Aile mefhumuna ilişkin olarak; “insanların birbirlerine kayıtsız olmadığı her yerde vardır”, ‘inşa edilen küçük bir dünyadır’, ‘dış tehditlerden korumaya yetecek kadar içe dönük, hareketi ve değişikliği mümkün kılacak kadar dışa açıktır’, ‘çok yönlü değişebilir, kaybolabilir ve terk edilebilir ama tarihsel ve kişisel durumda (bile) özü aynı kalır”, “iki kişiyle başlayıp bitmez ve sürekli yeni biçimlerle can bulur” vb. gibi saptamalar yaparak giriyor söze Wilhelm Schmid.
“Kimsenin ve hiçbir şeyin geleneksel, töresel ve dinsel normlara itaat etmesinin gerekmediği 21. yüzyılda, çocuklu veya çocuksuz, bir veya çok evde mukim, büyük çeşitlilikle var olmaya devam eden” aile; “dış dünyanın koşulları belirsizleştikçe, herkes kendini korunup kollanmış hissedebileceği bir ağa bağlanma ihtiyacı da arttığı” için “modern çağın getirisi özgürleşmelerin ardından arzulanmaya değer bir rikkat kaynağına dönüşür” diye devam ediyor 1953 doğumlu Almanyalı felsefeci Wilhelm Schmid.
Aile, kendini iyi hissetmenin ve birlikte yaşamın temeli olduğu kadar zahmetlidir
“Ailede hikayesini bildiğimiz ve hikayemizi bilen, çok şey yaşadığımız, ilgilendiğimiz ve bizimle ilgilenen, yardım ettiğimiz ve bize yardım eden, her zaman muhatap olabileceğimiz, ne yaşadığımızı, ne yaptığımızı ve ne tasarladığımızı bilmek isteyen birisi vardır. Aile aynı zamanda bir çatışma alanıdır. Ailede karşıt çıkarlar ve görüşler ortaya çıktığında herkes yatkınlıklarını ve hoşlanmadıklarını, kendi kanaatlerinin lehine ve aleyhine olabilecek gerekçeleri öğrenir” diyor; “Anne Baba Ve Büyükanne Büyükbaba Olmanın Sevinçleri Üzerine" (İletişim Yayınları, 2018)” adlı kitabında Wilhelm Schmid.
Kendini emanet edebildiği bağları olanlar, hayatın içinde daha –mı- az savrulur
“Hayatı öğrenmenin yeri ve yaşama sanatının talim alanı” olan ”aile gibi küçük bir hücrede –bile- sorular sorma, sorunları çözme, çatışmalara arabuluculuk etme ve bir şeyleri değiştirme zor” iken bunun toplum ölçeğinde farklı olması mümkün değildir” ancak “aile içinde hissedilebilen samimiyet ile korunup kollanma hissi, enerjilerin serbest mübadelesini mümkün kılar. Hayatı yoğun şekilde hissedilebilir kılan ve herkesin kendini geliştirebilmesini sağlayan insan sıcaklığı böyle meydana gelir.” diyen Schmid’in son kitabı küçük hacimli ama büyük söylemli.
Aile: insan tanımayı öğrenir, ilişki yordamları geliştirir
Bazılarına göre yıpranmış, -hatta geri kalmış- dış dünyanın belirsiz koşulları karşısında hala korunup kollanılan, güven dolu ve destekleyici ortamıyla yuva olan ailede; çocukların anne babalarıyla, varsa büyükanne ve büyükbabalarla yoğun ve kuvvetli bağ dayanağında hayatı anlamlandırması ile kuşaklar arası alışverişin güzelliğine ve çatışmasız bir arada olmaya dair vurgulamalar yapıyor Schmid; çevirisi Tanıl Bora’ya, çizgileri Turgut Demir’e ait olan kitapta.
Aile, çoğu kez gayet iyi yaşanılan, bazen de tımarhane mi?
