Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 4756 sayılı "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un kimi maddelerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Sayın Sezer dün ne düşünüyor ise bugün de aynı kanıda. Yasanın "yürürlüğünün durdurulmasını" da istiyor. Anayasa Mahkemesi öncelikle bu konuda karar vermelidir.
Yeni yasa ile ilgili birkaç örnek, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) konu hakkındaki zihniyetini kanıtlayacak nitelikte... Sayın Sezer yeni düzenlemedeki "... korku salacak yayın yapılmaması", "yayınların karamsarlık, umutsuzluk ... eğilimlerini körükleyici ... nitelikte olmaması" şeklinde düzenlenmiş yayın ilkelerini ceza hukukunun temeli olan "kanunsuz suç ve ceza olamayacağı" ilkesine aykırı görüyor. Yasa ile getirilen "yayın yasaklarının" içerikleri açık değil. Yayın ilkeleri içeriklerinin tartışmalı olmasını Sayın Sezer anayasaya aykırı sayıyor. Hükümet ortakları aksini düşünüyor. En temel ilke; yasaların açık ve anlaşılır olmasıdır. Radyo ve TV yayıncıları yayın ilkelerinin muğlak olduğundan şikayetçiydi. Bugün de yayın ilkeleri Cumhurbaşkanı ile Meclis arasında tartışmalı. Yayın ilkelerine aykırılık halinde verilecek para cezalarının yüksekliği de ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı bulunuyor. Sayın Cumhurbaşkanı başından sonuna kadar haklıdır. Sorun Anayasa Mahkemesi'nde çözülecek.
Cumhurbaşkanı'na göre; düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğünün sınırlarını anayasanın 26. ve 28. maddeleri gösteriyor. 26. maddenin değişik ikinci fıkrasına göre, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılması, ulusal güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, devlet sırrı olarak yöntemince belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret ve haklarının, özel ve aile yaşamlarının ya da yasanın öngördüğü meslek sırlarının korunması ya da yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlandırılabilir. Anayasanın 28. maddesinde ise basın özgürlüğünün sınırlandırılmasında 26. madde kuralları uygulanacaktır. Basın ve yayın kuruluşlarının, sayılan sınırlamalar dışında, halkın haber alma özgürlüğüne uygun çalışma koşullarında hizmet vermeleri gerekmektedir. Oysa yeni yasa ile hizmet koşulları kısıtlanmakta ve sınırlandırılmaktadır.
Cumhurbaşkanı, ifade özgürlüğü konusundaki bu görüşlerini 1999 yılında Anayasa Mahkemesi Başkanı sıfatıyla yaptığı konuşmalarda da tekrarlamıştı. Bu temel ve haklı görüşe karşılık yasa değişikliğinde TBMM'nin ısrarlı olması nedeniyle hukuki düzenleme ifade özgürlüğü hakkıyla çelişmektedir. Çünkü açıklanan nitelikteki muğlak yayın ilkeleri uygulamada sorun yaratmıştır ve yaratmaya devam edecektir. Sayın Sezer'e göre: "... açık, belirgin ve nesnel olmayan ilkelere uyulması zorunluluğu, yayın kuruluşlarında tedirginlik yaratacağından, radyo ve televizyonların doğru ve yansız yayın yapmalarına, yurt ve dünya gerçeklerinin halka duyurulmasına engel oluşturacaktır. Böylece, toplumun doğru ve yansız haber alma hakkı zedelenmiş olacaktır." işte bu nedenlerle Cumhurbaşkanı yeni yasadaki yayın ilkeleri düzenlemelerini anayasanın 26. maddesindeki "haber alma" ve 28. maddesindeki "basın" özgürlüklerine ilişkin kurallarla da bağdaştıramıyor.
Örneğin yeni yasaya göre Radyo Televizyon Üst Kurulu'nu (RTÜK) da anayasaya aykırı görüyor. Bağımsız ve yansız bir Radyo Televizyon Üst Kurulu oluşturulmak istense bile bu kurul "yürütme erki" içindedir. Ancak Cumhurbaşkanı'nın yasayı iptal gerekçesinde de vurguladığı gibi TBMM ile RTÜK arasında anayasal sistemden kaynaklanan, doğal ve zorunlu bir ilişki bulunmamaktadır. Bu durumda RTÜK üyelerinden beşinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı'nın oluşum formülüne göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda siyasi parti gruplarınca önerilerek Meclis Genel Kurulu'nca seçilmesini öngören kuralın anayasanın 87. maddesine aykırı olduğu görüşündedir.
Sadece açıklanan bu düzenlemelerden çıkan sonuç bellidir. İfade özgürlüğü hakkına aykırı bir yasa üreterek TBMM'nin görev ve yetkisine girmediği halde yasanın uygulamasını denetleyecek bir üst kurul seçimini Meclis'e bırakmak, hukuktan ve demokrasiden vazgeçmekle eş anlamlıdır. Cumhurbaşkanı haklıdır ve sorun Anayasa Mahkemesi'nde hemen çözülmelidir. (EÖ/BB)