*Fotoğraf: Pauline Makoveitchoux
Dilâra Gürcü'nün Doğan Kitap'tan çıkan "Aramızda Kalmasın/Kadınlığın Mahremiyet Atlası" kitabı hakkında söyleşmek için Feminist Mekan'da buluştuk.
Kitapta birçok kadının imzası ilüstrasyonlar Çiğdem Yalırsu'ya, kitabın editörlüğü ise Aslı Güneş'e ait.
Kitap vesilesiyle bir araya gelince kadar çok konuştuk ki hiçbir şey aramızda kalmadı, hepimize terapi gibi gelen bir iki buçuk saat geçirdik, aralarında yaptığı öz savunma sonrası eşini öldürmekten yargılanan Yasemin Çakal'ın, gazeteci Melis Alphan'ın, Blogcu Anne olarak bilinen Elif Doğan'ın, akademisyen Selda Tuncer'in, gazeteci Çiçek Tahaoğlu'nun, İrem Afşin ve daha birçok kadının da bulunduğu sohbette hem kadın olmayı, hem eşitsizlikleri, hem aşkı, hem anne olmayı ya da olmamak hakkında "el âlemin ne dediğini", bize "ne hissettirdiğini", bunlarla "nasıl başa çıkacağımızı" beraber düşündük.
"Anne ben feminist oldum" bölümüyle başlıyor kitap. Hepimiz yaşamımızdaki çekirdek çevrenin biraz dışına çıkınca 'feminizm' kelimesinden ürkenlerle karşılaşıyoruz. O bölüm neden önemliydi senin için?
Evet bir olma süreci var ama hayatın her alanında kadın olarak yaşadığımız ayrımcılıklara karşı verdiğimiz mücadelenin adı feminizm zaten. Kitapta da bunu söylemeye çalışıyorum.
Şiddet gördüğü eşinden ayrılan kadının yaptığı şey, o kendine feminist demese bile feminizmin konusu. Marketten siyah poşete koymadan ped alabilmek de feminizmin konusu. Hayatta yaptığımız küçük küçük bir çok şey feminizmin konusuyken, bunun radikal bir şeymiş gibi anlatılması ya da algılanması beni rahatsız ediyor. Ama bir yandan da evet radikal bir şey.
Örneğin kadınlar oy hakkını alabilmek için sokakları yaktılar İngiltere'de, Amerika'da. Kendilerini binalara zincirlediler, açlık grevlerine girdiler.
Kim korkar feminizmden?
Bu haklar için radikal şeyler de yapmak gerekiyor. Feminizm bunun dengesi. Aslında ilk bölümde kadınlar olarak yaptığımız birçok eylemin feminizme dahil olduğundan bahsediyorum.
Kitabın sonunda da "Kim korkar feminizmden?" diye bir bölüm var. O bölümde de feminizmin neden radikal görüldüğünü anlatmaya çalışıyorum. Bir damga geliyor üstüne ve 'feminist' kelimesini şeytanlaştırıyorlar. Birçok kadın o nedenle 'ben feministim' demek istemiyor, çünkü öyle dediği zaman dışlanacak, bir kalıbın içerisine girecek gibi hissediyor.
"Sorun annelik deneyiminde değil..."
Kitaba girizgâh bölümlerinden biri de doğurma/ anne olma hali üzerine...
İkinci dalga feminizmin çoklukla bahsettiği bir teori vardır, "Kadınların bu düzende geride kalmasının sebebi doğurgan olmaları, çocuk yapıyor olmaları". Bu nedenle annelik, anti feministlikle eş tutuluyor. Ben de eskiden böyle düşünüyordum, yalan söylemeyeceğim.
Sonra okudukça anladım ki, aslında doğurmakta hiçbir sorun yok, sorun anneliğe yüklenen kavramda. Sonra da ABD'li yazar Adrienne Rich ile tanıştım. Annelik deneyiminde aslında hiçbir sorun olmadığını, sorunun anne olma kavramı üzerinde olduğunu anlatıyor.
Bunu da annelik kurumu olarak adlandırıyor. Bebeği taşıyan anne olduğu için birincil ebeveyn de anne olarak algılanıyor, bu nedenle de anneliğe kadınları geride bırakacak yükler yükleniyor.
"En zorlandığım bölümlerden biri aşk oldu"
"El alem adlı bir örgütten" bahsediyorsun kitapta. Bu 'el âlem ne dedi'den sıyrılmanın yolu yok mudur?
Bilinçleneceğiz, ataerkin adını koymaya, feminizmin adını koymaya devam edeceğiz, konuşacağız yani. Benim kitabın başlığını 'Aramızda Kalmasın' koymamın nedeni de bu. Konuşalım, bunlar konuşulacak, yazılacak, direnmeye devam edeceğiz.
Kitaptaki diğer başlıklara geçersek ayrıca bir 'aşk' başlığı var...
(Gülüyor, aslında salondaki bütün kadınlar gülüyor). Gerçekten en zorlandığım bölümlerden biri oldu aşk. Kitapla eş zamanlı olarak görüştüğüm bir terapistim var, herkese de tavsiye ediyorum terapiyi. Yazarken depresyona girmenin eşiğine geldim o bölümde.
