Sene 1991’di. Henüz Beriwan’ın ismini duymamıştık daha. Kirli savaş tüm vahşet ve şiddetiyle tırmanışa geçmişti. Kasabaları top ateşine tutuyordu sömürgeci faşist diktatörlük. Sokak infazlarının, kayıpların, işkencenin, faili belli cinayetlerin velhasıl zülmün gemi azıya aldığı bir zamandı. Korku, özellikle Kürdistan’da kol geziyordu... Almanya’dan gelen bir heyetle birlikte Kuzey Kürdistan’a gitmiş, Kürt halkının yaşadıklarına tanıklık etmiş, Saddam zulmü nedeniyle yerini yurdunu terk edip Kuzeye göçen Güney Kürdistanlı kürtlerin kamplarını gezmiştim. İstanbul ile Amed ne kadar farklıydı! “Bir Başka Ülke” koymuştum yazımın başlığını.
Beriwan elleri ve gözleri bağlı, karakola götürüldüğünde 15 yaşındadır... 15 yaşında bir çocuğun sistematik işkenceye tabi tutulması ortalama insanlara inanılmaz gelebilir. Tıpkı 1989 yılında Yeşilyurt köylülerine bok yedirildiğine kimsenin inanası gelmediği gibi!.. O yıllar gerillaya katılım ve destek oldukça fazladır. Devlet hem bu katılımları önleyerek gerillayı desteksiz bırakmak, hem de Kürt halkını yıldırmak için baskı ve zulmün en koyusunu uygulamaktadır.
Anne sözünün kıymeti!
Beriwan’ın ellerini ve gözlerini bağlayarak koydukları odada; hiç bir şey söylemeden gözlerini açarlar. Karşısında oturan kişiyi gördüğünde şok olur. Bir an hayal gördüğünü sanır. Ancak karşısındaki şahıs konuşmaya başlar. Beriwan “seni tanımıyorum” der. Karşısındaki şahıs ısrarla konuşmasını sürdürür... Beriwan’la nerelerde karşılaştıklarını, birlikte hangi eylemlere katıldıklarını bir biri ardına sıralar. Ve ısrarla Beriwan’ın kendisini tanıdığını itiraf etmesini ister. Beriwan ısrarla “tanımadığını” söylediğinde; yerinden kalkar, Beriwan’ın yanına gelir ve öyle bir tokat atar ki Beriwan’a! Oturduğu sandalyenin arkasında polis olmasa, Beriwan sandalyeyle birlikte sırt üstü yere düşecektir!.
İtirafçının çabaları işe yaramayınca, çıkarırlar odadan. Biraz sonra bir diğerini getirirler Beriwan’ın karşısına. O da çok uğraşır, Beriwan’ın her şeyi kabul etmesi ve başkalarını devlete teslim etmesini sağlamak için. Beriwan çocuktur! 15 yaşındadır. Ama daha en başından devletin hiç bir zulmüne boyun eğmemekte kararlıdır. Akla gelebilecek bütün işkenceleri Beriwan’ın çocuk bedenine uygularlar... Elektrik, filistin askısı, tırnak çekmek, memelerinin ucunda sigara söndürme, ayaklarını ve vücudunun değişik yerlerini yakma ve daha fazlası... 17 gün boyunca her gün sistematik işkence yaparlar Beriwan’a! Ayaklarını hissetmez. İşkencede bayılır. Biraz ara verirler, kış günü üzerine döktükleri soğuk suyla ayılmasını beklerler. Kendine geldiğinde, yeniden işkenceye devam ederler. Uğradığı işkencelere karşı açlık grevi yapar. Birinde su istediğinde, bir kabın içinde pislik getirmeleri ve kafasını o pisliğin içine sokmaları üzerine, su içmekten de vazgeçer Beriwan.
İki itirafçının ifadesiyle 100’e yakın kişi gözaltındadır. Beriwan’ın gözaltında olduğu ve işkencede direndiğinden Cizre halkı da haberdardır. Birinde hücreye götürülürken, bekleyenlere seslenip direnmelerini, açlık grevi yapmalarını ister. Ancak, insanlar direnme güçlerini tümüyle yitirmişlerdir. Kendilerinde böyle bir direnişe başlama gücü bulamazlar. Polis oracıkta Beriwan’a saldırır.
