Hapishanelerin griliğinin inadına hayatımızı üretken kılmanın yanı sıra, onu renklendirmek, şenlendirmek için çaba harcarız.
Kimi zaman şakalar yaparız, kimi zaman özel günler için hazırladığımız skeçlerle, koro ve tiyatrolarla, şiir dinletileriyle şenlenir hayatımız.
Arada bir de idarenin düzenlediği etkinliklere katılıyoruz.
Yalnız hem kurslara hem de idarenin düzenlediği eğlencelere katılım konusunda siyasi tutsakların farklı politika ve pratiklerinin olduğunu geçerken kaydetmeliyim.
Hapishaneye ilk gelen tutsağa oyun uygulamak adettendir.
Düşünsenize bir!
Gözaltına alınmışsınız, günlerce gözaltında kaldıktan sonra tutuklanıp hapishaneye getirilmişsiniz.
Biraz şaşkın, hayli yorgun ve tepkili, tutuklanmış olmanın yarattığı bir psikoloji ile hücre ya da koğuşa gelmişsiniz.
Hapishanenin koşullarına göre, belki de birkaç günde müşahede dedikleri yerde kalmış olabilirsiniz.
Geçmişte hapishane deneyimi olanlar böyle anlarda daha bir dikkatli olurlar.
Ama kimi ne kadar uyanık olursa olsun, içeridekiler mutlaka bir oyun yaparlar.
Böyle bir oyuna ilk tutuklandığımda ben de kanmıştım.
Normal koşullarda böyle bir oyuna gelmek hakikatken pek mümkün olmasa da…
Altı kişi birden bize oynanan oyunu yuttuk!
Hem de içimizdeki deneyimli mahpuslarla birlikte.
Demek ki, neymiş?
İlk mapusluk günlerinde, en sırıtan oyunlar bile yutulabiliyormuş!
Kandıra F Tipi Hapishane’den bir mektup arkadaşım onlara oynanan oyunu anlattığında hem çok gülmüş, hem de böyle bir oyunu nasıl yuttunuz diye şaşkınlığımı belirtmiştim.
Dedim ya, ilk mapusluk şaşkınlığı; özellikle de daha önce hapishane görmemiş tutsaklar her çeşit oyuna kanabiliyorlar.
Genç arkadaşım ilk tutuklanıp, hücreye konulduklarında eski tutsağın; gece saat ondan sonra onları aileleriyle internet üzerinden bir görüşme yaptıracağı şakasını anında yutmuşlar.
Aileleriyle görüşeceklerini duyan iki genç heyecanla zamanın geçmesini beklemişler.
Üstelik görüşme görüntülüde olacakmış.
Bu önerinin yaratığı heyecandan bir F Tipi hücrede tutsakların bir dizüstü bilgisayara ve internet bağlantısına sahip olmayacakları akıllarına bile gelmemiş!
Bazen eski mapuslara da oyun yapılır.
Genellikle de bu gibi durumlarda “kendi istedi” denilir.
Kandıra’dayken genç arkadaşım Mürvet ha bire posta yolu bekleyip; kendisine mektup gelmediğinde de söylenip dururdu.
En sonunda da, “yarın mutlaka mektubum gelecek” diyip noktayı koyardı.
Baktım olmuyor!
Mürvet’e bir mektup yazarak onu sevindirelim diye cürümleri Ayla ve Gurbet’le anlaştım.
Gizlice Mürvet’e gelen mektuplardan yeni bir başka cürümünün gönderdiği mektubun zarfını alıp, onun adına Mürvet’e bir mektup yazdılar.
Tabi mektuba öyle saçma sapan şeyler yazdılar ki, Mürvet mektubu okuduğunda hop oturup, hop kalksın istedik.
Gece mektup hazırlandı, ertesi günün nöbetçisi de, gelen mektup demetine hazırlanan mektubu katıp, mektubu Mürvet’e verdi.
Zarfı eline alan Mürvet önce; “ben size demedim mi yarın mutlaka mektubum gelecek” diye havasını attı.
Ardından da mektubu okumaya başladı.
Mürvet’in mektubu okumaya başlamasıyla, nasıl bir öfkeye kapıldığını görmeliydiniz.
İki hapishane mektup okuma komisyonunun denetiminden geçerek gelmiş bir mektuba nasıl olurda böyle saçma sapan şeyler yazılır diye söylenip durdu genç arkadaşım.
O sinirle ne zarfı kontrol etmek, ne de yazıyı benzetmeye çalışsalar bile arkadaşlar bu yazıyı arkadaşımın mı diye bakmak aklına geldi!
