Soma'daki işçi kıyımına duyduğumuz tepki ve üzüntünün yoğun tesiri altında Ege Üniversitesi’nde gerçekleştirilen 7. Ege Belgesel Film Günleri, hem Türkiye’de, hem dünyada insan haklarının layıkıyla tartışılmasına tekrar zemin oluşturdu.
Kindar eylem ve söylemlerinden vazgeçmeyen bir hükümetin gölgesi memleketi zorlamaya devam ederken etkinlikte gösterilen Nefret adlı belgesel, Türkiye'de linç kültürünü mütemadiyen canlı tutan zihniyeti bir kez daha teşhir etti.
Hafta boyunca İzmir'in en özgürlükçü eğitim kurumlarından olmasına rağmen üniversitede yasaklar ve müdahaleler hararetin artmasına sebep oldu, öğrenciler gözaltına alındı.
Basit hayatlarla mutlu olabilmek!
"Yahudi'ye, Hıristiyan'a kız verilmez" diyenlerin, "En iyi Kürt ölü Kürt" diye haykıranların, hamile kadınların sokakta gezmemesi gerektiğini savunanların memleketi Türkiye'nin medeniyet konusunda katedilecek uzun bir yolu olduğu kesin. "Hassas vatandaşlar"ın namus, kutsal değerler, din, milliyet veya bayrak üzerinden her fırsatta uyarılması yüzünden tedirgin ve tetikte yaşamak, ayrımcılık ve ırkçılığa maruz kalmak tüm ötekileştirilenlerin, iktidar sahibi çoğunluktan farklı olanların gayet iyi bildiği bir durum.
Yönetmenliğini Esra Açıkgöz ile Hakan Alp'in yaptığı 60 dakikalık Nefret adlı belgeselde bir Hıristiyan vatandaş "İnsanların kahramanca yaşaması gerekiyor Türkiye'de özgür olmak için, oysa biz sıradan basit hayatlar yaşayarak mutlu olabilmeliyiz" diyor.
2007'de Malatya'daki Zirve Yayınevi’nde üç kişinin Hıristiyan oldukları için katledilmesi, akabinde Ankara, Malatya ve Adana gibi kentlerde mevzubahis cemaatin üyelerini görenlerin elleriyle boğaz kesme hareketi yapmaları farklı dinden olanlara duyulan nefretin açık göstergeleri.
Belgeselde 1978 Maraş Alevi katliamına şahit olan bir kadın anlatıyor: "Adama sordum neden diye, 'Gâvurları öldürüyoruz dediler, ben de gittim öldürdüm' dedi… Hamile kadınların karınlarını kesiyorlar, ceninleri duvara çiviliyorlar, duvarlara ölülerin kanlarıyla yazı yazıyorlar… baltayla insanları kesen bir vatandaş onu durduran komutana 'eve gitmem lazım, çocuğum kapıda anahtarı yok' diyebiliyor… Şehir 'gâvurlar Maraş'ı bastı, öldürün, malına el koyun, cennete gideceksiniz, Kızılbaşları öldürmek sevaptır' nidalarıyla çınlıyor, sonrasında katlettikleri insanların dairelerini pay edemeyen iki kişi arasında çıkan kavgaya jandarma müdahale ediyor…"
Metin Lokumcu'nun ölümüyle ilgili Ankara'daki protestolara katılan bir eylemci "Bir kadının gülüşüne bile tahammülleri yok, slogan atmasına, bağırmasına, talebini ifade etmesine nasıl tahammül edebilecekler?” diyor. Kameraların kaydettiği olayda kadın düşmanlığı ayyuka çıkıyor, panzerin üzerine tırmanıp flama sallayan protestocu kadın hakaretlere uğruyor, 46 polisin şiddetine maruz kalıyor: Ülkenin başbakanı konuşmalarında eylemcinin cinselliğini sorgulayacak kadar ileri gidiyor, doğal olarak memlekette kadın cinayetleri, tecavüzler artarak sürüyor.
Neyse ki bilhassa kadınların kamusal alanda özgürleşmesinin ifade şekilleri Gezi Direnişi sırasında yüksek seviyelere ulaştı, çoğalarak da devam edecektir.
Belgesel, Ermenilerle aynı binada oturmak istemeyenlerden Rahip Santoro cinayetine, Kürt olduğu için katledilen Fevzi Çelik'ten askerliği sırasında öldürülen Ermeni Sevag Balıkçı'ya, geçen yaz polislerin avukatlara Çağlayan Adliyesindeki müdahalesinden Talimhane'deki palalı saldırgana, gayet geniş bir yelpaze sunuyor.
Diyarbakırlı bir transın ailesi tarafından dövülüp zincirlenmesi, Hizbullah meclisi tarafından ölüm fermanının yazılması ve ardından abisinin infaza girişmesi Türkiye'de her an ölüm tehdidiyle yaşayan trans bireylerin vahim durumunu açıkça ortaya koyuyor.