Polis bir yandan günlük işkencelerini uygularken, diğer yandan da bir türlü çözemedikleri direnişçinin zayıf yanlarını arar. Köpek getirirler işkence seanslarına... Gözaltındakilerden tanıdığı bazı erkekleri getirirler, Beriwan çırılçıplak askıdayken, ona bakmalarını isterler. Bakmayı reddedenleri oracıkta askıya alırlar, elektrik verirler...
Ailesi ve demokratik kurumların ısrarına rağmen, günlerce Beriwan’ın gözaltında olduğunu kabul etmez devlet. Bir süre sonra ağır işkenceler nedeniyle Beriwan felç geçirir. Muayene eden doktor durumunun çok ciddi olduğunu ve hastaneye kaldırılması gerektiğini söyler. Serum vermelerini kabul etmeyince, Beriwan’ı bağlayıp zorla takarlar serumu. Sonra da hücreye atarlar biraz kendini toparlaması için. Beriwan bütün ısrarlara rağmen yemek yememekte diretir. Hatta annesine yaptırdıkları sütlaçı bile yemez!
“Direnirsen benim kızımsın”
Bir kaç gün sonra savcılığa çıkarılır Beriwan. Savcılığa götürürken, ailelerin beklediği koridordan geçirmişler Beriwan’ı. Ama annesi tanımamış onu. Saçları çok uzunmuş. İşkencede topak topak yolmuşlar saçlarını. Bir ayağı ve kolu felçli haldeki küçük kızını tanıyamamış annesi. Ablası Beriwan’ı o halde görünce çığlığı basmış! O haldeyken, ablasını sakinleştirmeye çalışmış Beriwan... Metanetli olmalarını istemiş!
“Onca işkenceye katlandım ifade vermedim, size mi ifade verecem diyerek” savcılıkta ve infaz hakimliğinde de ifade vermez. Hakim idamla yargılanacağını söyler. Tutuklanır.
Tam burada söze girip; Beriwan’a onca işkenceye katlanmasının nedenini sordum. Yanıt hakkaten çarpıcı ve sarsıcıydı.
Direnişin ışığını annesinden almış Beriwan. Gözaltına alınmadan önce bir gün annesi demiş ki, “sakın bir şey söyleme. Sen arkadaşlarından kıymetli değilsin. Direnirsen benim kızımsın. Konuşursan benim kızım değilsin!..”
Annesinin öğütlerini aklına ve yüreğine nakşetmiş Beriwan. Sıkı sıkıya sarılmış anne öğütlerine! Karşılaştığı tüm zorlukları onlarla yenmiş! İşkence anında annesinin sesi kulaklarında çınlamış; öğütlerin ışığına tutunmuş, öğütleri düşünmüş ve direnmiş!
Cizre Beriwan’ı zılgıtlarla yüreğine basar
Tutuklama kararının ardından Diyarbakır’a götürülürken, Cizre ayağa kalkar Beriwan için. O zamanlar şimdiki gibi ringler yoktu. Polis ya da askerle birlikte eller kelepçelenir. Yolcu otobüsüyle tutsak götürülmesi gereken yere götürülürdü. Halk polis ve askerin üzerine yürür otobüs terminalinde. Beriwan’ı sağ salim Diyarbakır’a götürme sözü verir asker. Nusaybin’de verilen molada Beriwan aşağı inmez. Onun tutsak olduğunu gören yolcular yemek getirirler. Cezaevine vardıklarında, adli mahkumlarla aynı koğuşa konulur. Siyasi kadın tutsak sayısı dörttür. Siyasi tutsakları yeni yapılan cezaevine nakledecekleri için adlilerin yanına koymuşlar onları.
Beriwan üç ay kalmış hapishanede. Mahkemeye çıkardıklarında o gün duruşmasının olduğundan bile haberleri yokmuş. İdamdan açılmış hakkındaki dava. Yaşı küçük olduğu ve itirafçılar duruşmada polis ifadelerini reddettikleri için tahliye kararı çıkmış mahkemeden. Tahliye olup hapishaneye geri geldiğinde, tesadüfen görüşe gelmiş biriyle ailesine haber göndermiş. Ailesi inanmamış tahliye haberine. Kesin öldü ve ölüsünü bize teslim edecekler diye düşünmüşler. Abisi onu almaya geldiğinde, Beriwan gözaltındaymış. Karakolda abisine teslim etmişler Beriwan’ı. O arada bir itirafçı daha Beriwan hakkında ifade vermiş olsa da... Tahliye edilmiştir Beriwan. Kuş bir kez kafesten uçmuştur. Artık kimse onu geri getiremez!..
