Laflamanın biraz mecburi olduğu hallerin favori giriş cümlesidir “memleket nere?” Bu minik sorunun açtığı yoldan usul usul yürür taraflar. Cevaptaki Anadolu’nun hangi şehri ise artık; oranın ne kadar özel olduğu, gezilesi görülesi yerlerinin ne kadar çok olduğu, yöresel lezzetleri filan… Detaylar detaylar. Sakin ve oyalayıcıdır bu sohbet. Bir yol arkadaşlığı sırasındaysa örneğin bu sohbet ve tabii taraflar da ülke normallerine uygun olarak kitap gazete vesaire okumayı sevmiyorsa araç terk edilinceye kadar sürer. Gerçi şimdilerde sosyal medya filan da var ama yine de manzara üç aşağı beş yukarı böyle olur…
Şimdi bir de bu soruya taraflardan birinin verdiği cevabın “İstanbul” olduğunu gözünüzün önüne getirin.
Tatatatam…
İstanbul?
Sevimsizce büzüştürülen dudaklardan taşan bu hayret nidası artık bir klişe olan ikinci bir sorunun da öncüsüdür adeta:
Kaç göbekten?
Neden İstanbullu olmak sayılası sıkı göbek meselesi oluyor kimsenin bir fikri var mı? Neden söyleyeni doğrudan itham eder insanlar bu inanmaz tavırla… Tamam. Şehrin Roma’dan Osmanlıya süren bir saltanat merkezi olduğu doğru ama bütün bir şehir imparator veya padişah sülalesinden değildi ki kardeşim. “Büyük büyük dedemiz nazırdı” diyen de çok “padişahımız efendimiz için ölmeye hazırdı” diyenler de. “Annemin dedesinin dayısı sarayın baş yumurtacısıydı. Onun tavukları olmazsa sarayda ağız tadı olmazdı” ya da “babamın amcasının bilmem nesi şehreminin ahırlarından sorumluydu” gibi uzun ve karmaşık akrabalık ilişkilerini referans göstererek bir yerlerinden asalet uydurmaya meraklı kimselerin çokluğu bu şüphe ikliminin sebebi ama bu şehrin de sıradan insanları vardı beyzadem! Simitçisi, gazozcusu, baloncusu… Ve onlar da çoluğa çocuğa karıştılar; çoğaldılar. İstanbul nüfusunun mayası bunlardı belki de.
Bir zamanların Fatih’i ya da Nişantaşı, Etiler’inde mukim İstanbul’un ancak ve sadece kendilerine İstanbul olduğuna inanan “başka İstanbul yok efenim” özetinde üstenci dilli vatandaşa da bir çift sözüm var: Şehrin tamamı taşı toprağı altın diyerek gelenlerden oluşmuyor canım efendim!
Hem öyle olsa ne çıkar muhterem.
Mesela ben.
Urfa’da doğdum. Biraz okudum memlekette sonra biraz büyüdüm. Çocuk denecek yaşta yolumu İstanbul’a düşürdüm. Mektep meselesinin büyüğünü orada halettim. Doğruya orada “doğru” yanlışa orada “yanlış” dedim. Büyük dayaklar yedim orada; fena ağladım. İlk kez orada aşık oldum. İlk orada para kazandım. Bana ait ilk anahtar Üsküdar’da bir dairenindi örneğin. Çok otobüs bekledim duraklarında, vapurlarında martılara simit atamada üzerime tanımam misal. Seçimler yaptım o şehirde vazgeçişler yaşadım. Yıkıldım arabesk şarkılarda altı çizildiği gibi ama yeniden ayaklanmayı da başardım, başkaldırdım. Sevdim yahu İstanbul’u. Ömrümün çoğu orada geçti çoğu daha ne olsun. Birkaç yıl önce döndüm baba evine ama şehre Urfa yerine İstanbul diyorum halen…
Peki dönmeseydim mesela. İstanbul’da baba olsaydım örneğin ve orada doğmuş olan çocuğum “İstanbulluyum” deseydi mesela. Kim mani olabilirdi buna. Kimin göbek sorgusuna tahammül ederdim?
Zamanın ruhuna uygun olarak son sürat elektronikleşen devletin geçtiğimiz günlerde aktive ettiği soyağacı sorgulama hizmeti ile birlikte düşündüm tüm bunları. Bir iki liraya PTT şubelerinden alınabilen e-devlet şifresi vatandaşın yeni eğlencesine dönüştü adeta. 1800’lü yılların ortalarına kadar gidebilmek annenin ve babanın dedeleriyle tanışmak bir tık kadar yakınına geldi vatandaşın. Cümledeki tanışmak mevzuuna takılanlar için aranot: Alaturkalık burada da zuhur etmiş; kayıtlara göre 150 yaşını devirmiş 200’e yelken açan dedeler neneler bulunmakta. Dolayısıyla kağıt üzerinde soyun öncülleriyle tanışmak pekala mümkün görünüyor kimileri için.
Neyse efenim. Bu hizmet tartışmalı İstanbulluluk meselesine açıklık getirebilir gibi düşünüyorum. İstanbullu olmayı matah bir şey sananları da bu şehirden olmanın gayet sıradan bir detay olduğunu düşünenlerin de elini rahatlatır bu hizmet. Soracaksınız bilgisayarınız kadar yakınınıza gelen devlete, o da şak diye listeleyecek soyunuzu sopunuzu. Neticede resmi evrak. Maskeleri anında düşürür.
Bir konunun daha açığa çıkarılma ihtimali var aslında elektronik köken sondajlarıyla. Mevzu biraz eski ve kısmen de siyasi mizaha kaçan cinsten:
“Hıyar değil ki bölelim” diyerek memleketin bölünemezliğine işaret etmişti ya Musa Anter. Rahmetliye atfen başka bir cümle daha duymuştum tam da konumuzla da ilgili: “İstanbul en büyük Kürt şehridir”. Bu iddiaya sinir olanlar da var. Gerçekten nüfusun önemli bir kısmının çeşitli iktisadi ve siyasi sebeplerle doğudan kalkıp geldiğini bilip doğruluğuna iman edenler de. Dedik ya eski ve uzun bir tartışma. Daha çok su kaldırır…
Eee e-devlet? Ne dersin doğru mu Ape Musa… (YK/HK)
* Fotoğraf Berk Özkan - İstanbul/AA