Arjantin son günlerde Malvinas'taki (Falkland) oylama/oyalama ve yeni Papa’nın seçimi nedeniyle dünya gündemini bir hayli işgal etti. Fakat bu arada yoğun gündem arasında Arjantin'de gözden kaçan başka gelişmeler de oldu.
Bunlardan biri Arjantin'deki 1976 Darbesinin son döneminde iktidarda bulunan 85 yaşındaki Reynaldo Bignone'nin ikinci kez, Cunta döneminde işlediği çeşitli suçlar nedeniyle ömür boyu hapse mahkum edilmesiydi.
Bir diğeri ise Güney Amerika'yı yakından ilgilendiren, yeni açılan Operasyon Condor davasıydı. Mahkemenin hazırlığı uzun yıllar sürdü.
106 kişinin öldürülmesinin konu edildiği davada 25 sanık bulunuyor. Sanıkların çoğu Arjantin'de hali hazırda cunta döneminde işledikleri suçlara nedeniyle ayrıca yargılanıyorlar ya da ceza aldılar.
Fakat davaya Uruguay'dan dahil edilen askerler de var. Zamanla davanın kapsamının uluslararası düzeyde genişlemesi bekleniyor. Dört yüzden fazla tanığın dinleneceği davaya dönemin Amerka Birleşik Devletleri (ABD) Dış İşleri Bakanı Henry Kissinger da ifade vermek üzere çağrıldı.
Operasyon Condor neydi?
Kısaca 1960’lar ve 70’ler boyunca ABD'nin* Ulusal Güvenlik Doktrini doğrultusunda kendi çıkarlarını sağlama almak üzere Güney Amerika'nın yeniden inşasını hedefleyen bir “haydutlar çağı”ydı. İlk elden operasyon kapsamında Arjantin, Brezilya, Şili, Uruguay, Paraguay ve Bolivya yer alıyordu.
ABD İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni sömürge statüsüne dahil ettiği Güney ülkelerinin ordularıyla da yakın ilişki kurmayı ihmal etmemişti. Bunu silah, malzeme ve doğrudan para yardımlarına dayandırıyordu.
Ayrıca Panama'da bulunan Escuela de las Americas adlı askeri okulda bölgedeki üst düzey askeri yetkilileri “eğiterek'' geleceğin darbeci ve işkencecilerini** yetiştirmeyi ihmal etmemişti.
Özellikle Küba Devrimi'nin (1 Ocak 1959) de etkisiyle bölgenin sola kayacağı korkusu ABD’nin bölgedeki diktatörlükleri ve yeni askeri darbeleri teşvik etmesiyle sonuçlanır.
Hali hazırda Peru, Venezuela ve Ekvador, ABD yanlısı diktatörlüklerce yönetiliyordu. ABD daha sonra sırasıyla Paraguay (1954), Brezilya (1964), Arjantin (1966) uzun süre hüküm sürecek olan askeri diktatörlükleri destekledi.
Şili'de Allende'nin iktidara gelişi ve Güney konisindeki halk hareketlerinin iktidarları tehdit edecek düzeyde gelişmesi yeni darbeler sürecini hızlandı. Önce Bolivya'da (1971) General Hugo Banzer tarafından gerçekleştirildi.
1973 Haziranında ise Uruguay'da darbe oldu. Aynı yılın 11 Eylülünde ise Şili'de Pinochet darbesi yapıldı. Zamanla Şili bir yandan toplama kampına çevrilirken, politik olarakta neo-liberalizmin laboratuarına dönüştürülecektir.
24 Mart 1976’da Arjantin'de son darbe gerçekleşti. 30 bini Arjantin'de olmak üzere yaklaşık 60 bin insan bu süreçte yok edildi. Operasyon Condor'un kritik noktası bölgedeki cuntaların kendi aralarında iş birliğine giderek bölgedeki devrimcilere karşı sürek avı geliştirmeleri oldu.
