Acaba Ankara’da 10 Ekim’de Tren Garı önünde meydana gelen alçakça saldırının failleri ve tertipçileri kimlerdir? Olayın aydınlatılmasını kamuoyu beklemektedir.
Devlet sorumlu mudur? Devletin sorumluluğu sorgulanabilir ve denetlenebilir mi?
Yargının ve basının bu alçak saldırının aydınlatılmasında görevi ve işlevi nedir?
Soruların yanıtlarını iki ayrı AİHM’si kararını birlikte okuyarak yanıtlayalım.
Önce devletin sorumluluğu ve basın özgürlüğü…
Çok yazıldı ve hatırlatıldı ama örneğin “faili meçhul cinayetlerin” aydınlatılmasında devletin sorumluluğunun ne olduğunu Castells v. İspanya kararı ile bir kere daha yanıtlayalım (Castells v. Spain 23.04.1992. -2/1991/254/325-).
İspanyol vatandaşı Avukat Miguel Castells Bask Bölgesinin bağımsızlığını savunan H. Batasuna’nın partisinden seçilmiş bir senatördür. Haftalık “Punto y Hora de Eskalherria” dergisinin 4-11 Haziran 1979 tarihli sayısında “Muafiyet Rezaleti” başlıklı bir makalesi yayınlanır. Makalesine Bask bölgesinde öldürülen üç kişinin adını vererek şöyle başlamıştır. “...öldürülmelerinin üstünden bir yıl geçmiş olacak. Yetkililer bu cinayetlerin faillerini belirleyemediler; faillerin hangi örgüte mensup olduklarını da tespit edemediler.”
Yazısında 12 - 15 Mayıs 1977 tarihleri arasında öldürülen 22 kişinin adını saymış ve öldürülen bu kişilerin de faillerinin de bulunamadığını ve “ Bunlar sadece birer örnek. Bask Bölgesinde (Euzkadi) işlenen bitmez tükenmez bu faşist cinayetler listesinde yer alan tek bir cinayetin, tekrar ediyorum, tek bir cinayetin yetkililer tarafından aydınlatıldığına dair en küçük bir belirti yoktur” demiştir. Yazı şöyle devam etmektedir:
“ Açıkça söylemek gerekirse, yukarıda sözünü ettiğim faşist örgütlerin, Devlet cihazından bağımsız bir varlığı olabileceğine inanmıyorum. Başka bir deyişle, onların gerçekten var olduklarına inanmıyorum. Bütün bu değişik rozetlere rağmen, bunlar hep aynı kişiler. (...) Bu eylemlerin ardında, sadece Hükümet, Hükümet Partisi ve onların adamları olabilir. Bask muhaliflerinin insafsızca avlanmalarını ve ortadan kaldırılmalarını, giderek daha fazla politik bir vasıta olarak kullanacaklarını biliyoruz. Siyasal önseziden yoksun olarak böyle yapmak istiyorlarsa, bu onların problemi! Ama bir sonraki kurbanımızın hatırı için, sorumlular derhal bütün açıklığı ile ortaya çıkarılmalıdır”
İspanyol Senatörü Castells hakkında ceza davası açılır ve dokunulmazlığı kaldırılır. Yüksek Mahkemenin Ceza Dairesi 31.11.1983’de Castells’i Hükümeti hafif (menos gareves) tahkirden bir yıl süreyle hapis cezasına mahkûm eder. Temyiz talebi reddedilir.
Castells 17 Eylül 1985’de o tarihte kurulu olan Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna başvurur. AİHS’nin 6, 7, 10 ve 14. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürer. Komisyon üç oya karşılık dokuz oyla 10. maddeye aykırılık bulunduğunu kabul eder. AİHM’si Komisyondan kendisine gelen bu davada 10.maddenin ihlal edildiğine karar verir. 10. maddenin yorumunda; sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan “haber” ve “düşünceler” için değil, Sözleşmenin 10. maddesinin aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanabilir ve geçerli olduğunu belirtir. AİHM’si kararında; bu ilkenin çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereği olduğunu kabul edilerek; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz denilmiştir (Handyside v. İngiltere kararı).
AİHM’si herkes açısından önem taşımakla beraber, “halkın seçilmiş temsilcileri” için ifade özgürlüğünün özellikle önemli olduğu vurgulanmıştır. Bir muhalefet partisi üyesinin Parlamentoda söz söyleme özgürlüğü yerine, haftalık bir yayın organını tercih ederek görüşlerini “yazılı basın” yoluyla açıkladığında basın özgürlüğünün daha üstün olduğunu ve karşılaştığı “müdahaleyi” “basın özgürlüğünün” ihlali olarak kabul etmiştir.
AİHM’sine göre, “Somut olayda şikâyetçi fikirlerini senato kürsüsünden değil ki bunu hiçbir müeyyideye uğrama korkusu olmaksızın rahatça yapabilirdi, kendi seçtiği dergide açıklamıştır. Ancak bu yöntemi seçmiş olması, kendisinin hükümeti eleştiri hakkını kaybettiği şeklinde anlaşılmamalıdır.
Hukukun üstünlüğünün hâkim olduğu bir devlette, basının çok önemli bir yere sahip olduğu hiçbir şekilde unutulmamalıdır. Her ne kadar basının, karışıklıkların önlenmesi ve başkalarının şeref ve haysiyetlerinin korunması gibi bazı sınırları varsa da, ana görevi, siyasi sorunlar ve kamuoyunu ilgilendiren diğer konularda haber ve fikirleri yaymaktır.
