Neredeyse nefes almadan otlayan simental dananın dünyadan haberi yok. Hava güzel ve otlar lezzetli. Başka bir sürü de görünmüyor etrafta. Sahibi göz alabildiğince uzanan bu yeşilliği onun da mensubu bulunduğu sürü için kiralamış. Yayla sezonunun bitmesine en az kırk gün var. Telaş lüzum yok yani. Güneş yavaştan yükselirken kırmızılı beyazlı tüyleri parıl parıl parlıyor... Sahibi de keyifli. Sezon bitiminde satacak ve kim bilir neler neler alacak çobanlık için okuldan aldığı oğluna, karısına, kızına... Ve kalırsa kendine... Bütün babalar gibi.
Bu gitmesek de gelmesek de bizim olan köydeki pastoral tablonun üzerinde bir süreden beri kara bulutlar dolanıyor. Zira bu burası seçim sonuçlarına kızıp buzdolabına kaldırılan çözüm sürecinin ardından Türk ordusu ile PKK arasında başlayan çatışmalar nedeniyle ilan edilen özel güvenlik bölgelerinden biri...
Yani "Mal ve can güvenliği bakımından girilmesinde sakınca görülen atış alanları ile tatbikat bölgeleri içinde atış ve tatbikatın devam ettiği sürece kara, deniz ve hava askeri güvenlik bölgesi olarak sınırları ve kapsamı ilgili makamlarca uygun araçlarla ilan edilen alanlar"dan.
Burası dahil 130 civarında bölgenin özel güvenlik alanına dönüştürüldüğünün ilanı için ne tür uygun araçlar kullanılmış olabileceği bahsine girmeyelim. Şimdilik. Biraz geriye giderek bu uygulamanın atası sayılan çok benzer ve gelinen nokta itibarıyla sonuç vermediği kesinleşen uygulamaları hatırlayalım.
Önce sıkıyönetim
Sıkıyönetim uygulamasını örneğin. Ne çirkin bir ifade değil mi? Yönetmek denen başlı başına sıkı bir iş ve doğrudan söylemek lazım bunun üniform hiyerarşik bir yapı eliyle olması meseleyi daha da sevimsiz kılıyor.
Son olarak Evren ve arkadaşlarının anayasasında madde 122'de tanımlanmış yönetimin nasıl sıkılaştırılacağı seferberlik ve savaş hallerinin ilan koşulları.
Şöyle deniyor: "Anayasanın tanıdığı hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelen vahim şiddet hareketlerinin yaygınlaşması veya savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi, ayaklanma olması veya vatan, cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması sebepleriyle, Cumhurbaşkanı Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra, süresi altı ayı aşmamak üzere yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde sıkıyönetim ilan edebilir."
"Derhal" Resmi Gazetede yayımlanıp aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi -toplantı halinde değilse hemen toplantıya çağırılarak- onayına sunulur...
Bu işlem sırasına ne kadar uyuldu pek emin değilim ama Türkiye, yönetimin bu sıkı haliyle yönetildi.
Uzun bir süre hem de.
Şeyh Said isyanı ile ülkenin tanıştığı bu idare biçimi; 6-7 Eylül, 1960 öğrenci olayları, 27 Mayıs, 12 Mart, Kıbrıs harekatı hatta Irak'taki iç savaş bile gerekçe gösterilerek çeşitli tarihlerde uygulandı. Ve tabi en hatırda kalır uygulaması ise 1980 sonbaharında ve bütün yurdu kapsayacak şekildeydi.
Zalimlerin idaresiydi bu. Ve kendinden olmayanları ezip geçmek üzere kurgulanmıştı. Siyasal koordinatlarına ve inançlarına bakmadan hem de. Sonra mevsimi değiştirme, “normalleşme” denemeleri gündeme geldi. Sıkı yönetim sıkıntı veriyordu ve nihayet 19 Temmuz 1987 tarihinde uygulama sonlandırıldı.
OHAL ne hal
Tabii OHAL diye kısaltılan ancak kısaltılmışı da kendisi de "olağanüstü" olan uygulamayı unutmamak lazım. 1983 yılında yürürlüğe giren 2935 sayılı yasa ile sınırları çizilen Olağanüstü Hâl uygulaması da "tabii afet, tehlikeli salgın hastalıklar, ağır ekonomik bunalım ve 'anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması' olarak nitelendirilen durumlar"da uygulanmak üzere düşünülmüş bir formüldü...
