ekonomiyi, yeni bir yaşamı tahayyül edip gerçekleştirmeye kalkışmaktadır. Eksiklik olduğu da kuşkusuz doğrudur, çünkü Türkiye’nin kemikleşmiş sorunlarına yeni, yaratıcı, acil ve somut çözümler icat etmeyi kendine dert edindiği ölçüde daha uzun erimli toplumsal ve ekonomik dönüşümler programda bir ufuk olarak yer almıştır.
HDP’nin seçim bildirgesinin ilan edildiği siyasi, kültürel, iktisadi ve ekolojik bağlam içinde değerlendirilmesi gerekir. Bugünün Türkiye’sinde HDP’nin amacı yeni yaşamı kurucu özneler olarak gördüğü bileşenleriyle birlikte somut mücadeleler içinden örerek ekonomik mantığın iktidarını kısıtlamak, dizginlemektir. Bu nedenle ne azami programlardan daha az devrimci ne de piyasacıların sandığı gibi salt hayalperesttir. HDP bildirgesindeki her satırbaşı belli somut mücadelelerin ortaya koyduğu duruşlardır. Bu haliyle HDP’nin seçim bildirgesi Türkiye sollarının “gerçek hareketi”nin manzumesidir. (YMM/HK)
* Yahya M. Madra, Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi, Ekonomi Bölümü öğretim üyesi. İktisadi düşünce tarihi, ekonomik alternatifler, Marksist ekonomi politik ve Lacancı psikoanalitik kuram arasındaki ilişki ve kültürel yapıların ekonomş politiği üzerine çalışmaktadır. (@ymadra)