"Çöp gezegen" olmamıza ramak kaldı. Envaiçeşit aşırı zehirli atık bir yana, tüketim çılgınlığı içindeki toplumların devamlı ürettiği (?) çöplere set çekebilene aşk olsun; bu arada müsrif kalabalığın ortalığa saçtığı nimetlerin gün geçtikçe artan gelir eşitsizliği kurbanlarına besin olabildiğini görüyoruz.
Örneğin Brooklyn'deki Trader Joe's adlı şarküterinin atıkları birçok New Yorkluyu tatmin edebilirken Tarsus'ta çöp ayrıştırarak yaşayan, günde ortalama 10 liralık bir gelirle geçinmek zorundaki kalabalık bir ailenin fertleri çöplükten topladıkları yumurtalarla menemen yapmak zorunda kalabiliyorlar.
32. İstanbul Film Festivalinin Ben Kentli-Vatandaş Değil Miyim? Barbarlık, Sivil Uyanış ve Şehir bölümünde gösterilen Artıklar (Spoils-Extraordinary Harvest) refah düzeyinin yüksekliğiyle tanınan ABD'nin dışarıya pek yansıtmadığı bir yüzünü sergilerken İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır'da düzenlenen 8.Uluslararası İşçi Filmleri Festivalinde yer alan Burak Türten'in Çöp adlı belgeseli memleketimizde insana, emeğe ve çevreye ne kadar değer verildiğini bir kez daha kanıtlıyor.
Brooklyn'de klas bir şarküteri
Alexander Mallis kamerasını ithal peynirlerden organik tahıl ürünlerine, çeşitli lüks tüketim mallarını her gece çöpten toplayan 7 kişiye yöneltiyor. Tüketim tarihi geçen veya müşterinin şikâyeti yüzünden çöp bidonlarını boylayan malların miktarı ve kalitesi yönetmeni şaşırtmış, hatta afallatmış. Bir evin haftalık ihtiyacını görebilecek kadar besini bavullarla evlerine götürenler markette 250 dolara mal olacak bir alışverişi bedavaya getirebiliyorlar. Üstelik birçoğu evsiz değil fakat pahalı yiyeceklere ayıracak bütçeleri yok; zaten bu faaliyet de şehir kültürünün bir parçası olarak çoktan kabul görüyor.
Üniformalı şarküteri görevlileri gecenin ilerleyen saatlerinde çöpleri dükkândan çıkarıp getirdiklerinde, tecrübeli ekibi hemen harekete geçip işlerine yarayabilecek ürünleri ayrıştırırken izleriz; ne de olsa çok kısa bir süre sonra gelecek olan belediye araçlarının hışmından kurtarabildikleriyle yetinmek zorunda kalacaklardır; komün yaşamının ilkelerine uygun olarak, muhtaç durumdaki arkadaşlarına ziyafet çekmek üzere tekerlekli bavullarıyla boş New York caddelerinden eve doğru yola koyulurlar…
Çöplükte yaşayan bir aile
Marsilya'daki Uluslararası Akdeniz Belgesel Festivaline de katılmış olan Çöp'te ise bir ailenin atık dağlarının ortasında hem çöp ayrıştırmasına hem de ayda 300 lirayla geçinerek yaşamasına tanık oluyoruz. Yönetim ve kurgusu Burak Türten'e, sinematografisi Celal Çalışkan'a ait yapımda aynı ortamı paylaşan bir leylek sürüsünün bireyleri yırtıcı olmasalar da kıyamet havası estiriyorlar, hayvan leşleri bir yana tıbbi atıklar da cabası.
Çektikleri eziyet yetmezmiş gibi kazançlarının yarısını "patron"larıyla paylaşmak zorunda olan çaresiz ailenin üyeleri ayrıştırdıkları maddelerin tartılma işlemi sırasında da haksızlığa uğradıklarını biliyorlar. Üst başlarının devamlı kokması bir yana, özellikle yazın katlanılmaz hale gelen duman yüzünden sık sık üst solunum yolları problemleriyle karşı karşıya kalıyor, kan tükürüyorlar. Doktora gitmekten başka çare kalmadığında, ağırlarına gittiğinden çöplükte yaşadıklarını söyleyemiyor, özellikle çocuklar utançlarını gizleyemiyorlar. Kışın derme çatma kulübelerinde soğuktan korunmaya çalışırken yazın sıcağında sofralarını çimlere serip karınlarını çöpten topladıkları besinlerle doyuruyorlar.
Çöp üreticileri biziz
Geçtiğimiz yıllarda Avrupa'nın gelişmiş ülkelerinden sayılan İtalya'da inanılması zor bir çöp krizi yaşanmıştı. Ülkede belirli bir seviyeye gelmiş olsa da ayrıştırılmış atık endüstrisi Napoli'de sermaye, belediye ve Camorra üçgeninde sıkışıp senelerce gündemden düşmedi. Avrupa Birliği (AB) yolculuğunda bizden desteğini esirgemeyen İtalya, memleketimizde bir model olarak algılansa bile, Türkiye'nin de atık yönetimi konusunda fazla bir mesafe kat etmediği görülüyor.
Hatta yıllardır basit yöntemler ve bilek gücüyle çöpleri ayrıştıranların faaliyetleri belediyelerin dikkatini çektiğinde kâr pastasından pay kapabilmek için yetkililer zorbalığa başvurmaktan da imtina etmemişlerdi. Günümüzde en batılı şehirlerimizin hizmet konusunda ileri semtlerinde bile ayrıştırılmış atık bidonlarına rastlamak zor, tüketim ise damardan pompalanıyor.
Ambalaj fetişizmi sayesinde de artık suya sütten fazla para vermek zorunda kalıyoruz. Yine İşçi Filmleri Festivalinde gösterilen Burcu Yeşilbaş'ın Keyvan adlı belgeselinde Trabzon, Tonyalı kadınların geleneksel yöntemler ve binbir zahmetle ürettikleri süt kooperatife adeta hibe ediliyor; oysa züppe müşterilere hizmet eden restoranların fiyakalı cam şişede servis ettiği suyun fiyatı can yakıyor, kalitesi de tartışılır.
Artık kendimi ambalaj seri üretiminin montaj bandında bir işçi gibi hissediyorum, üstelik ücret almayıp - kalitesi her geçen gün düşen ürünler için - bedel ödüyorum.
Çevre ve Şehircilik ile Orman ve Su Bakanlığının da katkısıyla 22-24 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek 3W İstanbul 2013 Uluslararası Katı Atık, Su ve Atıksu Kongresinin sonuçlarından ümitsiz olmakta haksız mıyım?
Ne de olsa petrol ve nükleer dahil olmak üzere her türlü kirli enerjiyi başımızdan eksik etmeyenler yönetimde oldukça zehirle kuşatılmaya devam edeceğimiz kesin. (MT/EKN)