Bu hal yani OHAL için bir de valilik oluşturulmuştu. Ülkenin doğusundaki sekiz ilde "terörle mücadele ederek güvenliği sağlamak" amacıyla kurulmuştu ve ilk yöneticisi de iki yıl önce intihar eden Hayri Kozakçıoğlu'ydu... Allah taksiratını af... Neyse karıştırmayayım orasını...
OHAL de en az sıkı yönetim kadar zalimdi ama hedef bu kez biraz daha sadleştirilmişti: “Terörist” Kürtler… Hükümetler değişti, valiler değişti, karakollar inşa edildi ama mesele bitmedi…
Gelelim iktidarının ilk ayında Olağanüstü Hal uygulamasına son veren Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bugün raftan indirdiği güvenlikçi yaklaşımların son şekli olan özel güvenlik bölgesi uygulamasına.
Seçimler sonrasında yaygınlık kazanan uygulama kapsamında 15 ilde 130 bölge askeri veya özel güvenlik bölgesi ilan edildi. Kilis, Urfa, Osmaniye ve Tunceli'de toplam 11 bölgenin süresi doldu ve uzatılmadı. 119 bölgede ise özel güvenlik uygulaması devam ediyor. Amaç aynı bıkkınlık veren cümlelerle ifade edilen güvenlik ve terörle mücadele vesaire vesaire…
Çözüm sandıkta
Aslında yaygın taraftar kitlesine sahip kanaate göre bu sıkılaştırılmış bir olağanüstü hal. Peki derde derman olur mu bu? Geçici hükümetle ülkeyi seçime götürme kararı alan cumhurbaşkanına bakılırsa “evet” olur. Ya da olmalı. Çok uzak olmayan bir geçmişte siyasi kariyerine mal olsa bile sürdürmeye yemin ettiği çözüm sürecinin “buzdolabında” beklediğini ifade eden cumhurbaşkanı “kimse Türkiye’nin gücünü teset etmeye kalkmasın. Terörle mücadele amansız şekilde sonuna kadar sürecek” diyor.
Ama silahı merkeze alan politikaların muhattabı olanlar çözümün böyle mümkün olmadığına inanıyor. Zira kolaycı bir yaklaşımla 90’lı yıllara benzetilse de durum biraz farklı artık. Asker ve polis cenazelerinden gözlenebiliyor örneğin manzara. Geçmişte” beni de alın askere” diye haykırılan asker ve polis cenazelerinde , “oğlum sağ değilse vatan da sağ olmasın” diyor artık asker ve polis yakınları. Yaygın medya yer vermiyor olabilir bu demelere. Veremesin. Yaşasın sosyal medya…
Çatışma derinleşiyor fakat. Cenazeler geliyor Türkiye’nin kentlerine. Ve bugünlerde ülke idaresindeki etkili isimlerden öğreniyoruz ki ödenen bu bedel 400 vekilin verilmemesiyle çok ilgili.
Ülkenin sürüklendiği bu hal seçim sonuçlarıyla bu kadar yakından ilgiliyken dağın, bayırın özel güvenlik bölgesi ilan edillmesi yerine doğrudan sandıklara odaklanmak bir çözüm olabilir mi peki?
Ne diyorum? Sonucu beğenilmediği için 1 Kasım’da tekrarlanacak seçimlerin ana enstrümanı olan sandıklar özel güvenlik bölgesi ilan edilse mesela diyorum. Başına da Yeni Türkiye’nin en itibar gören sivil yöneticileri olarak muhtarlar getirilse diyorum. Muhtarların ihtiyar heyeti ve hevesli mahalle delikanlılarından oluşturacağı bir tim ile nezaret edeceği “taşımalı” olmadı “açık oy gizli tasnif” gibi yöntemlerle gerçekleştirilecek seçimlerden istenen sonuçlar çıkar mı acaba diye merak ediyorum. Bu silahların susmasına, ölümlerin durmasına, danaların yaylalarda sessiz, sakin, özgür özgür otlamasına yol açar mı diyorum…
Dediklerime takılmayın ama siz ve soruyu başkanlık bahsini büyük bir iddiaya dönüştürmüş 6 milyon küsur seçmenin cevabını da hatırda tutarak yanıt verin lütfen… (YK/HK)