*Görsel: Pexels.
COVID-19 salgınıyla yeni tanışmış olsak da yazılı tarihten öğrendiğimiz birçok salgın örneği olduğunu biliyoruz.[1] Kitlesel salgınların yaşandığı dönem ve dönemin koşulları farklılık gösterse de hepsinin ağır sosyo-ekonomik sonuçları olduğunu söyleyebiliriz.
COVID-19 salgının, diğer kitlesel salgınlarla benzerliklerinin yanı sıra farklılıklarını da görebilmek ve sebep olacağı etkilere müdahale etmek için günümüz üretim ilişkilerini analize dahil etmemiz gerekiyor.
COVID-19 salgını da diğer salgın hastalıklarda olduğu gibi emek kıtlığı yaşatmaktadır. Salgın hastalıklar tıpkı savaş dönemlerinde olduğu gibi nüfus kaybı nedeniyle emek kıtlığı yaratır. Aynı zamanda insan ölümleri ve gelir kaybına bağlı arz daralması kaçınılmazdır.
Birinci Dünya Savaşı ertesinde yaşanan İspanyol gribi sırasında yaşananlar aynı zamanda üretim ilişkileri krizini anlatmaktadır:
“Çalışma yaşındaki nüfusun büyük bir bölümünün yaşamlarını kaybetmeleri nedeniyle, ekilen toprakların, büyük bir bölümü, özellikle de verimi daha düşük topraklar boş kalırken, azalan talep nedeniyle tahılların ve genel olarak tarımsal malların fiyatları düştü. Buna karşılık, emek darlıkları nedeniyle ücretler yaklaşık iki katına çıktı, mamul malların fiyatları yükseldi. Böylece tarımsal üreticilerinin ve özellikle toprak sahiplerinin gelirleri düşerken, emek gelirleri arttı. Yatırımların azalmasının da etkisiyle faizler de düştü.” [2]
Covid-19 süreci diğerlerinden farklı
İspanyol gribi salgınında 500 milyon kişi hastalandı ve 40 milyon ila 70 milyon arasında insan öldü.
1918 sonbaharında başlayan bu salgında kaybedilen insan sayısı Birinci Dünya savaşında kaybedilenlerden daha fazlaydı.[3] Kapitalist üretim sürecinde emek kıtlığı uzun savaş dönemleri için de benzer sonuçları neden olduğunu biliyoruz.
Buraya kadar aktardıklarım emek tarihinde bilinen gerçekler ancak COVID-19 süreci diğer örneklerinden farklılık gösteriyor. Öncelikle COVID-19, emek gücünü işyerinden uzaklaştırmaktadır.
Bunun anlamı daha önceki gibi büyük insan nüfusunun kitlesel ölümünden (henüz) bahsetmiyoruz. Elbette ki bu olumlu bir durum. Bu durum neden önemli?
Salgın emek kıtlığına götürmediğinde diğer salgın ve savaş sonrasında olduğu gibi yüksek ücret ya da sosyal devlet anlayışıyla COVID-19 sürecinden çıkılmayacağı olasılığı bulunuyor. Bununla birlikte büyük şirketler çalışmalarını en temel seviyede yani yaşam desteklerini sürdürecek seviyede tutmaktalar.
Diğer salgınlarda olduğu gibi salgın sonrasında arz eksikliği yaratacak bir süreç yerine gelir düşüklüğü nedeniyle alım gücünde düşüşler beklenebilir.
Kitlesel yoksunluktan bahsetmek için erken
Kitlesel bir emek gücü yoksunluğundan bahsetmek için de çok erken.
Bu durumda COVID-19’un diğer salgın ve savaş dönemi çıktısı olarak görülen emek kıtlığı yaratacağından bahsetmek ancak geçici bir dönem için mümkün gözüküyor ve bu da yedek işgücünün olabildiğince arttığı, diğer salgınlarda olmayan, bir gerçekliğe götürecektir.
COVID-19’un yarattığı geçici emek kıtlığı tarımda en belirgin şekilde görülecektir. Birçok sektör sadece ana yaşam damarlarını hayatta tutmaya çalışırken tarım ve gıda sektörü tam zamanlı çalışarak üretim sürecine devam etmeye çalışmaktadır. Bu sürecin aksaması ise ne arzdaki kısıntı ne de sermaye eksikliğidir.
Tarım ve gıda sektörü için COVID-19 sürecinde karları düşürme nedeni yani krizin nedeni emek gücündeki eksikliktir.
Tarımda emek gücü deyince akla, büyük endüstriyel üretim yapan çiftçi, küçük çiftçi, sözleşmeli üretici ve kitlesel emek göçüne neden olan mevsimlik emek gelmektedir.
Tarımda mevsimlik işçilik COVID-19 öncesinde de krize girmişti. Türkiye tarımının önemli sorunlarından olan emek gücünün yaşlanması ve tarımsal üretimin itibarsızlaştırılması ile birlikte gelirlerinin düşmesi, üretim gücünde gittikçe azalmalara neden olmaktadır.
