Türkiye gibi gündemi hızlı değişen bir ülkede yaşamaktan çoğunlukla şikayet edilir, zira hakkının verilerek işlenmesi gereken konuların gündemde kalamaması sorundur.
Gelgelelim bazen öyle olaylar öyle uygun sıklıkla gerçekleşiyor ki, evren kendisini düzeltiyor adeta, karışan algıların ve duruşların netleşmesi için bize altından bir anahtar sunuyor. Bu minvalde üç adet bilindik hikaye anlatacağım[1]
Pamuk, Beşikçi ve Şık: Zorunlu mazlumluk ortakları
İlk hikayemizin kahramanı Orhan Pamuk. Kendisi daha önce de defalarca Türklüğe hakaret ile suçlanmıştı lakin bu bağlamda yargılanırken, bu kadar saçma bir kararın altına imza atılmamıştı.
"Türklüğe Hakaret" olarak tanımlanan suçta Türklüğün doğru düzgün tanımının yapılmaması, Türklük kurumuna hakaretin subjektif olarak nasıl belirleneceğinin bilinmemesinin ifade özgürlüğü ile tezatı vs. çok konuşuldu (ve hala daha fayda etmedi), ama yargı gene de kendini aşmayı başardı: Orhan Pamuk, bu hakareti sebebiyle 6 kişiye tazminat ödemeye mahkum oldu. İşin kötüsü, 301. madde orada durdukça bu karar emsal niteliğinde olabilecek.
Karşımızda inanılmaz bir fars var. Siz tamamen ifade özgürlüğü kapsamında bir beyanatta bulunuyorsunuz, bunun "Türklük" adlı ne idüğü belirsiz bir kuruma hakaret olduğu iddiasıyla dava açıyorlar ve de siz bunun sonucunda dava açan kişiye tazminat ödüyorsunuz. Hakaret kişisel değil, ama tazminat kişisel. Hukuk öyle yüce ki, istediği her şeye kılıf uydurabiliyor.[2]
İkinci hikayemizin kahramanı İsmail Beşikçi. Kendisinin kariyerine baktığımızda, hapse girmesinin değil, hapse girmemesinin haber olması gerekiyor aslında. Bu değerli hoca hayatı boyunca toplam 17 yıl hapis yatıyor, 36 kitabından 32'si yasaklanıyor ve, biraz da ironik olarak, zamanında hapis yatmasına sebep veren söylemler bugün iktidarından muhalefetine herkes tarafından dillendirilebiliyor.
Eh, hal böyleyken, kendisinin bizzat ayağına gidilip kendisinden özür dilenmesini beklemek hakkıdır, değil mi? Haşa. Kendisi Mart ayı içinde gene hapis cezasına çarptırıldı 15 aylığına. Sebep? "Terör örgütü propagandası yapmak". Peki bu fiili nasıl işliyor? "Kürdistan" diyerek. Yani bir coğrafyayı, ta 12. yy'dan beri anıldığı şekilde tanımladığı için. Ha unutmadan, kendisi "Kandil" kelimesini Q harfi ile yazmış bir de! Şimdi taşlar yerine oturdu.
Ve fakat üçüncü hikayemizin kahramanına baktığımızda Beşikçi Hoca ucuz yırtmış diyebiliyoruz, zira Ahmet Şık eldeki delil itibariyle hukuki sınırlar zorlanarak "terör örgütü propagandası yapmak" ile suçlanabilecekken doğrudan "terör örgütü üyeliği"ne terfi etmiş durumda.
Şık'ın hikayesi konusunda gün aşırı bir gelişme olduğu için kafalarda olayı kesinleştirmek zor, lakin savcılığın önce "şu anda açıklanamayacak deliller var" deyip de takibat sürerken kimi gazeteler yoluyla açıklamaya karar verdiği deliller, tutanaklar ve tanık söylemleri ışığında anlaşılan şu: Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) alleged[3] olarak yeni bir yapılanmaya giriyor, ve buradaki amaç davayı itibarsızlaştırmak.
Bu amaç doğrultusunda Soner Yalçın (alleged terörist) önderliğinde bir plan yapılıyor. Ahmet Şık bir kitap taslağı hazırlıyor, ve bu kitabı Yalçın'a gönderiyor. (Önemli not: Şık bunu kendisinin göndermediğini ve konunun aydınlatılmasını istiyor sorgusunda, yani bu eylem de alleged) Yalçın bunun üzerine notlar alıp bu notlar vasıtasıyla Şık'a alleged talimat veriyor. (Talimat olduğuna dair bir şüphe götürmez bir nitelik yok notlarda)
Şık da bu dolaylı ve varlığı kanıtlanmamış bağlantı itibariyle alleged terörist oluyor. Kendisi ETÖ ile ne finansal, ne kişisel, ne eylemsel bir bağ kurmuş halde. Kendisinin bağı olduğunu gösterebilecek tek ifade Yalçın tarafından yazıldığı söylenen "Nedim'e söyleyin, Ahmet'i çalıştırsın" ifadesi, ve de Şık eğer Nedim'in alleged ETÖ üyesi olduğunu bilmiyorsa, terör örgütü üyesi olması ithamı oldukça ağır.