Toplumda giderek yaygınlaşan -ve tartışılan- arkadaşlardan oluşan yeni aile olgusundan da söz edilen kitap dört bölümden oluşuyor. Bu yazıda, anne baba ile büyükanne büyükbaba ile birlikte yaşayan çocuklara sorumluluk üstlenme, uzlaşma, kararlaştırılanlara uyma kabiliyetini vb. öğreterek atılım yapmalarını sağlayan; yetişkinlere de çocuklarla beraber yeniden büyüme ve dünyayı keşfetme olanağı sağlayan aile kurumuna ilişkin bireysel olarak katıl(ma)dığım ve çoğu tartışmalı olan konulara dair söylemlerin olduğu kitabın “Anne babayla çocuklar arasındaki sevgi” bölümünden notlara yer verilecek olup, “Büyükanneler ve büyükbabalarla torunlar arasındaki sevginin özellikleri” bölümü ayrı yazı konusu olacaktır.
Tesadüfi mutluluk: spermle yumurtanın buluşması
Modern öncesi zamanda ailenin bileşeni olan çocukların artık kişinin, aileyle meslek hayatını bağdaştırmaya çalışırken kısmen gelirden ve kariyerden feragat etmesine yol açtığını (Çocuklar pahalıdır. Seven hesap yapmaz -mı?-) vurgulayan Schmid, “aile de çocuklar da olmalı mı?” konusunu tartışıyor. Çocuklar iş çıkardığı, planları aksattığı, kişisel huzuru bozduğu, çok ilgi istediği, ebeveynin serbesti ve hareketliliğini kısıtladığı, eşler arasındaki ilişkiye yük getirdiği, bazen ilişkiyi kopararak yükü birinin üzerine bıraktığında göreli yoksulluk riski oluşturduğu için modernlik seyri içinde çocuksuzluk tercihinin arttığını söyleyen Schmid, “oysa” deyip ekliyor: “toplumun devamı için yeni kuşaklara muhtacız” ve ”hayat döngüsü içinde çocuklarla ilişki, bireyin faniliğini aşan bir bağlamın taşıyıcısıdır”, “çocuk yetiştirmek zahmetli ve çelişkilere gebe bir uğraş olsa da ortak sorumluluk eşler arasındaki ilişkiyi derinleştirir”.
Aile; duygusal deneyimler ile mutluluğun yeri
Zahmetli, şirin, ihtiyaçlarını bağıra çağıra söyleyen, yılmadan tatmin edilme talebinde bulunan çocukla, mola verip dinlenmeksizin bir arada olma zorunluluğu anne babanın kendilerine ait hayatı yok etmesinin yarattığı aile içindeki –kaçınılmaz- stresin, tarafların zaaflarını öne çıkardığı, ilişkiye itinayı azalttığını söyleyen Schmid, “eğitim seminerlerine katılın, kitap okuyun, aşırı yük altında ezilmek yerine çevrenizdekilerin yardım tekliflerini kabul edin, zamanı iyi yönetin, -mümkünse- mekanınızı genişletin, aile içi/dışında harcadığınız enerjinizi yenileyin” önerilerinde bulunuyor.
Oksitosin ve prolaktin hormonlarını erkekler de salgılıyor
Günümüzün kırılgan ve azami ihtimam isteyen çocuklarına ihtimam gösterirken aşınan, güç kaybı yaşayan ve dinlenemeyen annelere bilfiil yardım eden ‘alo-anneler’ in önemine değinen Schmid; babalık fikrinin oluşumunda kişisel babalık deneyiminin olumlu ve olumsuz yönlerinin, bireysel düşüncelerin ve başkalarıyla konuşmaların, medyadaki temsillerin, sosyolojik psikolojik ve nörobiyolojik bilgilerin payı olduğunu söylüyor.
Yazar, annelik duygularının temelindeki oksitosin ve prolaktin hormonu eksikliğinin kısa/uzun süreli “doğum sonrası bağlanma bozukluğu”na yol açtığını, bu hormonları erkeklerin de salgıladığını, çocuklarının doğumuna giren baba ile çocuk arasında ilişki yoğunluğunun arttığını da söylüyor.