Prof. Dr. Veysel Ulusoy BBC’ye verdiği röportajda son dönemde devamlı azalan tarım işçiliğinin Suriye'den gelen işgücü ile kapatılmaya çalışıldığını ancak bunun bir çözüm olmadığını belirtmişti. [4]
Bizim için, tarım için ekim mevsimi olan bu bahar döneminde mevsimlik işçiliğin nasıl planlanacağı konusu en elzem mesele olarak görülmektedir.
Tarımda mevsimlik işçiliğin tarihi tarım plantasyonları halinde olgunlaşan büyük ölçekli çiftçilikle yakından ilişkilidir.
Dönümlerce çilek ya da domates tarlaları ve bunların ekim dönemleri ile olgunlaşma döneminde çok kısa zamanda (15 ile 45 gün arasında değişen süreler) ekilmesi ve toplanması gerekmektedir.
Mevsimlik işçiler, ürünleri en kısa zamanda toplayıp gıda firmalarına göndermek zorundadır. Tüm bu manzaranın arkasında yoksulluklar içinde yaşam mücadelesi veren mevsimlik işçiler sadece bir maliyet kalemidir.
Gıda krizi onlara dayanıyor
COVID-19 salgınıyla birlikte mevsimlik işçilerin bir anda Türkiye ve dünyada en önemli mesele haline gelmesi elbette ki karların maksimize olduğu tarım ve gıda sektöründen ve tabi ki herhangi bir gıda kıtlığı meselesiyle karşılaşmak istemeyen ulus devletlerin korkuları nedeniyledir.
Roma’da 31 Mart’ta FAO, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) tarafından ortak açıklama yapıldı. Açıklama, gıda üretim ve dağıtım süreciyle ilgili tüm dünya ölçeğinde duyulacak önemli bir gelişmeydi.
Bu üç uluslararası dev kuruluşu bir araya getiren nedenlerin biri gıda tedarik zincirindeki aksaklıklar ve diğeri de mevsimlik işçi sorunuydu.
Gıda tedarik konusu ile başlasa da bu üç dev kuruluşun birlikte açıklama yapma nedeni; tüm dünya hükümetlerinin yok saydığı, görmezden geldiği ve en zor koşullarda çalışmalarına rağmen herhangi bir tedbir almaktan imtina ettiği göçmen ve mevsimlik işçilere dayanmakta. [5]
FAO, DSO ve DTÖ yaptığı ortak deklarasyonda gıdanın uluslararası ticarete bağımlı yapısını deşifre etmekte ve birçok insanın da bundan beslendiğini söylemektedir.
Bu üç uluslararası örgüt yaptığı uyarıda; COVID-19 önlemlerini ele alırken başka sorunlarla karşılaşmamak için sınırlarınızı emek gücüne ve uluslararası ticarete kapamayın demektedir.
“Vatandaşların sağlığını ve refahını korumak için hareket eden ülkeler, ticaretle ilgili her türlü önlemin gıda tedarik zincirini bozmamasını sağlamalıdır. Tarım ve gıda endüstrisi çalışanlarının hareketini engellemek ve gıda için sınırda yaşanacak gecikmeler nedeniyle gıda bozulabilir ve gıda atıklarının artmasına neden olur. Gıda ticareti kısıtlamaları, gıda güvenliği ile ilgili haksız endişelerle de ilişkilendirilebilir.”[6]
Önemli gördükleri konu gıdanın teminine ilişkin belirsizliğin küresel pazarda sıkıntı yaratarak ihracat kısıtlamaları dalgasına neden olabileceğidir.
Endüstriyel gıda zinciri
Bu durum ise gıda arzı ve talebi arasındaki dengeyi bozacak ve fiyat artışlarına ve fiyat oynaklığına neden olacağı belirtilmekte. Büyük gıda tedarik ve pazarlama firmaları ile gıda üreticileri şimdiden harekete geçmiş durumda.
Özellikle devletlerden gıda tedarik zincirini bozmayacak uygulamalar istemekteler.
Endüstriyel gıda zinciri dediğimiz sürecin bir sonucu olarak artık hiçbir ülkede gıdanın üretimi ülke içinde yapılmamaktadır. En basit anlatımı ile endüstriyel herhangi bir üründe olduğu gibi gıda ürünü için de ithal bağımlılığı mevcuttur. Ancak erken ve geç kapitalistleşmiş ülkelerin ithalat bağımlılıkları farklıdır. Gıda rejimi olarak adlandırılan bu sistemi bir başka yazıya bırakarak, konumuza yani tüm bunların kitlendiği yere, mevsimlik işgücüne gelelim.
Covid-19 önlemleri neticesinde insanların hareketinin ciddi şekilde kısıtlanması ulusal ve uluslararası üretimi ciddi şekilde etkileyecektir. Mevsimlik işçilerin hareket etmesini neredeyse imkansız kılan Avrupa, bu durumdan etkilenecek yerlerin başında gelmektedir.
