*Fotoğraf galerisi için tıklayın.
Apartheid sonrası Güney Afrika'nın anayasası, dünyadaki en demokratik ve modern anayasalardan sayılıyor. Kadın haklarını da güvence altına alan ve 1997'de yürürlüğe giren Güney Afrika Cumhuriyeti Anayasası'nın ilk maddesinde sıralanan temel değerler arasında, ırkçılık ile cinsiyetçilik karşıtlığı eşitlenip yer alıyor.
1994'te yapılan ilk özgür seçimlere yüzde 30'luk kadın kotası ile katılan Afrika Ulusal Kongresi (ANC), bu oranı üç sene önce yüzde 50'ye çıkardı. Şu anda da kadınlar, kabinenin yüzde 45'ini oluşturuyor.
Ancak Güney Afrika aynı zamanda en yüksek tecavüz oranına sahip ülke konumunda. İstatistiklere göre ülkede her 30 saniyede bir kadın tecavüze uğruyor.
Ortalama 400 tecavüz davasından sadece birinin, failin mahkumiyeti ile sonuçlandığı dikkate alındığında, tecavüz vakaların sadece yüzde 2.8'inin kayıtlara geçtiği anlaşılıyor.
Yine ülkede her altı saatte bir kadın kocası veya sevgilisi tarafından katlediliyor. Dünyanın en yüksek HIV oranı yine Güney Afrika'dan. 50 milyonluk nüfustan yaklaşık altı milyonunun AIDS virüsünü taşıdığı tahmin ediliyor.
Yapılan anketlerin sonuçları, erkeklerin de yüzde 10'u hayatlarında en az bir kez hemcinsleri tarafından tecavüze uğradığını ortaya koyuyor.
Burada amacım, yasa ile yaşam arasındaki kocaman uçuruma vurgu yapmak değil. Zira bu daha farklı bir tartışma konusu. Ondan ziyade, ulusal kurtuluş = özgürlük formülünün ancak toplumsal kurtuluş ile geçerli olabileceğine uyarı niteliğindeki bir örnektir Güney Afrika.
'Hoşgeldin sınıf ayrımcılığı!'
ANC öncülüğündeki mücadele, Apartheid rejimini sona erdirdi. Çok kısa bir süre içinde, başta da idari alandaki deneyimsizliklere rağmen inkar edilemez başarılar kaydedildi.
Fakat dünyanın en demokratik anayasalarından birine sahip Güney Afrika'da toplumsal alanda durum ne? Ya da Cape Town yakınlarındaki Khayelitsha townshipindeki aktivist Mandeeze'nin sözleriyle: "Elveda ırk ayrımcılığı, hoşgeldin sınıf ayrımcılığı!"
Bunları yeniden düşünüp, bu yazıyı yazmama vesile olan, geçtiğimiz günlerde Johannesburg'ta yapılan bir yürüyüş.
Öncesinde şehirde birkaç taksi şoförü, durakta otobüs bekleyen iki kadına önce sarkıntılık ve küfür edip, ardından da fiziki tacizde bulunmuştu. Aynı yerde bu olaydan çok kısa bir süre önce bir grup erkek, mini etekli bir kadını iç çamaşırına kadar soyunmaya zorlamıştı.
Bunun gibi cinsel taciz olayları artık 'normalleşirken', otobüs durağında beklerken saldırıya uğrayan iki kadın 'artık yeter' deyip tacizciler hakkında şikayette bulundu.
Polis, failleri bile bulmazken ANC Kadın Ligi ise, bu olayın ardından bir eylem yaptı. ANC, farklı kadın örgütleri, Komünist Parti ve sendikalardan kadınlar, taciz ve tecavüzlere karşı yürüdü - tabii ki mini eteklerle.
"Özgür bir ülkeyiz, istediğimiz gibi giyinme hakkına sahibiz" diyen eylemciler, aynı zamanda emniyetin ve adli makamların bu konudaki duruşunu protesto etti.
