Hükümet sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'in "Nijerya'dakilere Türkçeyi öğrettik, Hakkari'dekilere Diyarbakır'dakilere öğretemedik", sözünü duyunca hinlik bu ya aklıma İsmet Paşa ile ilgili bilinen bir anekdot geldi.
Paşanın emriyle Balkan ülkelerinden Türkiye'ye getirilen Türk "muhacirler" kimi yerleşim yerlerinin yanında Diyarbakır'ın Bismil ilçesinin bir köyüne de iskân edilirler.
Amaç bellidir Yaşam biçimleri ile örnek olsunlar ve yerleşik köy sakini Kürt tebaaya Türkçe öğretip Kürtleri asimile etsinler. Aradan epey bir zaman geçer paşanın yolu bölgeye düşünce o köyü ve yerleştirilen Türk muhacirleri de görüp hal hatır sormak ister.
"Tarihe Bak" diyesim geliyor
Köye gider, toplanan kalabalığa hitaben "Ne haldesiniz. Kürtlere Türkçeyi öğrettiniz mi?" diye sorar. Yanıt kayda değerdir. "Nerede paşam, onlar bize Kürtçeyi öğrettiler."
Sadece bu mu? Değil elbette! Kürtler kimilerine başka şeyleri de öğretmişler! İşte kanıtı...
Tersten bir okuma yaparak resmi tarihten beslenen bilcümle siyasetçiye hitaben "Tarihe Bak" diyesim geliyor. Diyesim geliyor da eklemeden edemiyorum. O çok sevdiğiniz ve hâla doğru düzgün konuşamadığınız Türkçenizi bile Kürtlerden öğrendiğinizi bilmem hatırlatmaya gerek var mı ey Cemil ve bilcümlesi...
Dîyarbekirli Süleyman Nazif değil mi ki...
Mesela Diyarbakır'ın Çermik İlçesinden Kürt Ziya Gökalp değil midir size Türkçenizi ve Türklüğünüzü "belleten". Ziya'nın yazdığı Türkçülüğün Esasları, Türkleşmek İslamlaşmak Muhasırlaşmak ve diğer kitapları bugün de en büyük referans kaynağınız değil mi?
Amentü gibi başucunuza astığınız "Başka dile uymaz annenin sesi, her sözün ararsan vardır Türkçesi" Kürt Ziya'nın sizlere bahşettiği değil de nedir?
Yine bir Kürt, Said Paşa'nın oğlu Dîyarbekirli Süleyman Nazif değil mi ki; Fransız "işgalcileri" 1918'de İstanbul'a girdiğinde Fransız General d'Espêrey'e hitaben ateş püsküren Kara Bir Gün yazısını Hadisat Gazetesinde yazıp bugün göklere çıkardığınız "Türklük milli gururunuzu" o gün ayaklar altında çiğnenmekten yazısıyla sürgüne giderek kurtaran adam.
Türk entelijansıyasından beklerdim...
"Güvenlik gerekçeli" politikalar ve dağda 5-10 yıl ikamet edebilecek şekilde örgütlenmelerle oluşturulacak profesyonel güvenlik güçleriyle, "yeni karakol"larla ve "Sayın Muhbir Vatandaş" sistemini yeniden icra etmekle Kürt Sorununu çözebileceğine inanan Başbakanı ve onun gibi düşünen Cemil Çiçek ve hükümetlerini bir kenara bırakın isterseniz.
Onların Kürde "Türkçe öğretememe" acısı bugün zerre kadar anlam ifade etmiyor artık bilesiniz.
Asıl Türk entelijansıyası bugün bu martavala ne diyor, ben günlerdir onu düşünüyorum. Beklerdim ki Türk entelijansıyası çıksın ve desin ki; "Ey anlı şanlı Cemil efendi ve dahi Recep Bey ve dahi hükümetleri; her soydan ve her boydan hükümetler 80 senedir aynı sömürgeci, ırkçı, asimilasyoncu politikada ısrar etmiş ve başaramamışsa demek ki bu politikada ısrar boşunadır. Kürdün direnişine sebep olan çabasının hakkını teslim etmenin zamanıdır."
Cemil'in inadına şimdi iki şeyi yapmanın -geç olsa da- kararlılıkla zamandır. Kürtler uzunca bir süre "yönetemezler, beceremezler" yalanından, pek ala yönetebilecekleri hem de hakkıyla yönetebilecekleri noktasına geldiler şükür.
O halde şimdi Kürtler, daha çok Kürtçe konuşacak, daha çok Kürtçe düşünecek, daha çok Kürtçe yazacak. Kürdi düşünüp, yazıp, konuşacak ki muktedir sözünden utanıp sıkılsın. Türk demokratları, aydınları da Cemil'e inat Kürtçe öğrenecek ve konuşacak, bu da bir ihtiyaç başka yolu yok.
Laz uşaklarından davetler aldım. Teşekkür
Yakın günlerde fındık toplamayı meslek edinen mevsimlik Kürt işçilerine yönelik "resmi yasakları" dile getiren Karadeniz'e Git(me)mek yazısını yazmıştım. Yazı üzerine geniş bir tartışma zemini ve kamuoyu oluştu.
Yazılar yazılıp olumlu tepkiler paylaşıldı. Karadeniz'den, Laz uşaklarından davetler aldım. Teşekkür etmeliyim. Meramım elbette Karadeniz'e gitmemeyi öne çıkarıp bir Karadeniz reddiyesi değildi. Şükür ki, öyle de algılanmadı.
