Anna Lindt Vakfı, Finlandiya Dış Haberciler Derneği ve Uluslararası Af Örgütü İsviçre Temsilciliği’nin davetleriyle gittiğim Finlandiya ve İsviçre’de hem Türkiye’de medya özgürlüğünü konuşma fırsatı buldum hem de sohbetlerle bu ülkelerde yaşayan Türkiye kökenli camianın -muhalif duruşları ne olursa olsun- ülkeye dair endişelerini dinledim.
Dünya Köy Festivali’nin yan etkinleri kapsamında Türkiye ile ilgili tanımlanan konu da zaten “Türkiye’de ifade özgürlüğünün bir geleceği var mıdır” idi.
Konuyu, 90’lı yıllarda Güneydoğu’da Kürt meselesini yakından izleyip haberleştiren, yakın zamanda da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Siz diktatör müsünüz” sorusunu yönelten gazeteci arkadaşım Tom Kankkonen ile birlikte işlemeye çalıştık.
Kankkoken Türkiye’yi tanıyor
Türkçe de konuşan Kankkonen, ülkeyi de iyi tanıdığını şöyle gösterdi: “Belli olmaz, bir bakarsınız Türkiye tüm bu yaşananlardan sonra birdenbire iyi bir yola girer. Türkiye’de gelişmeler hep sarmal özelliği gösteriyor; iyiden kötüye, kötüden iyiye”.
Her birinin nüfusu İstanbul’un yarısı bile olmayan Finlandiya ve İsviçre’de gözüme en çok çarpan durumsa, hak hareketinin stant, toplantı, sohbetler yoluyla zaten harekete geçirmek istedikleri kitlelerle daha içi içe yaşamaları oldu. İmza veya maddi kaynak toplamak, buluşmalar içinde geniş bir faaliyet… Dünya Köy Festivali’nin gerçekleştiği meydandaki yüzlerce stant, dünyanın tüm kıtalarındaki yemek kültürlerini, sosyal hareketlerini tanıtmakla kalmıyor, özellikle küresel iklim, hayvan ve doğa savunuculuğu konusundaki yaygın eylemliliği de gösteriyordu.
Türkiyeli vekiller toplantılarda
Her iki ülkede düzenlenen “küçük çaplı” toplantılara Finlandiya Yeşiller milletvekili Ozan Yanar ve İsviçre Basel Kantonu milletvekili İbrahim Atıcı’nın da katılması bende, bu tarz buluşmaların küçük ve demokratik ülkelerde daha yaygın bir etkileşim ve kaynaştırma aracı olduğu kanaatini uyandırdı.
İnsanlar, kafelerin bir katında veya derneklerin bir salonunda içkilerini yanlarına alarak sohbete dahil oluyorlardı… İmza metni, kumbara, satılık eşyalar yan yana…
AB tünel açtı; Demirtaş İsviçre’de
Toplantılarda, İsviçre’nin tarafsızlık ve etkinliğini Türkiye’deki vahim gelişmeler konusunda yeterince değerlendirmemesi eleştiri konusu olurken bir Cenevre Belediye Meclis üyesi, HDP Genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın İsviçre’ye gelmesini dinleyicilere “teselli” olarak müjdeliyordu.
Trende Zürih’e doğru yol alırken, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve İtalya Başbakanı Matteo Renzi’nin İsviçre’de olduğu ve yapımına 1997 yılında başlanan, 12 milyar dolara mal olan 57 km’lik Gotthard Tüneli’nin açılışını birlikte yaptıklarını öğreniyorduk.
Sorularda “Erdoğan” ve “Kürdistan”
Helsingin Sanomat, 20 Minutes, İsviçre Radyosu, Vaud TV gibi medya kuruluşları, röportajlarda daha ziyade, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “popülizm” ve “otoriterliğinin” ne zaman son bulacağı ve özellikle de Güneydoğu’daki operasyonlarla Türkiye’deki bu durumun nereye varacağını merak ediyordu.
İsviçre’de Af Örgütü merkez ve bürolarının Cenevre, Zürih, Bern, Basel ve Lozan’da düzenlediği buluşmalarda, gurbette üçüncü neslini yaşayan insanlarımızın da Türkiye’deki gelişmelerden yorgun/umutsuz oldukları ve gelecekten endişe taşıdıklarını gözlemledim.
“Eren Keskin’i özledik!”
Yurtdışına çıkış yasağı konulduğu için davetli olduğu halde etkinliğe katılamayan hukukçu Eren Keskin de, “Eren Keskin seni özledik” yazılı pankartlarıyla selamlandı. Etkinliklerin diğer bir davetlisi Diyarbakır’dan hukukçu Müzeyyen Nergiz, Kürt bölgelerinde aylarca süren operasyonların orantısızlığına hukuki olarak işaret etti.
Onlar meraklı, ben düşünceli…
Oturumlarda, Türkiye anaakım medyasının operasyonları aktarmada, “kırmızıçizgiler” konusunda uyarıldıkları Temmuz 2015’teki zirve sonrası, çok hevesli görünmediğini; özellikle sivil kayıpların ve müdahalenin orantısızlığı gibi boyutların araştırılmadan geçiştirildiğini, kamuoyu önüne getirilmediğini katılanlarla paylaştım. Sorular içinde “Can Dündar”, “Erdem Gül”, “Eren Keskin”, “Zaman gazetesi”, “Erdoğan” ayıklanabiliyordu.
Daha önce de sayısız kez olduğu gibi, tüm bu sohbet ve buluşmalardan sonra da aklımdan geçen şey, ülkelerin hayatında pozitif, üretken, umutlu kalmanın önemi; Türkiye’ye hakim vakit ufuksuzluk, uzlaşısızlık ve vakit kaybının tahribatı oldu. (EÖ/HK)