Yürüyüşte konuşma yapan ANC Kadın Ligi sözcüsü Troy Martens, "Kadınlara yönelik saldırılara daha fazla tolerans gösteremeyiz" dedi ve Adalet Bakanı Jeff Radebe'yi tecavüz davalarını hızlandırmaya ve mağdurları ciddiye almaya çağırdı.
Kadın Ligi ayrıca Aralık ayında yapılacak ANC kongresine sunmak üzere eşitlik yasasında değişikliklere gidilmesi için taslak hazırlığında.
8 Mart ve 9 Ağustos resmi bayram
Güney Afrika kadın hareketi, aslında uzun bir geçmişe sahip. ANC Kadın Ligi, 1943 yılında kuruldu. Apartheid'e karşı ortak mücadele yürütmek amacıyla 1954'te, beyaz kadınların da yer aldığı Güney Afrika Kadın Federasyonu (FSAW) çalışmalarına başladı.
ANC Kadın Ligi, özellikle 1994'teki seçimlerden sonra güçlü bir cins mücadelesini yürütüp, kadın haklarının anayasal güvenceye kavuşturulmasını sağladı. Hatta 8 Mart'ın resmi bayram olduğu Güney Afrika'da, bir de Ulusal Kadınlar Günü var.
20 bini aşkın kadının Pretoria'da hükümet konağına yürüdüğü ve çok sayıda tutuklanma ile sonuçlanan 9 Ağustos, 1990 yılında Ulusal Kadınlar Günü ilan edildi. Yine onula birlikte "Kadınlar Ayı" ilan edilen ağustos ayı boyu her yıl kadınlara yönelik farklı etkinlikler düzenleniyor.
'Toplumsal kurtuluşu erteledik'
1994 yılına kadar ANC öncülüğünde Apartheid rejimine karşı mücadeleye kadınlar güçlü bir şekilde, kısmen de kendi örgütlenmeleri ile katıldı.
Kadınlar, Apartheid rejiminde üç boyutlu (etnisite, cins ve sınıf ) bir mağduriyet yaşadı.
Ancak mücadele sömürgeci rejime karşı yoğunlaşırken siyahi, melez ve Asyalı toplumun içindeki şiddet, cinsiyetçilik, ataerkil yapılar yeterli düzeyde gündeme gelmeyip, ayrı veya paralel bir mücadele alanını oluşturmadı hiç.
Bu nedenle de ulusal, daha doğrusu etnik kimlik bilinci ile birlikte siyahi kadınlarda güçlü bir cins bilinci gelişmediği gibi, siyahilerle beyazların bugün de çoğunlukla sınıf temelinde biraraya geliyor olması, ayrıca değerlendirilmesi gereken bir husus.
Bu ayın başında Hamburg'ta yapılan "Kapitalist Moderniteye Karşı Alternatif Konseptler ve Kürtlerin Arayışı" (Link: www.networkaq.net) konferansına konuşmacı olarak katılan Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) Merkez Komite üyesi Solly Mapaila, bu durumu "Toplumsal kurtuluşu, devrimden sonrasına ertelemek gibi büyük bir yanlış yaptık" sözleriyle özetlemişti.
Bundan yaklaşık bir yıl önce, Hakikat ve Uzlaşı Komisyonu (TRC) ile ilgili röportaj hazırlamak üzere Güney Afrika'ya gittiğimde, şehir merkezlerindeki işlek caddelerinde, ellerinde A4 büyüklüğündeki bir kart ile duran kadınlar dikkatimi çekmişti.
Aynı tablo ile hem Gauteng (Pretoria), hem Johannesburg hem de Cape Town'da karşılaşmıştım. Merak edip bir tanesine yakından baktığımda, üstünde çeşitli saç modelleri gösteren fotoğrafların olduğunu gördüm.
Meğer kaynak yaptıracak müşteriler aranıyordu. Sonra bir etrafıma baktığımda, gerçekten de kadınların yüzde 80-90'nının saçının takma olduğunu fark ettim. Hatta öyle ki, bazı ufak kız çocuklarına bile düzdü. Çoğunun tercih ettiği renk siyahtı ama kızıl veya sarı takma saçlı kadınların sayısı da az değildi.