Yeni papa iyi mi kötü mü? ***
Yeni Papa’nın Arjantin'den olması tabi önce Arjantinlileri sevindirdi. Papa’nın Güney Amerika'dan olması başta Daniel Ortega olmak üzere Güney liderlerinin çoğu tarafından sevinçle karşılandı.
Bu benim aklıma, ister istemez Güney milliyetçiliği diye bir şeyin de var olduğunu ve tüm milliyetçilikler gibi "kör" olduğunu getirdi.
Arjantin Başkanı Cristina Kirchner'se önce biraz tereddüt etse de Jorge Mario Bergoglio ile (Papa Francis) kısa zamanda sarmaş dolaş olmaktan kurtulamadı.
Tabii hemen Arjantin basını tarafından bu işin gerekçeleri yaratıldı. Aslında Papa Peronistti, Malvinas meselesinde nitekim hükümeti destekliyordu. Halbuki bütün Kirchner iktidarları boyunca Bergoglio onlara muhalefet etmişti.
Arjantin Ermenileri de yeni Papa’yla sevinenler arasındaydı. Çünkü zamanında Bergoglio bir ayin sırasında Ermeni soykırımını tanıması için Türkiye'ye seslenmişti.
Fakat Bergoglio'nun masum olmadığı konusunda Arjantinli sosyalistler ve Mayıs Alanı Anne ve Büyük Anneleri ısrarlı.
Politikacılar arasında yine en tutarlı tavrı Uruguay lideri Jose Mujica gösterdi. Neden yeni Papa’nın Güney'den seçilmesine pek ilgi göstermediği sorulunca, "biz laik bir ülkeyiz" yanıtını verdi.
Sorun bence bireysel bir suç tartışmasının çok ötesinde. İspanyol yağmacıların Güney Amerika'ya akınıyla birlikte gelen din adamları ve kilise, öncelikle yerlileri insan saymayarak, onların soykırıma tabi tutulmasına destek oldu. Katil sürüsünün ruhlarını arındırmakla meşguldü. Kalanları ise Cizvitler gibi bazı tarikatlarda uygarlık denilen melanetle tanıştırıp onları "beyaz akıl"ın hapishanesine kapatmakla uğraştı.
Arjantin'in Cordoba şehrindeki bir manzara ise kilisenin son yüzyıldaki tavrını özetliyor.
Şu an hafıza müzesi olarak kullanılan bir işkence merkezinin on metre kadar uzağında Cizvitlerin önemli bir kilisesi bulunuyor. İşkence merkezi uzun yıllar yüzlerce insanın yok edilmesi için kullanılmış.
O zaman da düşünmüştüm acaba demiştim şu biraz ötedeki din adamları yıllar boyunca kimin için dua ettiler? Kurbanlar için dua edip etmediklerini bilemeyiz elbette fakat devlet terörü yılları boyunca ses çıkarmadıkları kesin.
* Condor operasyonu davası ile ilgili haber yapan Milliyet gazetesinde olayın nedense bu Amerika'ya ait kısmı perdelenmeye çalışılmış. Onun yerine suç “kötü adam” Pinochet'e yıkılmaya çalışılmış. Fakat haberin ilerleyen kısmında yine de ABD’nin işin içinde olduğu sırıtıyor.
** Şu anki Peru devlet başkanı Ollanta Humala'da o tornadan geçenlerden biridir.
*** Bu konudaki tartışmalara bence en iyi yanıt BirGün gazetesinde çıkan şu röportajda verilmiş,
Ayrıca yeni papanın geçmişiyle suçlanmasına neden olan işkence kurbanlarından biri şimdi Almanya'da yaşayan French Jalics, kendisinin Bergoglio ile bir problemi olmadığını zamanında kucaklaştıklarını söylüyor. Jesuiten.org'a verdiği demeçte ayrıca o dönem onlarca arkadaşının kaybedildiğini eklemeyi unutmuyor.
Bir suçun itirafıymışçasına, sosyal medyada yer alan zamanın bir gazetesinden kesilmiş olan diktatör Videla ve Bergoglio'nun fotoğrafını şikayet ederek kaldırtmış olmaları da ayrıca dikkat çekici.