Beriwan Cizre’de zılgıtlarla karşılanmış! Bu karşılamayı görünce, neler hissettiğini sordum Beriwan’a!
Garip olduğunu ama gurur duyduğunu söyledi. Halkın yüzüne bakabilmenin güzelliğini hissetmiş! Sonra, “halk seni kaldırır da, düşürür de” diye sözlerini sürdürdü...
Arada aklıma geldi. Gerçek ismini sordum Beriwan’a... “Gerçek ismim Beriwan değil” dedi. Ama o tarihten sonra bir daha gerçek ismini kullanmamış. Adı Beriwan Cizre olarak kalmış! Ve o tarihten sonra da pişman olmadan tercih ettiği yolda, gerektiği gibi yaşamış Beriwan...
Büyük kalkışma, Beriwan Cizre Serhıldanı!
Cizre polisine kafa tutup direnmenin, orada artık rahat yaşayamamak olduğunun farkındaymış Beriwan. Ama aktif olarak çalışmalara katılmış, tedavi olmuş... Serhıldanlar dönemi olduğu için, halkı büyük Cizre Serhıldanı’na hazırlamak için iki ay boyunca çalışmışlar...
Gece boyunca Beriwan’ın öyküsünü dinlerken, Cizre Serhıldanı kısmını merakla bekledim. Çocuk yaşta bir kadın... Devletin her çeşit baskı ve zulmüne boyun eğmeden direnmiş! Sonra bütün tehdit ve tehlikelere aldırmadan, isyanın önderi olmuş! Yıllar sonra Beriwan’la karşılaşmanın ve onu dinlemenin heyecanına, O’na yaşatılanlara duyduğum öfkeyi katarak dinliyorum Beriwan’ı!..
Yüzünde utangaç bir gülümsemeyle; “O yıllar Serhildanlar hep katliamlarla geçtiği için, biz başka bir şey yapmak istedik. Rolümüzü oynadık diyor.” Beriwan!
Sonra yaşadıklarının etkisiyle ayrıntıları anlatırken, ben o yılları düşünüp, önemli anları hatırlamaya çalışarak dinledim Beriwan’ı! O günü ve bir kaç gün öncesine dair yaptıkları çalışmaları bütün ayrıntılarıyla anlattı Beriwan. Eylem sabahında ise, eyleme öncülük edeceklerden birisi olarak nasıl uykuda kaldığını; uyandığındaki halini gülerek anlattı. Bir gün önceki Newroz kutlamasından kalma, is içindeki elbiseleriyle uyumuş o gece. Uyanır uyanmaz da, elbiselerinin haline bakmadan atmış kendini sokağa.
Planlamalarına göre, üç grup halinde mezarlığa gelecekler; mezarlıkta bir konuşma yapılacak. Sonra da büyük yürüyüşü başlatacaklar... Müzikle halaylar çektikten sonra da eylemi bitireceklermiş! Fakat evdeki hesap, çarşıya uymamış! Devlet çok fazla önlem almış. Cizre bir çukura benzer. Ortasından geçen İpekyolu ilçeyi ortadan ikiye böler. Etrafı yüksek olduğu için de, tepelere asker, özel tim, polis yerleştirmişlerdir.
