Eskiden her ilde politikacıların performanslarının ölçütü orada kamuya ait yeni bir fabrika kurulmasıyken, devletin sanayi yatırımlarından çekilmesiyle birlikte bunun yerini, OSB teşvikleri, TOKİ evleriyle birlikte üniversite kurmak aldı. İktidar partisi AKP de "Üniversitesiz il kalmayacak" sloganıyla 2007-2008 yıllarında Ardahan'dan Bilecik'e çok sayıda üniversite açtı.
Yeni kurulan üniversitelerde sorunlar yaşanması çok da şaşırtıcı olmayan bir sonuçtu. Hatta birkaç kuşağın üniversite okumak hayaliyle gelip, sürünüp, harcanması da Türkiye'de artık kanıksanan bir ata sporu halini aldı.
Konuya ilişkin gündemse üniversitenin şehirlerin ekonomisine ve sosyal yaşamına sunacağı potansiyel katkılarıyla sınırlı bir içerikte şekilleniyor. Buraya kadar anlatılan her şey Tunceli/Dersim için de geçerli. Fakat burada, üniversiteye ilişkin tartışmalarda, üniversiteyi ilde, sosyal, siyasal, kültürel bir dönüşümün kaldıracı olarak yapılandırmak diye özetleyebileceğimiz bir gündemin daha ön plana çıktığı görülüyor.
"Buraya 2. Fırat Üniversitesi açıldı"
"Buraya üniversite açılmasaydı daha iyiydi. Zaten Tunceli Üniversitesi açılmadı, adeta 2. Fırat Üniversitesi açıldı. Buraya aydınlığı değil karanlığı getiriyor." Buna benzer bir sözün ya da içerdiği eleştirinin başka bir yerde Dersim'deki kadar yaygın paylaşıldığını sanmıyorum. Hatta 22 Ocak 2011'de yapılan ve binlerce insanın katıldığı "Asimilasyon ve Cemaatleşmeye hayır" mitinginin başlıca temalarından biri yeni kurulan üniversitenin ilde cemaatçi yapılanmanın merkezi haline geldiğiydi. Buna göre, üniversite kentin sosyal, siyasal ve kültürel dokusunu metamorfoza uğratmak için kullanılan bir araç, kaldıraç olarak kullanılıyordu. Eylemde en çok atılan sloganlardan biri de "Cemaat dışarı, bilim içeri"ydi.
Muhafazakarlaştırma makinesi olarak üniversite
12 Eyül sonrasında YÖK'ün kurulması ve 1402 sayılı kanunla pekçok öğretim elemanının üniversiteyle bağının kopartılmasıyla birlikte üniversiteler, kurulu bulundukları kentleri muhafazakarlaştırmak amacıyla işlevlendirildi. Aşırı-sağın 1970'lerden beri savunageldiği Türk-İslam senteziyle iktisadi liberalizmin bir bileşimi yakalanmaya çalışıldı. Birkaç kuşağın üniversitelerden, kamu bürokrasisinden uzaklaştırılması, mühendis-mimar, doktor vb. nitelikli işgücünün işlerinden atılması anlamına gelen uygulamalarla aydın-yarı aydın kesimler terbiye edilmeye, kamusal alandaki etkinlikleri ortadan kaldırılmaya çalışıldı.
Bu sürecin üniversitelere yansıması, evrensel-bilimsel bilginin üretilmesi, toplumun belleği ve vicdanı olarak eleştirel-tarihsel duruşun ve özgürlükçü sosyal ilişkilerin geliştirilmesi noktasında çoğu zaman bulundukları kentlerin bile gerisinde kalmak oldu. Devlet adına, milliyetçilik adına, din adına resmi ideolojiyi yeniden üreten, hiç bir muhalif görüşün barınmasına müsamaha göstermeyen bir endoktrinasyon merkezi olmakla kendisini sınırlandırdı.
