TC Başbakanı Erdoğan'ın Kıbrıs ziyareti bu kez farklı. Bugüne dek gerçekleştirdiği ziyaretlerin ötesinde iyi hazırlanmış bir programla adayı ziyaret ediyor. Bugüne dek gerçekleşen ziyaretlerinde bu denli halkla ilişkiler planlaması yapılmamış, ayrıntıda bu denli durulmamış, basın mensupları ve yayın kuruluşları bu denli dikkate alınmamıştı.
Kıbrıslı Türk halkı, dün olduğu gibi bugün de, Türkiye Hükümeti'ni temsil eden Başbakan Erdoğan ile karşılıklı saygı temelinde diyalog ve iş birliği içerisinde bulunmak istemektedir.
Bu anlamda yine dün olduğu gibi bugün de bu ziyareti sağlıklı iletişim yolları kurmak adına bir fırsat olarak değerlendirmek gerekmektedir.
Kıbrıslı Türk halkı açık bir şekilde, şu anda hükümette bulunan UBP [Ulusal Birlik Partisi] tarafından aldatılmış ve seçim programında ortaya koyduklarının tamamen tersine, Sayın Eroğlu tarafından imzalanan protokol ile Kıbrıslı Türk insanı sosyal ekonomik ve kültürel baskı altına alınmıştır.
UBP hükümeti kamuoyu önünde sessiz kalıp, kapalı kapılar ardında Türkiye hükümetini işaret ederken, bir yandan da hükümette kalma uğruna ekonomik paketi halka dayatmayı büyük marifet saymaktadır.
Bu ikili oyunda UBP, Kıbrıslı Türk halkına Türkiye hükümetini, Türkiye hükümetine ise sendikaları, muhalefeti, çözüm yanlısı güçleri hedef göstererek, hükümet sorumluluğu gereği oluşan krizleri gidermek yerine, bugün sosyal huzursuzluğun bizzat kaynağı, nedenidir.
Kıbrıslı Türkler, yüzyıllardır yaşadıkları bu toprakların sahibidirler. On yıllar boyunca gerek kendi yönetimlerinin gerekse dönemin TC hükümetlerinin "gelen Türk giden Türk" yaklaşımına karşı kendi toplumsal kimliklerini, kültürlerini, değerlerini koruyagelmişlerdir.
1974'ten sonra adaya gelen ve Annan Planı referandumunda oy kullanan, Türkiye kökenli vatandaşlarla ortak değer ve kültür üretmişler, birlikte üretip birlikte gelecek tasavvurunda bulunmuşlardır. Dolayısıyla tüm ayrıştırıcı siyasi müdahalelere rağmen, Kıbrıslı Türkler vatan bilinen toprağı bölüşmekten geri durmamışlar bunu erdem saymışlardır.
Bugün gelinen noktada Kıbrıslı Türklerin toplumsal kimliğine dönük ciddi bir dayatma söz konusudur. Çözümsüzlük koşullarında ve izolasyon altında, bir halkı ekonomik ve sosyal anlamda bu denli kuşatmak kabul edilemez.
Milli değer yetersizliği üzerine yeni kimlik kurgulamak ya da ekonomik kurumlarımızı özelleştirme adı altında "milli değeri yüksek" kurumlara "hediye" etmek Kıbrıslı Türklerin kabul edebileceği yaklaşımlar değildir.
Nüfus aktararak toplumsal kimliği dönüştürme gibi bir düşüncenin yaratacağı tepki elbette istemediğimiz sonuçları beraberinde getirecektir.
Ekonomik tasarruf ve yeniden yapılanma adına atılacak adımların planlaması, önceliği ve zamanlaması mutlaka Kıbrıs Türk halkının kendi özeli üzerinden şekillenecektir, bu konuda toplumsal uzlaşımız olduğu da ortadadır.
Ancak, bu toprakların Türkiye ile Kıbrıs Türk halklarının kardeşliği üzerinde huzura kavuşması demek karar vericinin "her koşulda" Kıbrıslı Türklerin olması anlamına gelmektedir. Başka türlüsü de elbette düşünülemez.
Bu anlamda başta Kıbrıslı Türk kimliğine saygı ve ardından nüfus konusundaki ve ekonomik tedbirler hakkındaki "hayati hassasiyetimizi" her bağlamda, her ortamda ve Kıbrıslı Türklerin uygar duruşuna yakışır bir şekilde ifade etmekten, anlatmaktan, tartışmaktan ve "monolog değil ama diyalog sürecinde yerimizi almaktan" asla geri durmayacağız.
Demokrasi, demokratik meşruiyet ile anlam kazanır. Kıbrıslı Türk halkının demokratik meşruiyetinin önüne hiçbir gücün geçmesine izin vermemek, halk olmanın ve toplumsal kimliğimizin gereğidir.
Ne biat ederek ne de çatışarak, diyalog ile yol almanın en değerli ve geçerli yöntem olduğunu unutmadan... (AA/BA)