Devlete baş arıyoruz.
Neden? Başsız olmuyor mu? Hatta başı da bedeni de olmasa olmaz mı?
Olmuyor demek ki!
Arıyoruz: yoğun bir siyasi trafik eşliğinde...
Ama benim merakımı kimin olacağı değil de kimlerin olamayacağı çekiyor. Gel gör ki, kavga kimin olabilirliği üzerine kopuyor.
Ne garip; bir zamanlar “Kanadoğlu Kriterleri”ne atlayanlar, şimdi o kriterlerin seçtirmek istemediğine aynı muameleyi çekiyorlar.
O ise her daim suskun. Ne de olsa ağır adam! Hem zaten bu topraklarda ağırlara bey, ağa, molla denmez mi…
Oysa ağırlığı çekingenliğinden. Kaybetme riskini göze almadan kazanma isteğinden. Her daim kazanan cenahta olmaya oynamasından. Bir kez bile açıktan güreşmemesinden.
Neyse boşverelim kazanma ihtimali olanları. Bakalım kaybetmesi kesin olanlara...
***
Ne dersiniz adına Türkiye Cumhuriyeti denilen bu devlete kim baş olamaz?
Herkes kimin olacağını tahmin etmeye çalışırken şaşırdınız mı bu soruya? Şaşırmayın, belki de sorunun cevabı yeni ufuklar açar önümüze...
Kanaatimce bu devlete örneğin bir Ermeni asla baş olamaz. Aklınıza hemen diaspora gelmesin. Türkiye Cumhuriyeti’nin Ermeni yurttaşlarını kastediyorum. Yani bu devlete vergi veren, askere giden ve hatta bir 24 Nisan’da askerdeyken öldürülen ama ne yaparlarsa yapsınlar “biz”den sayılmayan Ermeni yurttaşlarından bahsediyorum.
Ahparig Hrant gibilerden bahsediyorum.
Onlar asla bu devlete baş olamazlar değil mi: Çünkü bu devlet onların değil.
Onlar bu ülkenin “sözde” yurttaşlarıdırlar: dini önderlerini bile özgürce seçmekten yoksun bırakılmış yurttaşları. Ne hadlerine bu devlete baş olmak!
Dahası bu devlete bir Alevi de baş olamaz değil mi! Hatta ana muhalefet partisinin lideri olsa dahi...
Öyle ya son zamanlarda “reel politika” yapan kimi insanlar, bu gerçeği memleketin televizyonlarından bile açıkça söyleyebildiler. Bu söylemin kendisinin düpedüz ayrımcılık olduğunu hiç düşünmeden.
Kuşkusuz doğruydu söyledikleri. Çünkü bu ülkenin tarihinde Alevilere düşen hep darağacında asılmak ya da ateşlerde yakılmak oldu.
Çünkü bu devlet onların olmadı hiçbir zaman. Onlar da tıpkı Ermeniler ve diğer gayri Müslim azınlık gibi bu ülkenin “sözde” yurttaşlarıydılar.
Ne garip bu gerçeklere rağmen bugün hâlâ Sünniler en mağdur(!).
Dahası bu devlete bir kadın da baş olamaz değil mi: hele ki anadan doğma olmadan kadınlığı seçenler!
Onlar ki göğün yarısını paylaşırlar bu dünyanın. Onlar ki tüm ceberrutluğuna rağmen ataerkinin, her yerde ayakları üzerinde durabilirler. Taksim’e ayak basmanın yasaklandığı bir ülkede hepimize özgürlüğü getirebilirler. Mide bulandırıcı bir erkek siyasetinin bedenleri üzerinden yürüttüğü savaşa cesaretle karşı durabilirler.
Çok yıldızlı bir televizyon starının muktedirden korkup tırstığı bir eril dünyada her bedeli ödeyerek “çocuklar ölmesin” demeye devam edebilirler. Özgürce yaşamak için dayak yemeyi, coplanmayı, gaza boğulmayı ve hatta öldürülmeyi göze alabilirler ama bu devlete baş olamazlar değil mi!
Ve bu devlete Kürtler de baş olamazlar değil mi! Mehmet Metiner ya da Hikmet Çetin benzeri “Kürt kökenli”lerden bahsetmiyorum. “Siyahi” Kürtlerden söz ediyorum. Hapislere atılsa da yine de dilinden ve kimliğinden vazgeçmeyen, muktedire yaranmak için Kürtlüğünü kullandırtmayan Kürtlerden bahsediyorum. Ahmet Türk’ten, Selocan’dan bahsediyorum. Onlar da bu devlete baş olamazlar değil mi!
Eğer bu devlete bir baş aranıyorsa isim tartışmaktan vazgeçelim.
Diktatörün karşısına Ermeniler, gayri Müslimler, Aleviler, kadınlar, geyler, lezbiyenler, translar, Kürtler ve bil cümle hakları yenen, özde sayılmayan, atık muamelesi yapılan herkesle yan yana çıkalım.
“Biz” olursak ancak bir ismin anlamı olur ve bu ülke özgürleşir... (OE/HK)