Roman bir ailenin Selendi'de linç girişimine uğraması, akabinde sürgünde yaşamaya mahkûm olması veya Küçükçekmece'de 19 yaşındaki Aykut Alıcı'nın saçını uzatıp lens taktığı için 2010'da dokuz kişinin saldırısına uğrayarak öldürülmesi ve saldırganlardan sadece birinin müebbet hapis cezası alıp diğerlerinin serbest kalması faşist rejimin sultasındaki memleketin hukuksuzluk alametifarikaları; zamanında Ahmet Kaya'yı karalama kampanyası, KTÜ'de öğrencilere yapılan saldırı veya Şafak Pavey'in engelli bir kadın olarak Taksim'de geç saatte bulunmasını sorgulayan polis, doktor hatta hâkimin çarpık tavrı da öyle…
Tarihî hadiselerden Ermeni soykırımı, İstanbul'un Rumsuzlaşmasına sebep olan 6-7 Eylül 1955 talanı, Sivas'taki Madımak katliamında güvenlik kuvvetlerinin pasifliği veya Hrant Dink cinayeti faillerinin hâlâ ortalıkta gezinmesi de devletin konuya ne kadar hâkim olduğunun muhtelif ispatları.
"Bizim ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz, ne affedersiniz Rumluğumuz kaldı" diyen bir yöneticinin mevzubahis gelenekten feyz aldığı kesin…
Ege direniyor
Soma madeninde yaşanan faciayı protesto amacıyla EÜ öğrencileri 14 Mayıs günü dersleri boykot edip Bornova Hükümet Konağı'na yürüyerek oturma eylemi yapmıştı. 19 Mayıs günü ise bu yıl onuncusu düzenlenen Canan Kulaksız Alternatif Öğrenci Şenliği için Edebiyat Fakültesi önünde hazırlık yapan öğrencilere müdahale eden çevik kuvvet ekipleri ile sivil polisler 20'den fazla öğrenciyi gözaltına alarak gerginliği artırdı. Soma'daki madencileri anma amacı da taşıyan şenliği engelleme girişimine tepki gösteren ve sahne alması beklenen Grup Yorum üyeleri her şeye rağmen katılım konusunda kararlı olduklarını bildirdiler.
Maden faciasının ta kendisi gerekçe gösterilerek EÜ Rektörlüğü tarafından şenliğin engellenmek istenmesi yetmezmiş gibi üniversitede adeta olağanüstü hal durumu hissedildi: Kampüsün ana girişinde TOMA'lar ve çevik kuvvet ekipleri hazır bekletildi, ayrıca tüm girişlerde araçlar tek tek durdurularak arama yapıldı.
Ses ve sahne için gerekli ekipmanlara el konulmasına rağmen Grup Yorum 21 Mayıs akşamı akustik bir dinletiyle ölüm orucunda kaybedilen Canan Kulaksız'ı ve Soma'da can veren 301 işçiyi andı, seyircilerin katılımıyla tüm dünyadaki devrimcilerin sevgilisi Bella Ciao'nun tınıları göğe yükseldi.
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğrencilerinin kurduğu Çaylak Haber sitesinde belirtildiği gibi, 22 Mayıs günü ise, EÜ öğrencileri rektörlükle polisin engellemelerini ve Soma faciasını protesto için dersleri boykot etti, Edebiyat ve İletişim Fakültelerini boşaltarak girişlerini zincirledi, Yabancı Diller Binasını da işgal etti.
Öğrenciler 19 Mayıs'ta gözaltına alınanlardan özür dilenmesini, rektörlüğün Soma'daki maden faciasına yönelik bir açıklama yayımlamasını ve işgal eylemine katılanlara soruşturma açılmamasını talep etti. Kampüs ana girişinde çevik kuvvet ve zırhlı araçlar ile yoğun güvenlik önlemleri tekrar alındı.
Öğrenciler talepleri kabul edilene kadar eylemlerini sürdüreceklerini açıklarken bina girişine sınıflardan çıkarılan masa ve sıralarla barikatlar kuruldu. Rektör Yardımcısı Prof.Dr.Atilla Silkü ile yapılan görüşme sonrasında öğrenciler Rektör Candeğer Yılmaz'ın Soma'daki maden faciasına ilişkin açıklama yapmasına kadar işgal eylemini sürdürme kararı aldılar.
23 Mayıs Cuma sabahı saat 2:30 itibarıyla polis helikopter ve itfaiye araçları destekli, TOMA’lar ve çevik kuvvet ekipleriyle operasyon başlattı. Biber gazı ve plastik mermiyle müdahale sürerken gazdan etkilenen öğrenciler işgal edilen binanın çatısına çıktı, bu arada EÜ Bornova Kampüsüne girişler ve çıkışlar yasaklandı. Sert müdahalenin sonunda 34 kişi gözaltına alındı, mevzubahis öğrenciler Seyfi Demirsoy Devlet Hastanesine götürüldü. Nefret ve baskı sürüyor. (MT/HK)