Karadenizliler duyuruyor
Provokatif bir tetiklemeyle böylesine bir emek telefatına emek hakları savunuculuğu yapanların dikkatini çekmekti. O da oldu. Sevgili Dilek Dindar'ın "Şimdi Kürtçe Dido'yu söylemenin zamanıdır" cevabi yazısından yola çıkarak Laz uşakları yola revan oldular.
Fuat Saka, Mehmet Gümüş, Mehmet Bekaroğlu, Şevval Sam, Yusuf Kurçenli, Tahsin Ocaklı, Bahadır İnce, Karmate, Toprak Sağlam, Marsis, Tülin Özen, Seritana, Özcan Alper, Ayla Yılmaz, Serkan Acar, İsmail Hakkı Demircioğlu, Tan Morgül, Mircan Kaya, Filiz Gazi, Erdal Bayrakoğlu, Elif Ergezen, Hürdağ Aydın, İbrahim Karaca, Yasemin Göksu, Alper Turgut, Ayşenur Kolivar, Adnan Genç, Aydoğan Topal, Yılmaz Okumuş, Hikmet Akçiçek, Şakir Sağlam, Ersin Çelik, Selma Koçiva, Tuncay Korkmaz, Cemil Aksu, İsmail Avcı Bucaklişi, Süleyman Çelebi, Fatih Yaşar, Kanbolat Görkem Arslan, Yaşar Kurt, Orhan Aydın, Metin Yıldız, Grup Nena, Nejat Yavaşoğulları, Efkan Şeşen, Ömer Asan, Uğur Biryol ve Dilek Dindar gibi Karadenizli aydınlar, müzik grupları ve sanatçılar ilk imzacılar olarak Karadenizlilerin imzalarına açık bir metin hazırlamışlar.
"Bizler Karadeniz'in çocukları diyoruz ki; Son aylarda Karadeniz'de yaşanan ve kamuoyuna yansıyan haberlerden dolayı kaygılıyız. Mevsimlik tarım işçisi olarak yıllardır bölgemize gelen işçilere, Kürt kimliklerinden dolayı ambargo uygulanması iddiaları; Rize'de aynı nedenle işten atılan Kürt işçilerine ilişkin haberler biz Karadenizlileri kaygılandırıyor.
Bölge illeri emniyet yetkililerinin Giresun'da katıldığı bir zirvede alındığı iddia edilen "Kürt işçilerin bölgeye sokulmamasına" ilişkin, insanlarımızı potansiyel suçlu olarak gösteren kararlar, hukuken ve insanlık gereği kabul edilemez. Gerekçesi ne olursa olsun, insanların çalışma hakkı ve seyahat özgürlüğünün engellenmesi, insanlık onurunu aşağılayan uygulamalara tabi tutulmaları hukuksuzdur ve insan haklarına aykırıdır.
Yaratılmaya çalışılan bu düşmanlık havası Karadeniz'in kardeşlik ruhuna aykırıdır. Karadeniz coğrafyası farklı kültürleri ve kimlikleriyle bir kültürler mozaiğidir. Türk, Gürcü, Laz, Çerkez, Ermeni, Hemşinli, Rum... Yeşilin ve mavinin her tonu olmuşuz biz, Karadeniz misali. Hiç kimseye, hiçbir kültüre yabancı olmamış topraklarımız. O yüzdendir ki; Kürt, Türk, Laz her kim olursa olsun ya da hangi dil ve dinden olursa olsun; insanların onuru, emeği ve ekmeğiyle oynanmasını asla kabul edemeyiz.
Bizler halkların da emeğin de kardeşliğinden yanayız. Geçim derdiyle kilometrelerce yol katederek bölgemize gelen Kürt emekçileriyle emeğimizi de, ekmeğimizi de bölüşmeye her daim hazırız. Fındık bahçelerimiz de yüreklerimiz de açıktır. Toprağımız bereketlidir; her şeyi yetiştirmek ve herkesi kucaklamak mümkündür. Bu topraklarda sadece düşmanlık tohumları kök salamaz! Ve buna asla göz yummayız.
Biz imzası olan Karadenizliler, Karadeniz'in ve ülkemizin aydınlık geleceği için bu sürecin takipçisi olacağız."
Diyorlar. Dediklerini de hem İstanbul'da ve Giresun'da; hem de Karadeniz'in diğer mekânlarında kamuoyu ile sivil toplum örgütleri ile resmi kurumlarla, belediyelerle ve Karadeniz halkıyla paylaşıyor / paylaşacaklar.
Hissediyorum
Belki ellerinde kır çiçekleri ve buğusu tüten ince belli çay bardakları ile "Hun hemu xeru xweşî hatin, ser serê me, ser çavê me hatin" diyerek karşılayacaklar Kürt emekçilerini.
Hissediyorum taa buralardan Diyar-ı Kürtten. Kâzim'ın şarkılarını Kürtçe söyleyecekler hep beraber fındık bahçelerinde inadına. İnatçıdır bilirim Karadeniz çocukları, mısır ekmeğinin, hamsinin, çayın ve fındığın hatırına...
Şimdi benim bu işlere ne dememi beklerdiniz ki! Karadeniz'in Aydınlık Yüzlü Hayırlı Evlatları kendilerine yakışanı yapıyorlar / yapacaklar demekten başka... (ŞD/EÖ)