Beriwan askeri kıyafetlerle kendisini sokağa attığında, kimse onu tanımaz. Kefiyesiyle yüzünü kapattığı için de, kadın mı erkek mi olduğu da anlaşılmaz. Etrafları tanklarla, toplarla, panzerlerle sarılıdır. O tabloyu görünce, bütün bunların halkın gözünü korkutmak için yapıldığını düşünür. Eylemin başarısı ve olası bir katliamın önlenmesi ise, hakikaten orada halkın korkuyu yenmesinden geçmektedir. Beriwan bunun farkında olduğu için, halay çekeceğiz der kitleye. Davul ve zurnacıdan halay havası çalmasını ister. Davulcu, biraz önce çaldıklarını, ancak kimsenin oynamadığını söyler. Beriwan çalın ben oynayacağım der. Ve halay başlar... Beriwan yalnız başına oynamaya başlar. Halk yavaş yavaş halaya katılır. Koordinasyon’da bulunan ve daha sonra İsviçre’de kanserden yaşamını yitiren arkadaşları Yılmaz, askerin telsizini dinler. Böylece devletin planlarını öğrenerek, eylemcilere bildirir.
O zamanlar Cizre’de büyük bir katliam yapmanın peşinde olan ve Şırnak’tan gelen bir komutan varmış. Adı Mete Sayın! O komutan, elinde mikrofon olan kişinin keskin nişancılarca vurulması emrini vermiş. Mikrofon Beriwan’ın elindedir. Yılmaz asker harekete geçmeden eylemcilere durumu bildirir. Beriwan’ın elindeki mikrofonu saklarlar. Halkı toplayarak, mezarlığa girerler.
Beriwan Cizre Serhıldanı’nı anlatırken, tam o günden iki gün sonra, Sabah Gazetesi muhabirlerinden İzzet Kezer’in keskin nişancılar tarafından alnından vurulmasını hatırladım. 23 Mart 1992’ydi tarih!... Mete Sayın’ın bu işlerde hayli mahir olduğu sonucuna ulaştım!...
Bir ara köylerden gelen gruba yapılan saldırıda ölümler yaşandığı haberini alır eylemciler. Diğer grubun da yolunu kesip, engel olmuşlar. Geriye Beriwanlar’ın grubu kalmış. Oysa, her iki grupla mezarlıkta birleşerek, birlikte Cizre meydanına yürüme ve orada büyük miting yapma planları vardır.
Beriwan; “baktım ki, olmayacak. Mikrofonu arkadaşa verdim ve çok kısa bir konuşma yapmasını söyledim. Konuşmasını bitirir bitirmez mikrofonu aldım. Tekrar uyardılar beni mikrofonu bırakmam için. Bu esnada halk kaçmaya başladı. Ben hemen görevli grupları çağırdım. Gençlere tüm sokaklara girişi tutmalarını ve hiç kimseyi bırakmamalarını söyledim.”
Gelişi güzel bir dağılmanın katliama davetiye çıkarmak olduğunun farkındadırlar. Bu nedenle halkı kaçmaması için uyarırlar, sokakları tutarlar. Sadece hamile kadınların ve çocukların eylemden ayrılmasına izin verirler. Beriwan’ın keskin nişancılarca vurulması emrine karşılık, arkadaşları ısrarla alandan ayrılmasını isterler. O kabul etmez. Sadece arkadaşlarından cenazesine sahip çıkmalarını ister.
Araya girdim, “iyi güzel de sen çocukların kalmamasını istiyorsun, aslında sen de çocuk sayılırsın” diyorum. Çocuktan kastının daha küçük çocuklar olduğunu söylüyor. Baskı ve zulmün, savaşın 13-14 yaşındaki çocukları bile birer eylemci, savaşçı yaptığını tekrar ediyor gülümseyerek. Sonra yeniden eylemi anlatmaya devam ediyor. İğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık olduğunu, milletin özel tim ve asker tarafından sıkıştırıldığını söylüyor...
İşte tam o anda öne atılıyor Beriwan!.. İleri doğru koşmak istiyor. Fakat insanlar atılan gaz bombalarından korunmak için geri doğru gittiğinden çok sıkışıkmış. Tam o esnada hafif bir yağmur başlar. Kitlenin gazdan daha az etkilenmesi için doğanın yardımıdır bu!.. Beriwan bu durumdan yararlanarak öne geçer. Gençleri çağırır ve ileri gideceğini, tankın üzerine çıkıp, askerin elindeki silahı alacağını söylüyor. Öyle bir anda ölüm kaçınılmazdır! Arkadaşlarının arkasını boş bırakmamasını, cenazesini de devlete kaptırmamalarını ister! Sonra koşmaya başlar...