Bir kaç büyükşehirdeki köklü üniversite dışarıda tutulursa, bu özelliği nedeniyle üniversiteler, yerellikteki aşırı sağ siyasetlerin kendi sağlamasını yaptığı, kadrolarını devşirdiği ve istihdam ettiği yerler oldu. Madalyonun diğer yüzünde ise binlerce kişilik kadrosu ve sayısı 10 binleri bulan öğrencisiyle söz konusu kentlerdeki ekonomik yaşantıyı canlı tutan bir unsur olarak yerel sermayenin sempatisine mazhar olması bulunuyordu.
Bu anlamda üniversite klasik anlamda bir "aydınlanma" merkezi olmaktan çıkıp, yerel sermayeyi mutlu eden bir muhafazakarlaştırma makinesi gibi çalıştı. Tunceli'deki üniversiteyi düşününce, başka illerde on yıllardır uygulanan bu formülün Dersim'de de yürürlüğe konduğu anlaşılıyor.
Nisan 2010: Sert kadrolaşmaya geçiş
Üniversite yönetimi ilk göreve başladığı 2008-2009 yıllarında Dersim'in sosyo-kültürel farklılıklarına ve duyarlılıklarına saygıyla yaklaşacağı, onunla çatışmak yerine dengeci olacağı izlenimi yarattı. Bir rektör yardımcısıyla, bir rektör danışmanının Tunceli Eğitim ve Sağlık Vakfı'nın önerdiği isimler olması da bu imajı güçlendiriyordu. Ne var ki, Rektör Durmuş Boztuğ, Nisan 2010'dan itibaren, bu dengeci tavrı bir kenara bıraktı ve kadrolaşma, yönetim anlayışı ve şehirle ilişkilenme biçimi açısından bugünkü tepkilere neden olan bir pratiğe yöneldi.
Üniversitede öğretim üyesi ve görevlisi kadrolarının büyük çoğunluğu doğrudan doğruya tarikatlarla yahut AKP hükümetiyle ilişkili dinci veya milliyetçi insanlardan oluşmaktadır. Sol, demokrat veya liberal denilebilecek bilim insanları ise üniversitede çok küçük bir orandadır. 300'e yakın öğretim elemanından araştırma görevlileri dışarıda tutulursa, geriye kalanların ancak yüzde 10'u Tunceli'nin dokusuyla uyumlu bir duruşa sahiptir.
Cemaatçilerle ülkücülerin ağırlıkta olduğu sağ kadrolaşmanın çok bilinçli bir tercih olduğunu birkaç örnekle ortaya koymak mümkündür. Bu konuda verilebilecek en çarpıcı örnek, Su Ürünleri Fakültesi'dir. 25 kişilik akademik kadrosunun yarısından fazlasının kafa tokuşturmak suretiyle selamlaştığı fakültenin 1. ve 2. sınıflarda toplam 13 öğrencisi vardır. Böyle olunca da akla "Bu fakülte niye açıldı?" ve "Niye bu kadar hızlı büyüdü?" soruları takılıyor.
Fakültede geçici görevle bulunan iki öğretim elemanı bir araştırma merkezi kurduktan çok kısa bir süre sonra, buradaki cemaatçilerle bir vesileyle ters düştükleri için görev süresi uzatılmayarak apar-topar geri yollandı. Daha sonra söz konusu merkezde yetiştirilen balıkların hepsi ölmüştür. Yine aynı fakültede bir yardımcı doçentin nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya bulunan kırmızı benekli Munzur alabalıklarından 200 tanesini elektrikle yakalayıp, özel bir çiftliğin havuzuna koymak suretiyle telef olmalarına neden olduğu yönündeki iddialar basında yer almış, gelen şikayetler üzerine İl Tarım Müdürlüğü balıkların havuzdan alınıp nehre geri bırakıldığını söylemiştir.