Sadece çocuklar için yaşamaya amade olunmamalı
Duygulara bağımlı olmaksızın kendi annelik tarzını tanımlamanın kadınların meselesi olduğunu, çocuklara duyulan tutkulu sevginin anneyle baba arasındaki aşkı yaraladığını, çocuklar yalnızca enerji bağışçıları değil, aynı zamanda enerji hırsızları olduğunu, kendini çocuklara adamanın sınırı olması gerektiğini ve bu sınırın da anne baba ilişkisinin tehlikeye düştüğü nokta olduğunu söyleyen Schmid ekliyor: “Kendisini ihmal edilmiş sayan tarafa bir süreliğine imtiyaz tanımak ve bir süreliğine kendi ilişkilerine öncelik tanımak gerekir.
Çocuk-ebeveyn arasındaki sevgi, her zaman karşılıklı değildir
Schmid, ailenin mevcut yapısının her üyeyi etkilediğini, ayrılsalar bile anne babanın daima öyle kalacağını, ebeveynin karşılaştığı zorluklar ve yüklendikleri zahmetler nedeniyle kahraman olduğunu (?), çocuğun da daima onların çocuğu olarak kalacağını, bazı ebeveyn-çocuk arasındaki sevgi karşılık bulmadığında tek yanlı/ karşılıklı küskünlüğe yol açtığına değindikten sonra söyledikleri önemli. “Çocuk, ailede bulamadığı ‘şey’leri, arkadaş çevresinde bulmaya çalışır. Baba-oğul, anne-kız arasındaki çatışmanın kaynağında büyüklerin çocukları anlayamaması, çocukların da ebeveynlerini çekilmez bulması yatar. Büyüme sürecinde bedenen, ruhen ve manen alt üst olan ve henüz yetişkin olmayan çocuklar hayatın anlamını, çoğu kez reddiye cenahında bulur.
Ergen der ki: Hayat ya şimdi benim olacak ya hiç
“Ergen, kendiyle ve başkalarıyla özerk ilişki kurmak için ebeveynine canhıraş hücumlar yaparak özgürleştiğini düşünen ergeni ebeveyni salıverdiğinde çocuk ailesinin değil kendi koyduğu kurallara göre yaşayabilir mi?“ sorusuna Schmid’in yanıtı: “Kendini keşfetmeye çalışan ergenin, mutlaka ebeveynin tasavvur ettiği cevapları bulması gerekmez.”
Ebeveyn rüzgara karşı yürürken, ergen bazen sevgiden nefret doğurur
Yazar, ebeveynleri “ergen çocuğunuzla ilişkinizi kopartmayın” diye uyarıp önerilerini sıralıyor. Ona doğruları -her şeye rağmen- söyleyin ancak bunu hemen değil ilerleyen zamanlarda uygulamasını bekleyin. Geçici olan ergenlik döneminde, çocuğunuzla birlikte değişimlere ayak uydurursanız, günün birinde artık hiç anlayamadıkları dünyanın ellerinden kaydığını fark etmek zorunda kalmazsınız. Yıllar süren ebeveynli yaşamın olanaklarını ardında bırakıp artık ergin olan evladınız, çoğu kez geride bıraktığı bir sürü olanağı yitirdiğine hayıflanır. Bu süreç de anne baba, bedenen, ruhen ve zihnen yaşlanmaya başladığından çocukları, -onlara olan sevgisini kanıtlayacağı- bir sınav bekler.
Annem babam yaşlandığında, -belki de yük haline geldiğinde- nasıl davranılmalıyım?
Yaşlandığımda, -yardıma muhtaç hale geldiğimde- çocuklarımdan nasıl bir muamele görmek isterim?
Schmid’in bu iki soruya yanıtı aynı: Yaşlanırken belki kendileri tekrar çocuk olacak olan ebeveyne, çocukların nasıl muamele etmesini istiyorsak, çocuklara da öyle muamele etmeliyiz. Çünkü, çocukların ileride nasıl davranacaklarını, onların yetişirken nasıl biçimlendirildiğine bağlıdır. (ÇT)