Dört senedir çocuk sahibi olabilmek için uğraşan Meryem ile Muhammed Ali sonunda emellerine ulaşabileceklerinin haberini alırlar. Zorlu sürecin mimarı kadın doktorun muayenehanesinde aldıkları hayırlı havadis bilhassa babayı hislendirir; Muhammed nihayet baba olabilmenin sevinciyle gözyaşlarına bir türlü mani olamaz. Hemen babasına müjdeyi vermek üzere telefonuna sarılır; çocuğun erkek olacağı malumatı Muhammed’i ayrıca mutlu etmiştir.
Fakat kısa bir süre sonra sevinci kursağında kalır çünkü ultrasonda erkeklik organı hemen fark edildikten sonra bebeğin cinsiyetinin tespiti için acele davrandıkları anlaşılmıştır: Çocuk hermafrodittir!
Muhammed’in dünyası adeta başına yıkılır, Meryem de ilk etapta sarsılmıştır. İzdivaçlarındaki ahenk altüst olur; Muhammed’in en büyük korkusu mevzunun başkaları tarafından duyulmasıdır, çetrefilli vaziyeti babası ve annesinden bile saklama ihtiyacı içerisindedir…
Yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını Abdelhamid Bochnak’ın üstlendiği Tunus yapımı L’Aiguille (The needle/İğne) adlı film meseleye damardan eğiliyor, Müslüman bir diyarda cinsel kimlik klişelerini tek tek gözden geçirerek teferruatlı bir toplum analizi sunuyor.
29. Rabat Uluslararası Yaratıcı Film Festivalinin ana yarışmasında yer alıp en iyi aktris ödülünü Meryem rolündeki Fatma Sfar’a kazandıran kurmaca, neredeyse 2 saat boyunca seyirciyi diken üstünde tutmayı başarıyor. Mevzuyu bir uzman edasıyla işleyen senaryo erkeklik klişelerini iğdiş ederek tabuları yerle bir etmenin vaktinin çoktan geldiğini hatırlatıyor.
Elâlem duyarsa ne olur!
Meryem’in hamile olduğunu duyan Muhammed Ali’yi, şaka yollu da olsa kahvedeki bir erkek arkadaşına: “Erkek adamın erkek çocuğu olur” cümlesini sarf ederken görüyoruz. Kahvecinin zaman zaman efemine tavırlı bir eşcinsel olması da cinsel kimlik etrafında dönen esprilerin katmerlenmesine nedendir. Kahvenin çanak antenini tamirle meşgul televizyoncu da ateşe körükle gider: “Efemine bir oğlum olacağına güzel bir kızımın olmasını tercih ederim”. Neyse ki Muhammed’in sohbet ettiği arkadaşının “Yani benim bir kız evladım olduğu için ben erkek değil miyim?” suali konunun kapanmasını mümkün kılar.
Belli ki Muhammed’in erkeklik hususunda kompleksleri vardır. Çocuğun istikbalinden çok elalemin diyeceklerinin stresiyle hayatı karabasana dönüşür.
Aktör olarak koca oğlan görünümlü Bilel Slatnia’nın Muhammed rolü için isabetli seçimi, filmde dile getirilmeyen ama Muhammed’in mazisinde eşcinsel bir tecrübesinin, hatta bir tacizin olabileceğini bize inceden hissettiriyor.
Kimsesiz olmanın zorluklarını aşmışa benzeyen başına buyruk Meryem’ı canlandıran Fatma Sfar’ın biraz Sibel Kekilli, biraz da Maria Callas’ı andırması da filmdeki güçlü karakterin başarabilecekleri hususunda yeterince ipucu veriyor.
Muhammed’in annesini oynayan Sabah Bouzouita ve babası rolündeki Jamel Madani’nin performansları da Tunus dahil, yalnız Müslüman ülkelerin değil tüm dünyanın muhafazakârlaşma trendine inat eski jenerasyonların bazı mevzulara dair tecrübe ve olgunluğunu layıkıyla yansıtıyor.
Bırak, kendi karar versin!
Mevzuya az çok hâkimseniz filmde başından itibaren hissedilen ironi ve kara mizahtan zevk almanız muhtemel; ataerkil toplumu yansıtan, hatta baskın mantalitenin kurbanı sayılabilecek Muhammed’in “başına gelenler” kör gözüm parmağına edasıyla filmde resmigeçit halinde çünkü.
İnterseks durumunu kesinlikle kimsenin duymamasına yönelik Meryem’e tehditleri, sokakta oldukları için eşiyle el ele tutuşmaktaki çekingenliği, pembe ambalajdaki çocuk bezini evladına münasip görmemesi bir yana, alınganlığı, tasaları, korkuları ve paranoyaları görülmeye değer.
Yönetmenin bize başından itibaren hissettirdiği, meselenin kökünden “hallolması” için Muhammed’in bebeği öldürme potansiyeli de ayrıca Meryem’in evden ayrılarak apayrı bir yaşam kurma projesinin mümkün olabileceğinin somut ihtimalini karşımıza çıkarıyor.
Çift cinsiyetli bebeğin doğumu her halükârda ailenin üzerindeki lanet haline dönüşüyor, mutsuzluk öfkeyle harmanlanırken Meryem rolündeki Fatma Sfar’ın canlandırdığı karakterin hakkını veriyor.
Her şeye rağmen optimist olmayı tercih eden Meryem arada ümitsizliğe kapılsa da bir zamanlar kimsesiz olma durumunu artık evladıyla bertaraf edebileceğini haykırıyor ve ayaklarının üzerinde durabilecek cesur ve güçlü kadın profiline hepimizi inandırıyor.
Her memlekete lazım!
Karşımızda belki didaktik bulunabilecek, belki televizyon dizisi estetiğiyle yoğrulmuş bir sinema eseri var diyenler olabilir. Hatta filmi Sağlık Bakanlığı tarafından ısmarlanmış bir kamu spotu olarak kabul edip gösteriminden sonra uzmanlardan müteşekkil bir yuvarlak masa seansı organize etmek isteyenler bile olabilir.
Lakin çoktan elde edilmiş hürriyetlerin göz göre göre kısıtlandığı bir diyar olan Tunus’tan çıkan bu manidar yapımın meseleyi en azından Hıristiyan Batı medeniyetindeki emsalleriyle karşılaştırrma misyonunda muvaffak olduğu kesin. Üstelik ilk etapta ne yapacağını şaşırmış Muhammed’in babasının cami hocasına mevzuyu açıp ondan yol göstermesini istemesi ülkede din insanlarına olan güvenin ispatı sayılmaz mı?
Hocanın hermafrodit bebek hakkında dinî metinlerden kaynaklanan malumatı olmamasına rağmen, Muhammed’in başından itibaren taraftar olduğu acil cinsiyet belirleme ameliyatına karşı çıkması ve her ferdin kendi cinsiyetini yaşı geldiğinde şahsen belirleme hakkını savunması fazlasıyla iyimser bir bakış açısı mıdır?
Yönetmen Abdelhamid Boshnak’ın yüreklerimizi hoplatan inişli çıkışlı senaryosunun vardığı sürprizli neticeyi merak etmekte haksız değilsiniz…
(MT/RT)