Üniversitenin diğer fakültelerinde de durum aşağı yukarı böyledir. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde Kamu Yönetimi bölümünde bu dönem başında üç öğretim üyesi varken Eğitim-Sen'li olan ikisi bir şekilde üniversiteden uzaklaştırılmıştır. Kalan tek öğretim üyesi de yönetimin en "sadık" elemanıdır. Lisans eğitiminin sürdüğü bölümde 7 dersin 3'üne bu kişinin girmesiyle, buraya üniversite okuma amacıyla gelen öğrenciler fiilen ilkokuldaki sınıf öğretmenliği sistemine dönmüş olmaktadır.
Bu noktada, yönetime yakın kişilerin bu konuda dile getirdikleri bir serzenişin üzerinde durmak da gerekiyor: "Tuncelili/Dersimliler veya sol eğilimli akademisyenler burayı tercih etmiyorlar, buraya gelenlere de saygı duymak gerekir." Bu iddiaya dair bir-iki örnekten bahsedersek yeterli olur kanaatindeyim. Bunlardan ilki, üniversite kadrosunda bulunan Tuncelili, sendikalı bir öğretim elemanına Mayıs 2010'da doktorluk unvanı aldığı halde Yardımcı Doçentlik kadrosu ilan edilmemesidir. Halbuki, üniversitenin fazlasıyla öğretim üyesi açığı bulunmaktadır.
Aynı süreçte benzer durumdaki yönetime yakın iki kişiye doktorasını bitirdikten çok kısa bir süre sonra kadro verilmiştir. Yurt-içi ve yurtdışından (Almanya ve Kanada'dan 3 kişiyi biliyoruz) gelme talepleri rektörlükçe bir şekilde reddedilen çok sayıda isim vardır. Tercih açık biçimde cemaatçi-milliyetçi kadrolaşma yönündedir. Bu tercihin en yeni sonucu, İslamcı Eğitim-Bir-Sen sendikasının Mayıs 2011 itibariyle üniversitede yetkili sendika konumuna gelmesidir. Dersim'e bunu yakıştıran varsa diyecek sözümüz yok, ama üniversite içinde ve dışında geri kalanlar ne yapıyor diye sormak gerekir.
Camili ve Cemevili yerleşkeye "engel"
Son olarak, üniversite yerleşkesinin temelinin iki yıldır atılmamasına değinmek istiyorum. Nedeni, Rektörün "kucaklaşma" söylemiyle yürüttüğü AKP'nin Alevi açılımının il koordinatörlüğünün önüne engel çıkartılmasıdır. Bu engel, önerdiği yerleşke projesinden Tunceli İl Genel Meclisi (İGM) kararıyla Cami ve Cemevi'nin çıkartılmış olmasıdır. İGM'nin gerekçesi adeta üniversite yönetimine ders verir niteliktedir: "Dini ibadet yapılarının üniversite yerleşkesinde bulunması gereksiz, hatta özgür-bilimsel düşünceye aykırıdır."
Ortada başka bir gerekçe olmamasına, kamulaştırma sorunları çözülmesine ve geçen yıl temeli atılacağı söylenmesine rağmen, yerleşke inşaatının adeta rafa kaldırılması ancak bu kararla açıklanabilir.
Sonuç olarak, parçaları birleştirdiğimizde karşımıza, kadrolaşma ve para kazanmanın iç içe geçtiği, bilim-öğretim faaliyetlerinin talileştirildiği, şehre taşıdığı insan tipolojisiyle ve hükmettiği geniş bütçeyle cemaat ve AKP'nin Dersim'deki sosyal-siyasal derinliğini arttırmayı görev edinmiş bir "üniversite" çıkmaktadır.
Kentteki demokratik kamuoyunu oluşturan kurumlar özetleyerek anlatmaya çalıştığımız bu gerçeklik karşısında, Dersim halkının 22 Ocak'ta tartışmaya yer bırakmayacak açıklılıkta verdiği mesajın takipçisi olacak, üniversitede olup bitenleri daha sistemli biçimde takip edip öneriler geliştirecek bir "İzleme Komisyonu" acilen oluşturmalıdır. (UY/ŞA)
(Uğur Yeşiltepe, Dersim'de avukat.)