İşin bir başka boyutu da şu: Ben bu hikayeyi hukuki etiğe saygılı olarak alleged kelimesini kullandım, lakin tutanaklarda vs. Şık'ın, Yalçın'ın vs. terörist olduğuna dair kanı kesin.[4]
Gerçi bu gelişmeler ülkemiz için çok şaşırtıcı değil, zira "q" harfi ile örgüt propagandası yapılan yerde "taslağa alınan notlar" ile de gayet örgüt üyesi olunur.
Samimiyet Testi
Gelelim bu sürreel ortamdan çıkarmamız gereken derse: Eğer bu üç olaydan herhangi birisini bilerek göz ardı eden, bu üç olaydan birisi gündeme gelince "ama..." ile başlayan cümleler kuran, her yeni gelişmeye karşı bir "ama belki yargı makamı şunu diyordur" diye yeni kapı aralayan birisini görürseniz; onun demokrasi ile ilgili isteklerinden şüphe duymanız önemle tavsiye olunur.
Bu olayların, evrensel insan hakları prensipleri uyarınca, herhangi birinde yargı haklı bulunup bir diğerinde eleştirilemez. Bu ülkede yaşayanların, 12 Eylül zihniyeti ile yeşertilmiş hukuk koridorlarında her türlü haksızlığın vücut bulduğunu unutmaması gerekir. Bu ülkede hukuk, öncelikle devletin bekası için vardır, sonra vatandaşların bireysel hakları gelir. Zaten vatandaşın öyle fazla birey olması da sakıncalıdır.
Bu olayların buraya gelmesinin sebebi, hukukun ideolojik sebeplerle işletilebilmesine açık kapı bırakan esnek hükümlerdir. Sorunun esasına nüfuz etmeden, sadece kişilere ve ideolojik çıkarlara odaklı eleştiriler de gündemde zamanla kaybolup gideceklerdir. "Mukayeseli mağduriyet" ilkesi ile, "ama X'in mağduriyeti Y'den daha önemli" şeklinde söylemler ile insan hakları ve demokrasi talep edilemez, zira o mukayeseler ileride bu mücadeleyi vereni haklar.
Bir liberal, bir Kürt ve bir sosyalistin; devletin kendini aşırı koruma refleksleri uyarınca mağdur ve mahkum edilmesine yekpare ses vermeden Türkiye samimi bir demokrasi mücadelesi veremez, her gelen demokrasi birinin demokrasisi olur.
Adı kâh "militan demokrasi"[5] koyulur, kâh "önleyici demokrasi" formunda zuhül eder. (BT/EÖ)
[1] Kahramanlarının ismi telaffuz edilmeyen daha nice böyle hikayeler var aslında ama yazı sonunda demokrasi testine sokacaklarımızı fazla da zorlamamak icap eder.
[2] İnsanın aklına şu soru düşüyor: Acaba ülkemizin spor kulüplerinin yöneticileri, kulüplerine tezahürat ya da tartışma yoluyla edilen her hakarette buna benzer tazminat toplarlarsa Türkiye futbolu düzlüğe çıkar mı? Bence bu düşünülmeli, fikir uygulanırsa payımı isterim.
[3] Dava süreci sonuçlanana ya da suçlu suçunu itiraf edene kadar kimse suçlu ilan edilemeyeceği için İngilizce'de "alleged" kelimesi kullanılır haber metinlerinde. Lakin bu metnin doğru düzgün bir Türkçesi yok, "sözde" denince akla resmi ideolojinin beğenmediği iddialara uydurduğu kalıp geliyor, "olduğu iddia edilen" desek tekrar tekrar kullanmaktan ötürü okuyanı bayma riski var. O yüzden anlamını açıklayıp İngilizcesini kullanmayı tercih ettim.
[4] Örneğin tutanağın 17. sayfasında "Yalçın ve diğer Ergenekon Terör Örgütü mensuplarının" şeklinde bir ifade var, şüpheli denmesine gerek duyulmamış.
[5] Vural Savaş'ın "irtica ve bölücülüğe karşı" uygulanmasını önerdiği, sosyal bilimler literatüründe çığır açan çalışma. Akademik sebepler haricinde okunması vakit kaybıdır.