Ülkenin parlak bir imaja kavuşabilmesi için, sokaktaki köpeklerin sopalar ve kepçelerle belirsiz bir akıbete doğru toplandığı kasvetli bir kasaba…
Terk edilmiş, köhne ve çirkin apartmanların arasında çete haline gelmiş bazı erkeklerin hınçla sürdürdüğü adeta bir sürek avı…
Gobi çölünün kıyısında miadını çoktan doldurmuş lanetli yerleşim merkezine hâkim ümitsizlik ve meydanı boş bulmuş olanların kendini otoritenin yerine koyması…
Bu arada hapis yattığı 10 seneden sonra kasabaya dönen gayet sessiz, ağırbaşlı ve yakışıklı Lang (Eddie Peng) ile çetelerden kurtarmış olduğu tazı kırması Kara Köpek (Xin) maceradan maceraya koşuyor…
İddialı yönetmen Guan Hu’nun senaryosunu Ge Rui ve Wu Bing’le kotardığı Kara Köpek (狗阵Gou zhen / Black Dog) adlı film bizi Çin’in karanlık dünyasına sanki bir Spaghetti western edasıyla sürükleyip bilhassa muhteşem sinematografisi sayesinde büyülüyor. 2024 Çin yapımı 110 dakikalık ödüllü kurmaca film, noir tarzına da göz kırparken inanılması biraz zor anekdotlarıyla fabla bile dönüşebiliyor.
Unutulmaz sekans
Filmin başında, siyah ve gri tonlarının baskın olduğu engin çöl coğrafyasına alacakaranlık çökmek üzeredir; yaşama dair ender işaretlerden, ortalığı bir zen bahçesi gibi süsleyen geven dikenleri gözlerimizi okşuyor…
Uzaklardan geldiği anlaşılan çirkin azmanbüs vadinin ortasındaki engebeli toprak yolda hızla ilerlerken tepelerden manzarayı izlemekte olan envai çeşit köpek uzun zamandır bunu bekliyormuş gibi aşağıya doğru hızla koşmaya başlıyor…
Şoför paniğe kapılınca minibüsün devrilmesine mani olamıyor. Bir şeylerin daha da ters gideceğini hissetmeden edemiyorsunuz.
Birbirinden farklı cins, renk ve boyuttaki köpeğin yaydığı gerilla enerjisinin seyirciyi çoktan tesir altına almamış olması mümkün mü?
Akabinde, yol hizasında durup ortalığı kolaçan edermişçesine bekleyen kalabalık köpek sürüsünün soğukkanlılığı gerilimi artırsa da aslında tehditkâr olup olmadıklarını sorgulamaya başlayabilirsiniz…
Meğerse yakındaki kasaba uzun zamandır göç verdiği için terk edilmiş köpekler kendilerince örgütlenip vahşi hayata intibak etmeye çalışan, aslında evcil hayvanlarmış; belki yemek, belki şefkat, belki de sahiplenilmek peşinde, yavşaklığı bir tarafa bırakarak insanlardan hâlâ medet ummaları manidar değil mi? Örgütlü ve acımasız köpek avı ise Çin’in hazırlanmakta olduğu 2008 Pekin Olimpiyatlarındaki çakma imajı için mevzubahis kasabada başlamak üzeredir…
İçindeki canavarı evcilleştirmek mümkün mü?
Aslında bir kaza sonucu suç işlediğini düşündüğümüz filmin esas kahramanı Lang da kasabasına 10 sene sonra, devrilen azmanbüsle dönmüştür. Gayet ciddi, mesafeli ve hürmet uyandıran bir profil çizmektedir. Hayatına tekrar başlayabilme çabaları içindeyken köpek avı çetelerine kaydolur; fakat ondan beklenenleri yerine getirmediği gibi her fırsatta köpekleri kurtarmaya girişir.
Başına yüksek bir para ödülü konmuş, kuduz olduğu söylenen Kara Köpek’le dostluğu da bu şekilde filizlenir ve toplumun aşağılayıp dışladığı bu iki karakter yoldaşlık etmeye başlar; ikisi için de iyileştirici süreç zorlu ve dolambaçlı olacaktır…
Erkeklerin çoğunlukta olduğu, kaba ve aynı zamanda biraz da fantastik bir dünyayla karşı karşıyayız. Çoğunluğun kendini kaptırdığı akıntıya karşı direnen kahramanımızı Camus’nün Yabancı’sındaki Meursault’ya veya filmdeki kara mizah unsurlarına dayanarak Buster Keaton’a benzetenler muhakkak ki haksız değiller.
Ülkenin hazin sosyal manzarasını mümkün olduğunca geniş bir spektrum çerçevesinde aktarabilmek üzere filme yerleştirilmiş bazı anekdotların gereksiz olduğunu da düşünebilirsiniz.
Günümüz insanının aksine “gerçekten” çok az konuşan gizemli kahramanımızın bir ara gönül verir gibi olduğu sirk çalışanı bir kadın veya Lang’ın alkolik babasının işletmeciliğini yaptığı hayvanat bahçesi aslında filmi epeyce zenginleştiren unsurlar.
Zaten seyirci, bilhassa coğrafyanın ve sinematografinin büyüsüne kapılınca filmdeki absürt, plastik veya klişe detayları seve seve kabul ediyor ve insanla hayvan arasındaki dostane ilişkiye kendini kolaylıkla kaptırıyor.
Hayvanlara ihtimam
Hayvanlarla insanlar arasındaki yakın münasebeti yüceleştiren bir diğer film Arjantin’deki hayvanat bahçelerinde ve hayvan bakım merkezlerinde geçen "Kolektif Monolog" (Monólogo colectivo / Collective Monologue).
2024 Arjantin-Birleşik Krallık ortak yapımı 104 dakikalık film sayesinde insanların belirli amaçlar doğrultusunda da olsa hayvanları hapsetme pratiği ayrıca sorgulanmış oluyor. Yönetmen Jessica Sarah Rinland filminde Jonas Mekas’ın sinemasından esintiler olduğunu belirtmiş. Bize adeta maziden seslenen belgeselin estetik tarzı yakın plan çekimlere geniş yer vererek seyircinin ortama derinlemesine nüfuz etmesini muhakkak ki sağlıyor.
Flamingo, maymun, kaplumbağa, papağan veyahut fil gibi bildik hayvanların yanı sıra tapir, kapibara ve karıncayiyenleri bakıcılarıyla gayet sıcak ilişkiler içinde izliyoruz. Vahşi olarak bilinen birçok hayvanın insan şefkatini memnuniyetle kabul edişi seyirciyi tesir altında bırakacaktır.
Ülkenin hayvanat bahçeleri tarihi hakkında da bizi malumatlandıran belgesel, hayvan bakıcılarının işlerine gönülden bağlılığını ve mesleklerini profesyonellikle yürüttüklerini kesinlikle ispatlıyor.
Bu arada hayvanların tabii coğrafyalarına salındıkları sekanslar, medyada sık sık yapıldığı gibi duygu sömürüsüne başvurma ihtiyacı duyulmadan yapılıyor; çünkü bu filmi sansasyonel bir televizyon belgeseliyle alakasız, ağır başlı bir sanat eseri diye niteleyebiliriz.
Çin’in muhteşem Gobi çölüne kaçanlar bir yana, kaçamamış köpeklerin akıbeti ne olmuştur diye düşünmeden edemiyorum… Ya İstanbul Adalarının bir zamanlar faytonlarını yüklenmiş atları ne vaziyette? (MT/TY)