Çünkü çok içten geliyor ve onu yazabilmek çok zor. Biz kadınlara öğretilen, en azından bana öğretilen benim değerimin bir erkeğin gözünden biçildiğiydi.
Bir erkek beni sevmediği sürece değersiz olduğumu, tamamlanmamış olduğumu düşünüyordum. Bu yüzden o bölüm beni çok zorladı.
"Feministleri süper kadın olarak görüyorlar"
Belki de en çok bocaladığımız noktalardan biri olsa gerek. Bir kadın olarak kendine inanıyorsun ama karşına X bir kişi çıkıyor ve ezberlerin bozuluyor, inandığın, mücadelesini verdiğin şeylerle çelişkiye düşebiliyorsun. Burada sorunumuz nereden kaynaklanıyor olabilir? Özgüven eksikliği mi? Bocalama mı?
İki şey var, birincisi evet özgüven eksikliği, kendine yeterince güvenmiyorsan romantik ilişkilerde karşı tarafın gösterdiği sevgi üzerinden kendine değer biçiyorsun.
Bu gerçekten çok zorlayıcı oluyor, çünkü karşı taraf size en ufak bir şey söylediğinde o özgüven tamamen yıkılıyor, o yıkılan özgüvende zaten ne terk edecek güç oluyor, ne hayatını belli anlamda idame ettirmeye gücün kalıyor.
Bütün temeller sarsılıyor, çünkü kendinize dair inancınız yitiyor. İkincisi de yıkıcı biriyle beraber olduğunuzda bir manipülasyon döngüsüne giriyorsunuz. Mesela benim bir ilişkim vardı.
Çok uzun zaman çeşitli gazete mecralarında yazdım, ayrıldık, ama hala irtibattaydık, ben o sırada kitabı yazmaya başlamıştım.
Bana dedi ki, "Sen benim sayemde yazı yazabildin, çünkü benle kavga ediyordun sürekli, bana olan öfken sayesinde yazabildin, kavgalarımızı makalelere döküyordun."
Benim feminist görüşlerim yüzünden kavga ediyorduk, haliyle onunla kavgalarımız makalelere de yansıdı bazen, evet; ama o makaleleri ben yazdım.
Belki biliyorsunuzdur Adele'in (İngiltereli şarkıcı) eski sevgilisi telif hakkı istedi Adele'in 19 adlı albümünden, 'o şarkıları benim ona çektirdiğim aşk acısından yazdı' diyerek.
Ben de dedim "ilerde kitap yazsam telif de istersin sen". Güldüm geçtim ama o sırada farkında değildim onun bu sözünün bende etki uyandıracağını.
Sonra sekiz ay boyunca yazamadım, karanlık darma duman bir dönemden geçtim. Sürekli üreten biri olarak yazamayınca bocaladım, terapiye başladım. Sonra bir gün terapide çıktı neden yazamadığım ortaya, onun bu sözü yüzünden bana ait olan yeteneği bende yok gibi görmüşüm.
Gerçekten kendinize olan inancınız, beraber olduğunuz insan üzerinden şekil alıyorsa, ne kadar güçlü bir kadın olursanız olun bir anda yere düşüyorsunuz. Feminist bir kadın olarak 'ben de şiddete uğradım' ya da 'benim de özgüvenim eksik' diyemeyebiliyorsun her zaman. Çünkü sizi süper kadın olarak görüyorlar. Öyle bir şey yok, hepimizin yaşadığı şeyler bunlar.
"Prezervatif erkeğin göreviymiş gibi düşünülüyor"
Ve kitapta cinsellikle ilgili de çok önemli bir bölüm var.
O bölümü ben özellikle koymak istedim, cinsel sağlıkla ilgili bir kitapçık gibi olsun istedim. Çünkü bunun hakkında konuşmuyoruz.
Cinsellik hakkında, korunma hakkında konuşmamız lazım. Türkiye'de benim yaşadığım ilişkilerde, erkeklerin yüzde 90'ında korunma bilinci yok.
"Ben sadece seninle yatıyorum, takmasam da olur", "Ya ne olacak, bir şey olmaz", "hastalığım da yok" diyorlar. Prezervatif sanki erkeğin göreviymiş gibi, kadın almazmış gibi düşünüyoruz.
Kadınlar da alabilir ve korunmayı talep etmemiz gerekiyor. Bir de jinekolog ziyaretleri çok önemli, benim Türkiye'de benim çok travmatik jinekolog ziyaretlerim oldu, birçok noktada psikolojik şiddet uyguluyorlar aslında.
Mesela Fransa'da jinekoloğumu feminist bir ağın grubundan araştırarak buldum. Kendimizi rahat hissettiğimiz, bizi yargılamayan, "evli misin?" diye sormayan bir doktor bulmak önemli.
Güvenli bir jinekolog ziyareti nasıl olmalı onu anlattım. Bir de doğum kontrol yöntemlerini anlattım. Kürtaja erişimi de anlatmak istedim.