Orta Avrupa ülkelerinde tarım, Doğu Avrupa'dan ve Kuzey Afrika'dan gelen mevsimlik işçilere bağımlıdır. Left Voice dergisinde Philippe Alcoy’un aktardığına göre İtalya'da her yıl yaklaşık 370.000 yabancı mevsimlik işçi geliyor; Fransa'da hasat mevsimi için gereken 800.000 işçinin üçte ikisi yurt dışından geliyor; Doğu Avrupa'dan mevsimlik işçilerin girmesinin yasaklandığı Almanya'da, Tarım Bakanlığı kuşkonmaz hasadı için mevsimlik 300.000 işinin açığa alınacağı tahmin ediyor.[7] Endüstriyel tarım yapan İngiltere, Hollanda ve Belçika gibi ülkelerde de durum aynı.
Avrupa Birliği aceleyle COVID-19 tedbirlerin mevsimlik tarım işçilerini kapsamaması için yeni uygulamalar hazırlamaya başladı. Ulusal sınırlar kapanmasına rağmen mevsimlik işçiler için özel izinler düzenlenmeye başladı ancak seyahat kısıtlamaları, elbette Batı Avrupa çiftliklerindeki işgücü kıtlığının tek nedeni değil.
Bazı mevsimlik işçiler, İtalya ve İspanya gibi Covid-19 salgını tarafından özellikle sert bir şekilde etkilenen ülkelere seyahat etmeyi reddediyorlar.
Endüstriyel gıda üretiminin zorunlu bir çıktısı olan ve kitlesel emek hareketliliğine neden olan mevsimlik işçilik sorunu COVID-19 sürecinde nasıl çözülecek? Avrupa ülkeleri bu sorunla baş etmek için farklı önerilerde bulunmakta.
Sığınmacıları reddeden ve ülkelerine almamak için yarışan Avrupa ülkeleri sığınmacılara yasal statü vererek tarlalarda çalıştırılabileceğini önermekte. Fransa da bunlardan biri, göçmen ve güvencesiz işgücünün yerini almak için mülteci çalıştırmayı planlıyor. Ortaya çıkarılan bir diğer alternatif, işsizleri hasat üzerinde çalışmaya teşvik etmek. [8]
Emek kıtlığı yaratıyor
Bu orijinal fikirlerin Türkiye’de de dile getirileceğine eminim. Burada iki konu göz ardı edilmekte. İlk konu tarım işçilerini niteliksizleştirerek herhangi birinin (bu süreçte işsiz kalan beyaz yakalı ya da gündelik gelirle geçinenler) zor fiziksel şartlar gerektiren tarımda çalışabileceğini farz etmemiz.[9]
İkinci konu ise COVID-19 sürecinde çalışma koşullarını salgını önleme tedbirleri alacak şekilde düzenlemesi henüz hiçbir alanda bu süreci yönetemeyen hükümetin mevsimlik işçiler için yürütebilmesindeki şüphelerimiz. Son olarak, tarımsal üretimi ülkenin kurtuluşu ve insanlık meselesine getirip gönüllü emek sömürüsünü meşru kılan STK’ları da bu sırada saymakta yarar var.
Meselenin çok boyutlu olduğunu yazının başında dile getirmiştim.[10] Özetle, COVID-19 krizi eski dönem salgın hastalıklarından daha farklı “emek kıtlığı” yaratmaktadır.
Bu süreç emek gücünün zorunlu olarak çekilmesidir ve tarımdaki çıktısı mevsimlik işçilik sürecinde yaşanmaktadır.
COVID-19 salgını sırasında sistemin en önemli yapıcılarından olan büyük sermaye grupları üretim sürecini yaşam destek seviyesinde tutmaktadır.
Emek gücü ise kitlesel yok oluşu içinde yaşamamakta bunun yerine yaşam destek fonksiyonlarını yerine getirecek koşulları sabit tutacak şekilde biçimlenmektedir.
Yedek işgücü olarak tutulan evlere çekilen emek bu süreçten sınıf bilinciyle hareket eden dayanışma hatları ile çıkabilir. Bu süreçte yapılması gereken tarımda mevsimlik emek göçüne insanları zorlamak değil onun yerine insanların hak ettikleri yaşam şartlarıyla çalışma koşullarını sağlamak olmalıdır.
Aksi durumda endüstriyel tarım üretimini destekleyen bir yere bulabiliriz kendimizi.
[1] Kitlesel ölçekte etki eden ve en bilinenleri, MS 6. yüzyılda başlayan ve 8. yüzyıla kadar süren veba, 14. yüzyılın ortalarında başlayan ve 19. yüzyılın ikinci çeyreğine kadar görülen Kara Veba ve Birinci Dünya Savaşının son yılında başlayarak tüm dünyaya yayılan İspanyol Gribi.
[10] Bir başka tartışma konusu da tarımsal üretimdeki aksama gıda kıtlığı yaratabileceği gibi plansız üretim ve yetersiz dağıtım nedeniyle gıda israfına ve tarımsal ürünlerin hasat edilmeden ziyanına neden olacağıdır.