Arkasına bakmadan, hızla ileriye doğru koştuğu için kitleden koptuğunun farkına varmaz. Bir ara durumu farkedince, arkasına seslenerek “bu tarafa gelin” diye kitleyi çağırır. O esnada ateş başlar! Kendisini yan tarafa atar, oradan sıyrılmaya çalışır. Kurşun elini sıyırıp geçer. Doçka mermisi tam yandaki duvara isabet eder. Orada bulunan gençler ve gazeteciler Beriwan’ı düştüğü yerden kaldırırlar. Ve hızla oradaki bir eve sokarlar. Beriwan’a yardım eden gazeteciler Beriwan kefiyesini çıkardığında, onun kadın olduğunu görünce çok şaşırırlar. Kapıyı kilitlerler. Dışarı çıkmamasını söylerler. Ama Beriwan kefiyesini yaralı eline sarıp, evden çıkar. Halk Beriwan’ın yaşadığını görünce sevinçle ona doğru koşar.
Beriwan o sokaktan polisin geldiği için, halkı diğer sokağa yönlendirir. Dağdan gelen bir yoldaşı kendisini Beriwan’a siper eder. Birlikte çekilmeye çalışırken, keskin nişancılarca açılan ateş sonucunda yoldaşı Hüseyin yaşamını yitirir. Arkadaşının katledilmesinden çok etkilenen Beriwan katillerin üzerine gitmek ister. Bırakmazlar!
Halk yavaş yavaş dağılır. Devletin büyük katliam girişim ve planı boşa çıkarılır! Beriwan’da devletin serhıldan sonrası operasyonlarından korunmak için bir kaç gün bir yerlerde gizlenir. Sonra ortaya çıkar...
O günleri; “Çok eylem oluyordu. Her gece, gündüz büyük eylemler gerçekleşiyordu Cizre’de. Tankları vuruyorduk, imha ediyorduk. Düşman artık şaşırmıştı.” diye anlatıyor Beriwan.
Halka yaşatılan baskı ve zulmü anlatırken, bir an gözleri dalıyor Beriwan’ın... “Biz Cizre hattını özgürleştirmiştik. Tabi ki devlet bırakır mı?” diyerek sürdürdü konuşmasını:
“Ondan sonra baskınlar, tutuklamalar çok oldu. Dönemin itirafçıları, işkenceler... Çoğu kayboldu. Çoğunu faili meçhulde götürdüler. Çok yaygındı. Her gece bir genci evden çıkarıp öldürüyorlardı. Biz geri çekildik. Kimse orda kalmadı.”
Beriwan’ın da Cizre’de kalmasının koşulu kalmaz. Arkadaşlarıyla görüşerek, yeniden dağlara döner yüzünü.
Dağ başkadır, güzeldir...
Dağdaki günlerini soruyorum... “Güzel geçti zaman” diye yanıtlıyor beni. 18 yaşına dağda girmiş. Bir daha geri dönmeyi ise hiç istememiş. Sadece bir görev için gelmiş ve görevini başarıyla yerine getirip dönmüş. Bir süre sonra ciddi sağlık sorunları ortaya çıkmış. 2001 yılında Şam’da gittiği doktorlar durumunun ciddi olduğunu ve üç aylık bir ömrünün kaldığını söylemiş. Beriwan’ın bundan haberi yokmuş. Arkadaşları onu serbest bırakmışlar. İstediği yere gidiyormuş, geziyormuş! Sonradan öğrenmiş doktorların kendine üç aylık bir ömür biçtiklerini. Doktorları pek ciddiye almamış Beriwan. Yurtdışına gönderilmesi önerisine karşı çıkmış. Dağlarda mutlu olduğunu, orada yaşamak istediğini söylemiş. Ama arkadaşlarını ikna edememiş. 2003 yılında Beriwan’ı Avrupa’ya gönderme kararı almış arkadaşları.
"Teknik işlere hep meraklıydım"
Mecburen Avrupa’ya çıkmış! Bir hafta hastanede yatmış. Barsak kanseri teşhisi konulmuş. Beriwan yine “bir şey olmaz” demiş. Önce ameliyat kararı alan doktorlar, sonra “atlatmışsın” diyerek ameliyattan vazgeçmişler.