Postkolonyal simge olarak 'düz saç'
Sol tarafı internet kafe, sağ tarafı ise kuaför salonu olarak işlev gören bir dükkana girip, neden bu kadar çok kadının takma saçlı olduğunu sorduğumda kuaför, düz saçının "daha güzel" olduğunu söyledi.
"İyi de, ama doğal saçınız güzel değil mi?" soruma önce suskunlukla, sonra da omuz silkmekle yanıt verdi.
Daha sonra bir gün epey uzun bir yolculuk yaptığımda, otobüste arkadaşlarımla bana "bunların da burada ne işi var, neden uçakla gitmiyorlar?" dercesine bakan bir tek siyahiler vardı.
Yanımda, sadece Xhosa dilini bilen bir kadın oturuyordu. Yoksulluğu her halinden belliydi. Bir ara elini bana yaklaştırdı. Bakışlarıyla, bir şey için izin istediğini anlatıyordu ama ne yapmak istediğini anlamadığım halde, başımı salladım.
Sonra saçıma dokunmaya, beni saçımdan okşamaya başladı. Sanırım ilk defa bir beyazın saçlarına dokunuyordu.
Saç, burada tabii ki sembolik bir anlama sahiptir. İçinde yaşadığımız kapitalist sistemin inşa ettiği 'güzellik' idealleri ile 'uyuşmayan' Afrikalı kadınların düz saç ektirmesi veya farklı ülkelerde sağlığa ciddi zarar veren kremlerle daha açık bir ten rengine ulaşmaya çalışması, oryantalist bir bakış açısına düşmeden, kimlik ve iktidar olguları da gözönünde bulundurularak ele alınmalı.
Postkolonyal feminist teori ile bakmak
Sembolizmin ötesine gidebilmek için, ırk, sınıf, cinsiyet, cinsellik ve başka sosyal kategorilerin dinamiklerini kesiştikleri, yakınlaştıkları ve çeliştikleri noktalarda mercek alan postkolonyal feminist teori yararlı olabilir.
Zira ırkileştirme süreçleri, oryantalizm, gendering ve heteronormatiflik, kolonyal egemenliğin bir parçası olup, toplumsal çelişkileri derinleştirir. Bu açıdan Güney Afrika'da beyaz olmayan erkeklerin de on yıllarca beyaz üstleri tarafından kendi 'erkeklik' algılarında aşağılandığı unutulmamalı.
Bugün Güney Afrika'da 'erkeklik' çoğu zaman egemenlik, üstünlük, saldırganlık ve 'cinsel fetih' olarak algılanıyor. Aynı zamanda kırım boyutlarına çoktan ulaşmış olan şiddetin - ki buna farklı toplumsal şiddet konstelasyonları dahildir - nedenlerini değerlendirirken, Apartheid rejimine karşı silahlı bir mücadele verildiği göz önünde bulundurulup, toplumdaki militarizmin oynadığı rol ayrıca ele alınmalı.
Sonuç olarak, tekrardan Solly Mapaila'nın sözüne de atıfta bulunacaksam; devrim, bir gün veya bir ay veya bir yılda yaşanan bir şey değildir. Eğer mesele özgürlükse, mücadele de her zaman olacak.
Güney Afrika Cumhuriyeti, Nelson Mandela'nın Devlet Başkanı seçildiği 1994'teki seçimlerle birlikte Apartheid rejimini ve ırk ayrımcılığa dayalı sömürgeci sistemi yendi.
Ama toplumsal olarak sömürgeciliğin derin izlerini hala taşıdığı gibi, bugün ataerkil zihniyetin katliam merkezlerinden biri konumundadır. Bu açıdan bütün mücadeleci halklara, toplumsal kurtuluşun ulusal kurtuluştan sonrasına ertelenemeyeceğini gösteren uyarıcı bir örnek niteliğindedir. (ÇT)