Doğum kontrolü önemli çünkü, sonu hastalıklara, istenmeyen gebeliklere gidebiliyor. Kürtaja erişim zaten çok kısıtlı, kürtaj konusunu da o sebeple bizzat yazdım.
Cezaevinden dayanışma hikayeleri
Aramızda bir arkadaşımız var şu an, bir vaka yaşadı bundan beş sene önce.
Kendisi hamile kalmıştı, 17 yaşındaydı o dönemde, ailesinden bunu gizliyordu ve kürtaja da erişimi olmadığı için ne yazık ki odasında kendi kendine doğum yapmak durumunda kaldı. Doğan bebeğin kordonunu kestikten sonra bağlaması gerektiğini bilmediği için, çünkü bu bilgiler de bize verilmiyor, bebeğini kaybetti. Bu süre zarfında 'çocuk katili' olarak yargılandı.
Onu da Yasemin'i de cezaevine giderek ziyaret etmiştim. Yasemin de kendisine şiddet uygulayan eşini öldürdüğü için yargılanıyordu. Neyse ki güzel bir dayanışmayla ikisi de cezaevinden çıktılar.
"Kürtaj yaptırmam imkansızdı, zaten sorunlu bir ilişki neticesinde bunlar olmuştu"Bebeğinin göbek kordonunu kesmediği gerekçesiyle yargılanan kadın arkadışımız hikayesini şöyle anlatıyor: İki buçuk sene cezaevindeydim. Zor bir süreçti, kabul edemedim, zaten bazı şeyleri kabul edemediğim için bu noktaya gelmişti. Önünü alamadığım şeyler gerçekleşti. Maalesef belirli bir yargı olduğu için ben suçlu bulundum. Zaten heyetim erkekti ve beni anlamamışlardı. "Nasıl sen kadınsın, bilmiyor musun bunu yapman gerektiğini?" demişlerdi. Ama ben de onlara "Sizin eşleriniz biliyor muydu?" diye sormuştum, o zaman daha 17 yaşındaydım. Kürtaj yaptırmam zaten imkansızdı, çünkü 17 yaşındaydım, maddi olarak buna olanağım yoktu, bunu da dile getirdim. Bana kibar tabiriyle merdiven altında yerlerde bunu yaptırabileceğimi söylediler. Tabii ki bunu o koşullarda yaptıramazdım, zaten çok sorunlu bir ilişki neticesinde bunlar olmuştu. Hukuki süreçte 25 yıl hapis cezasına çarptırıldım ilk başta. Bunu bilerek yaptığımı düşündüler. Daha sonra iki buçuk yılın sonunda tekrar mahkemeye çıktığımda "Yaşı çok küçükmüş, bunu bilinçsiz olarak yapmış" diye düşündüler ve üç yıl gibi bir cezayla 2017 yılında tahliye oldum. Ama tabii ki üniversiteye başlamıştım, onu bırakmak zorunda kaldım, cezaevinde tekrar hazırlandım üniversiteye hukuk okumak için, şimdi onun için uğraşıyorum, çünkü çok kadın var böyle. Yasemin de benim cezaevinden arkadaşım, bunları yaşayan çok kadın var. |
Yasemin: Kadın desteği çok önemliydi, feministliğin ne olduğunu bilmiyordumTIKLAYIN - Yasemin Çakal Davasında Ne Oldu? TIKLAYIN - Yasemin Çakal: Cezaevine Girdiğimde Bir Bekleyenim Vardı, Çıktığımda ise Binlerce Yasemin: Benim davamda desteği çok önemliydi, basın olması önemliydi benim davamda, zaten vardı ayrımcılık, erkek benim durumumda olsa mesela, cezasını indiriyorlar 11 sene 10 sene arası ceza alıyorlar. Benim normalde hiç ceza almamam gerekirken, çünkü hiç kusurum olmadığı halde üç yıl tutuklu kaldım. Onun dışında çıktıktan sonra ben tekrar 15 yıl ceza aldım. Mesela sosyal medyada olmak bile sorun, bir şeyler paylaşmak, çalışmak. Böyle olmanı istemiyorlar. Ben buna hep üzülüyordum. Feministliğin ne olduğunu bile bilmiyordum, cezaevinde öğrendim. Bir ev kadınıydım. Şimdi öyle değilim tabii... Dilâra Gürcü: Feministliği bilmesen de yaptığın şey aslında feminist bir özsavunmaydı. Yasemin: Kendime öz güvenimi getirdi ben mesela makyaj yapmayı fotoğraf çektirmeyi seviyorum. Kimsenin kafasın kimin ne dediği umuramda değil, bunu avukat bile söylese umursamıyorum artık. Ben cezaevinde çok pişman olduğum yapmadığım şeylerden. Her akşam kafamı yastığa koyduğumda bir gün savcı, bir gün hakim olarak görüyordum neden ben diyordum ve şu da vardı ben niye istediğim hiçbir şeyi yapamadım neden 30 yaşından sonra kendimi fark etmeye başladım. Mutluyum, şu an yaşadığım bu şeyden başladım. Bunu yüzüme karşı söylüyorlar, hiç umurumda değil, buradan merhaba diyor buradan 'bye bye' diyor. (kulaklarını gösteriyor). |
(PT)