Avrupa’da da durmamış Beriwan. Faaliyetlere katılmış, örgütlü çalışmalarda yer almış. Bir kez daha hastalanınca ve doktorların durumunu ciddi bulması sonucunda; daha düzenli bir yaşamı olması için Beriwan’ın bir kurumda çalışmasına karar vermiş arkadaşları.
14 yaşında tanıştığı Kürt Özgürlük Hareketi’yle hayatı değişen Beriwan’ın yaşamı Cizre’den dağlara, Ortadoğu coğrafyasına uzanmış... Sonra, sağlık sorunları onu Avrupa ülkelerine çıkmaya mecbur bırakmış. Geldiği Avrupa’da her fırsatta dağlara geri dönmüş Beriwan.
Yeniden hastalanmış ve yeniden Avrupa’ya göndermiş arkadaşları. Doktorların düzenli bir yaşam önerisi, Beriwan’ı kameraman olarak Kürt televizyonlarından birinde çalışmaya yönlendirmiş.
“Neden kameramanlık” soruma Beriwan’ın yanıtı net: “Çocukluğumdan beri tekniğe meraklıydım.” Küçükken evlerinde bir teypleri varmış. Bozulduğunda onu tamir edermiş, elektrikle ilgili arızaları halletmeye çalışırmış. Dağda bozulan telsizleri, silahların iğnelerini tamir edermiş hep!
Zaman zaman ülkesine, dağlara çekimler için gider Beriwan. Ve her gittiğinde dağda kalma süresini elinden geldiğince uzatmaya çalışır. Görebildiğim kadarıyla, en çok da işinin bu yanını seviyor Beriwan. Çünkü yıllardır Avrupa’da yaşamasına rağmen, buraları hiç sevmemiş. Ülkesinde kağıtsız, küreksiz yaşamak istiyor. Avrupa’nın milleti üç kuruşa kendisine bağlamasından şikayetçi. Bu nedenle “öyle bir ülkede iltica ettim ki, pasaportu verdikten sonra “git ne halin varsa gör diyen bir ülke” diyor Beriwan. Bunu söylerken, çalışmadan sosyal yardım alarak geçinmeye duyduğu tepkiyi görebiliyorsunuz.
Yıllar sonra aileyle buluşma
Her nerede olursa olsun, çalışarak hayatını sürdürebileceğini söylüyor Beriwan! Ama her hangi bir devletten çalışmadan para alarak yaşamaya karşı olduğunu sık sık tekrar edip, gelecekte kendi ülkesinde, doğayla iç içe yaşamak istediğini söylüyor.
Yıllar sonra annesiyle ve kardeşleriyle buluşmuş Beriwan... İlk karşılaşmada neler hissettiğini sordum: “Vallahi bilmiyorum. Büyük duyguları insan anlatamaz. Diyorlar ya kitapta yazılmaz! İnsan yaşar sadece. Annemi, ablalarımı gördüm. Eniştemi, yeğenimi gördüm. Hem duygulandım, hem sevindim. Hem kötü oldum. Çok insan Cizre’de şehit düştü. Annem çok yaşlanmış. İnsan biraz kötü oluyor. Ben de yaşlandım tabi ki!”
Onunki, genç bir ömre sığdırılmış kocaman bir yaşam... Gecenin koynunda benimle paylaştığı hayatı, bizden, içimizden birinin, bir sıra neferinin belli bir anda öne fırlayarak kahramanlaşması... Tercih ettiği hayatı pişman olmadan yaşamasının yalın bir örneği.
Saatlerce süren sohbetimizin sonunda Beriwan’dan üç beş cümleyle kendisini anlatmasını istedim; şöyle özetledi Beriwan’ı:
“Ben çok asi bir kadınım.
Ben haksızlığa gelemiyorum.
Kabul edemiyorum haksızlıkları. Mesela bir yerde bir haksızlık olsa. Benim başım da gitse, ben kabul etmem. Bu sadece kendimle ilgili haksızlıklara karşı tutumum değil. Arkadaşıma da, yanımdaki birine de yapılsa ben kabul etmem.
Kimseye boyun eğmem. Haklı olduğumu düşündüğüm yerde, kesinlikle kabul etmem. Durumum tehlikeye de girse kabul etmem. Ben öyle bir insanım. Biraz kendi halimdeyim.” (FE/HK)