Basın özgürlüğü topluma, siyasi liderlerin düşünce ve tutumlarını keşfetme imkânı sağlayan en önemli araçlardan birisidir. Basın özellikle politikacıların kamuoyunu ilgilendiren konularda yorum yaparak bunları yansıtma fırsatı verir. Basın böylece herkesin serbest tartışmaya katılmasını sağlar ki, bu demokratik toplum ilkesinin çekirdeğidir.
(…) Hükümet hakkındaki eleştirilerin caiz olan sınırları, özel kişilere, hatta politikacıya yapılan eleştiriye oranla daha geniştir. Bir demokratik sistemde hükümetin eylem, işlem veya hataları, sadece yasama ve yargı organlarının değil, basın ve kamuoyunun da ayrıntılı incelemesine tabidir. Ayrıca hükümet, medyadaki haksız saldırı ve eleştirileri başka yollarla önlemek varken, işgal ettiği hâkim pozisyon dolayısıyla ceza davası açarak önlemeyi tercih etmiştir. Kamu güvenliğinin garantörü olarak yetkili devlet makamları, hakaret, kast veya kötü niyetle yapılan yayınları önlemeye yönelik olmak üzere, ceza niteliğinde olanlar da dâhil gereken önlemleri almak yetkisine sahiptir. Ancak bunda hiçbir şekilde aşırıya kaçılmamalıdır.”
Sonuç olarak, Hükümeti veya Devletin sorumlu olup olmadığını sorgulamak özellikle siyasetçilerin hakkıdır. Devlet bulunduğu hâkim pozisyon yüzünden hakkında “halkın seçilmiş temsilcileri” ve basın tarafından ileri sürülen sert eleştiriler nedeniyle ceza davası açmak yerine yazıda ileri sürülen iddiaları araştırmak ve sonuçlarını kamuoyu ile paylaşmak zorundadır.
Yazı yazarak görüşlerini günlük bir gazetede yayımlayan ister siyasetçi olsun, ister gazeteci; politikacının ve gazetecinin hakkı olan ifade özürlüğü, aynı zamanda gazete okuyucularının da hakkı ve özgürlüğüdür. Herhangi bir mitingde siyasal görüşlerini açıklayan bir politikacının hakkı olan ifade özgürlüğüne onu dinleyen herkes sahiptir. Başka bir deyişle; “ifade özgürlüğü niteliği gereği hem ifade edenin / sahibinin özgürlüğüdür hem de, o ifadenin yöneldiği adresin, kişinin/kişilerin özgürlüğüdür.” (Gemalmaz, Semih. İ.B. Baro Gündemi. Şubat 1999).
Yargının sorumluluğu ve basın özgürlüğü söz konusu olduğunda…
Basın söz konusu olduğunda, devletin ve yargının basına karşı tavrı ne olmalıdır?
Devletin basın özgürlüğünü işletmek konusundaki sorumluluğu nedir?
Yargı el sürülmez bir güç müdür? Adaletin dağıtımındaki hataları eleştirilmez mi?
AİHM’si bir kararında “basın söz konusu olduğunda...” Handyside kararına atıfla 10. madde ile korunan ifade özgürlüğü hakkındaki yorumu şöyledir: “Basın söz konusu olduğunda, bu ilkeler özel bir önem kazanır. Bu ilkeler, önemli ölçüde toplumun yararına hizmet eden ve aydınlatılmış bir halk işbirliğini gerektiren adaletin dağıtılması alanına da aynı ölçüde uygulanır. Mahkemelerin boşlukta çalışmadıkları, genel kabul gören bir olgudur. Mahkemeler, uyuşmazlıkların çözümünde bir forum durumundadırlar ama bu demek değildir ki, uzmanlaşmış dergilerde, genel basında ya da halk arasında uyuşmazlıklar önceden tartışılmaz. Dahası, basın yayın organları adaletin usulüne göre dağıtılmasına tecavüz etmeyip, kamu yararının bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi, mahkemelerin önüne gelmiş sorunlarla ilgili haber ve düşünceleri vermekle yükümlüdür. Sadece basın yayın kuruluşları bu tür haber ve düşünceleri vermekle görevli değildir, halkın da bu haber ve düşünceleri edinme hakkı vardır...” (Sunday Times-Birleşik Krallık Davası. 26.04.1979; Seri A, No:30)
Devlet, yargı ve basının sorumlulukları sorgulandığında…
Sonuç olarak ifade özgürlüğü demokratik toplum düzeninin zorunlu öğesi, temel hak ve özgürlüklerin omurgasıdır. Herkes bu özgürlüğün sahibidir. Bu özgürlük yayın yasaklarıyla kısıtlanamaz. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirler alır. Kendisi, bu hakkı ihlal edemez, sansür yasaktır.
Devlet; “hâkim pozisyonu” nedeniyle, devletin sorumluluğunu tartışmak isteyen kim olursa olsun herkesin hak sahibi olduğu ifade özgürlüğünü sağlamakla görevlidir.
Devlet yaptıkları ve yapmadıklarından dolayı sorumludur, sorgulanabilir ve eleştirilebilir. (Fİ/HK)