Diyarbakır bu hafta sonu geçmişinin en karanlık sayfasıyla dilinin döndüğünce yüzleşmeye çalıştı. Biz de bu tarihi anı kaçırmamak için atladık geldik. "Türkiye Diyarbakır Cezaevi Gerçeği ile Yüzleşiyor" sempozyumundan bir gün önce buranın yerlisi üç kadınla sohbet ediyoruz.
Bir tanesi Antalya'ya yazlık kiralamaya gitmelerinden kısa bir süre sonra ev sahibinin "Nerelisiniz?" sorusuna Diyarbakırlı yanıtını alınca yüzünün nasıl ekşiyip "Bilseydim evi size vermezdim" deyişini anlatıyor. Bir diğeri Ofis semtinde dükkan işleten eşinin referandumda oy kullanmaya gidemediğini, başına bir iş gelmesinden çekindiğini söylüyor.
Öteki ise oğlunu okulun bahçesinde beklerken sohbete daldığı kadının eşinin subay olduğunu nasıl korka korka söylediğini anlatıyor. "Hiç anlamadım niye korkuyorlar. Biz onları buraya geldiklerinde bağrımıza basıyoruz. Buraya gelenler şaşırıyor. Herkes devamlı korku içinde yaşadığımızı sanıyor" diye sitem ediyor.
"Yapılanlar insanlık suçu mudur? Kürtler insan mıdır?"
"Bilmiyorlar" diyorum. Kafasını sallıyor. "Her yere giderler. Buraya gelmezler" diyor. "Nereden bilecekler" diyorum. Göz görmeyince gönül de bilmiyor. Sohbet esnasında kullandığımız siz biz ayrımından rahatsız oluyorum. Ama gerçek bu. "Orası" burayı bilmiyor. Daha da kötüsü öğrenmek gibi bir gayretin içine de girmiyor.
Sempozyumun olacağı tiyatro binasına yürürken bitişik duvarda "Savaşa hayır", "Barışa evet", "Özgürlük" yazıları görüyorum. İşte tam da bu yüzden bugün burada toplandığımızı düşünüyorum.
Ön sıralardan yaşlı bir erkek soru-cevap kısmında söz isteyerek ayağa kalkıyor. Salonda oturumun başından beri cezaevinde yaşananların insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamına girdiğini, ne yapılması gerektiğini tartışıyoruz. Söz alan kişi gayet sakin, "Size bir sorum olacaktı. Yapılanlar insanlık suçu mudur? Kürtler insan mıdır?" diye soruyor. Herkes tabi acı acı gülümsüyor. Ancak adamın şakası yok. Sorusuna cevap bekliyor.
Geri kalana açılmak da gerekiyor...
İşte biz de Diyarbakır'da iki gündür bu işkencelere maruz kalanların değil, bütün bu muameleleri yapanların insan olup olmadığını sorguladık. Ama bir şeyi de gözden kaçırmamak gerekiyor. Yargılama süreci elbette şart ama öncelikle bu vahşete neden olan zihniyeti mahkum etmek gerekiyor.
O kişiye bu soruyu sordurtan zihniyeti ayaklar altında canı çıkana kadar ezmek gerekiyor. Öte yandan, salondaki konuşmacılar ve tanıkların sıklıkla tekrarladığı gibi tereciye tere satmanın yanı sıra bir de geri kalana açılmak gerekiyor. Çünkü dediğimiz gibi orası burayı bilmiyor.
Cezaevinin önünde yapılacak basın açıklaması için yola koyuluyoruz. Karanfiller bırakılıyor binanın önüne. Açıklama sona erince otobüslere binmek üzere dağılıyoruz.
Üç kız kardeş geçiyor...
Üç küçük kız çocuğu geçiyor yanımdan. Ellerinde törenden arta kalan kırmızı karanfiller var. Bir tanesi koklayarak "Maydanoz kokuyor bu!" diyor. Kafamı çevirip gülümsüyorum. Onları duyduğumu anlayan kız "Rezil ettin bizi" diyerek azarlıyor arkadaşını. İçimden hayatları boyunca yaşayacakları tek rezilliğin bu olmasını diliyorum. (BK/EÖ)