Bir süre sonra mektubun tarafımızdan yazıldığını söylediğimizde…
Arkadaşına kızıp, öfkelenmesine üzüldü elbette.
Mektup bekleme konusundaki tavrından da ufak da olsa bir değişiklik oldu.
En azından gelen mektupların zarflarını kontrol etmeyi ihmal etmedi.
Tabii Mürvet’e yaptığımız oyunu basite alan Ayla “ben olsaydım bu şakayı yutmazdım” diyince…
“Külyutmaz” Ayla’ya da bir oyun yapmak farz oldu.
Koğuştan Hatice ile anlaştık.
Önce Ayla’yı tahliye ettirelim diye düşündük.
Bunun ona çok ağır geleceğini, daha basit bir şakada, avukat görüşünde karar kıldık.
Bu oyun için birde infaza koruma memuruyla anlaşmamız gerekiyordu.
O da çok kolay oldu.
Bir gün sabah mazgaldan “Ayla avukat” diye seslendi nöbetçi.
Bizim Ayla bir havayla hazırlandı.
Günlerdir avukatını bekliyordu ve duruşmasına da iki gün kalmıştı!
Hızla alt kata indi ve beklemeye başladı.
5 dakika, 10 dakika, 20 dakika derken; düğmeye basıp nöbetçi memuru çağırdı.
Memur avukatın kampüs içerisinde olduğunu ve henüz 2 nolu T Tipine gelmediğini beklemesi gerektiğini söyledi.
Bu gerekçeyle tam 2 saat Ayla’yı alt katta bekletti.
İki saat sonra “geçmiş olsun” dediğimizde, ilk anda ona şaka yaptığımızı kabullenmese de…
Külyutmaz arkadaşımıza küçük bir ders verdiğimizi anladı.
Böyle oyunlar çok yapılınca, faka basmamak adına gerçek durumlar da bile mahpuslar ihtiyatlı yaklaşmayı tercih edebiliyor.
Bu tür oyunlarda dikkat edilmesi gereken tek şey oyun yapılan kişiyi rencide edecek şakalardan uzak durmak.
Bir de işi tadında bırakmayı bilmek.
Gerisi sizin yaratıcıcılığınıza kalmış bir şey.
Özel kutlama ve anmalarda koğuş sakinlerinin sayı ve yeteneklerine göre korodan-soloya şarkılar, türküler, marşlar, şiir dinletileri, skeçler hazırlanır.
Hapishanede her özel kutlamanın son perdesi abur-cubur yemektir.
Hapishane usulü pastalarımız harika olur.
Eskiden 19 Aralık katliamı öncesinde bu tür kutlamalar için ayrılması gereken bütçe hayli fazla olmak zorundaydı.
Hem koğuşlar çok kalabalık olurdu, hem de başka koğuşlardan tutsaklar davet edilirdi.
Şimdilerde F’lerde yan yana hücrelerde tutsak sayısı bir koridorda 9 kişiyi geçmiyor.
T,M ve E Tiplerinde sayı daha kabarık oluyor.
Ortak etkinlikler aynı koridorda olan koğuşlar, hücreler aradaki duvarlara aldırmadan yapılsa da.
Bu türden toplu kutlamaların tadı eski kutlamalar gibi olmuyor.
Etkinlik sonrası çekilen halayı bile herkes kendi havalandırmasında çekiyor.
Bu nedenle idarenin düzenlediği eğlencelere katılmayı çok seviyorum.
Her şey bir yana etkinliğe katılan tüm arkadaşları görmek, kucaklaşmak, kısacık da olsa sohbetlere yapmak özlem gidermek bakımından çok iyi oluyor.
Beton duvarlara inat birlikte eğlenmenin, şen kahkahalar atmanın tadı bir başka oluyor.
Dün bir ilk yaşadık hapishanede!
Etkinliği tutsaklar hazırlamışlardı.
Hapishanede PASK’lı kadın tutsakların sayısı 70’i geçti.
Her bir koğuş etkinlik için bir şeyler hazırlamış.
Şiir dinletisi, tiyatro, koro derken zaman darlığı nedeniyle programdan kesintiye gitseler de.
Bir an salona göz gezdirdiğimde, sanki hapishanede değil de bir tiyatro salonundaymışız gibi hissetim.
Ortak eğlence ya da etkinliklere çıkarken hepimiz en güzel elbiselerimizi giyeriz.
Hapishane grisine inat, geçtiğimiz her yer bahar gelmiş gibi rengârenk olurken, ağız dolusu kahkahalarımızla malta konferans salonu bir başka şenlenir.
Dün konferans salonunun girişinde üç genç kadın yöresel kıyafetleriyle bizleri karşıladılar.
Kendi havalandırmalarından getirdikleri plastik kovalardaki çiçeklerle sahneyi süslemişlerdi.
Bu defa diğer etkinliklerdeki gibi kucaklaşmalar ve ayaküstü sohbet olmadı.
Hemen yerimize oturduk ve program başladı.
Kürtçe ve Türkçe sunumla iki genç kadın bizlere hoş geldiniz dedikten sonra şiir grubu sahne aldı.
Şilan, Şadiye, Şerife ve Gülizar hevallerin hazırladığı şiir dinletisi yarım saat sürdü.
Şiir dinletisinin ardından biz skeçler beklerken sunucular Molière’in Cimri oyunun oynayacağını duyurunca, ilk anda şaşırdık!
İlk Kürtçe tiyatro seyretmek hapishanede nasip oldu.
Bilgi’nin simultane çevirisiyle zevkle izledim oyunu.
Sanırım Kürtçe bilmeyen herkes benim kadar şanslı değildi bu konuda.
Kadınların hepsi rollerinin hakkını vererek oynadılar.
Kostümler de koşullara uyarlanmıştı.
Ve yıllar sonra hapishanede tiyatro seyretmek harikaydı.
Rengin heval ve A-10’dan Serdar ile Fadime şiirle etkinliğe katkı sunarken…
A-8’den Yapıcılar korosu ve Azadi Şitlan (Özgürlük Fidanı) müzik grubu da etkinliğe renk katan emek ürünleriydi.
Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan etkinlik sona erdi.
Her etkinlik sonrası koğuşa döndüğümüzde…
Tatlı bir yorgunlukla karışık bir rahatlık hissederiz.
Ta ki, bir açık görüş hengâmesine, bir başka etkinliğe dek!
Anlayacağınız hapishaneler gri olsa da...
Betonun ve demirin yürek üşüten soğuğuna inat!
Ağız dolusu gülmeyi, üretmeyi, mutlu olmayı, hapishanelerin o çirkin gri rengini sımsıcak renklere dönüştürmeyi, demirin ve betonun soğukluğunu yüreklerimizle ısıtmayı beceriyoruz.
Yeter ki, gelecekten ve insanlıktan yana umudumuz kararmasın.
* Füsun Edoğan, 7 Eylül 2013, Gebze Kadın Kapalı Hapishane
Teşekkür
24 Eylül'de İstanbul Çağlayan Adliyesi 10. ACM'de gerçekleşen duruşmamda esas hakkında savunmaların alınması için avukatların süre talebi üzerine duruşmam 30 Eylül tarihine ertelendi. Duruşmada avukatım ve ablam Zülfü Erdoğan Öztürk'ün fenalaşması / baygınlık geçirmesi üzerine bana tanınan birkaç dakikalık konuşma hakkını kullanırken bugüne kadar duruşmalarıma katılan ve benimle dayanışma içerisinde bulunan ulusal ve uluslararası gazeteci meslek örgütlerine ve meslektaşlarıma teşekkür edemedim. Bu nedenle avukatım vasıtasıyla bianet üzerinden en başta TGS Genel Başkanı Sayın Ercan İpekçi, TGC Genel Başkanı Sayın Turgay Olcaytu, GÖP Dönem Başkanı ve Basın Enstitüsü Başkanı Kadri Gürsel, Avrupa Gazeteciler Federasyonu Temsilcisi ve Danimarka Gazeteciler Sendikası Yöneticisi Esben Orberg, Avusturya Sınır Tanımayan Gazeteciler Başkanı Rubina Möhring, Uluslararası Af Örgütü İstanbul Çalışanı Sabine Küper Büsch, Almanya Die Linke Partisi Miletvekili Sevim Dağdelen, CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur, SODEV Başkan Vekili Feriha Karasu, Basın Konseyi Genel Sekreteri Namık Koçak, Basın Enstitüsü Önceki Bakanı Ferai Tınç, TGC Yönetim Kurulu Üyesi Recep Yaşar, TGS İstanbul Şube Başkanı Gökhan Durmuş, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Temsilcisi Erol Önderoğlu, Hollanda Gazeteciler Sendikası Temsilcisi Mehmet Ülger, Gazeteci Nazım Alpman, Nevzat Onaran ve burada ismini sayamadığım tüm kişi ve kurumlara teşekkür ederim.