"İlk tahliye kararı çıktığında, kesinlikle cezaevinden çıkmak istemeyen bir tarafım vardı. On yıldır yaşadığım ve artık kolayca başardığım cezaevinden sonsuz bilinmeyenli bir ortama çıkmak hiç çekici gelmiyordu."
Kendisi de 10 yılını cezaevinde geçirmiş olan Aytekin Yılmaz'ın "Çıkarın Beni Bu Dışarıdan" isimli kitabı, "dışarıdaki yaşamla" barışmaya çabalayan eski mahkûmlarla yapılan mülakatlardan ve onların yazılarından oluşuyor.
Kitapta, Şeyhmus Ay, Avaşin Yorulmaz, Mehmet Taşdemir, Özgür Soylu, Haydar Karataş, Hüseyin Kıran, Elif Güngören, Serdar Kordu, Tahsin Eriş, Mustafa Alaş, Sezai Sarıoğlu, Doğan Hamşioğlu, Cafer Solgun, Kemal Altıntaş, Gün Zileli ve Yılmaz hem "mahpusluğu" hem "dışarıyı" anlatıyor.
Hikâyeler, Yılmaz'ın "Eski Mahpusların Topluma Yeniden Katılımı" kitabının başında da yazdığı "Bir mahpus asıl hapisten çıktıktan sonra cezalandırılmaya başlar" sözünü kanıtlıyor.
"Nereye kadar kaçabiliriz?"
16 yaşında idamla yargılanan Şeyhmus Ay'ın, kitaba da ismini veren "Çıkarın beni bu dışarıdan" başlıklı yazısı şöyle başlıyor:
"Yolu mahpushaneden geçenler için yeni bir yaşam mümkün müdür? Yolumuzu kesen duvarların karanlığından ve kasvetinden kurtulmak için nereye kadar kaçabiliriz? Bakışlarımızı çalan şehirlerin duvar diplerine, yaşadığımız semtlerin en kuytu köşelerine kadar peşimizden gelen hapishanelerden firar edebilecek miyiz? Bizi gözetleyen bir gardiyanın olmadığına inanmanın rahatlığıyla özgürlüğün kapılarından geçme şansımız olacak mı günün birinde?"
Tehdide dönüşmüş imge
Ay'ın sözleri, bana çok önceleri yazmış olduğum başka bir yazıyı hatırlattı. "Modern iktidar büyük gözaltıdır" diyen Fransız düşünür Michel Foucault'nun "Hapishanenin Doğuşu" kitabından faydalanmıştım, bunu yazarken:
"Foucault'ya göre hapishanenin kendini dayatabilmesinin nedeni, özünde 19. yüzyılda doğmuş olan kapatma sistemlerinin yoğunlaşmış, örnek temsili olan sembolik bir biçimi oluşudur. İşlevi esas toplumsal panoptizmde vücut bulan hapishane; gerçekte ise iktisadi, cezalandırıcı veya ıslah edici olmaktan çok sembolik ve örnek teşkil edici bir işlev görür. Hapishane toplumun ters dönmüş imgesidir, tehdide dönüşmüş imgedir. Böylece hapishane hem geri kalan her şeye benzediği hem de diğer kurumları hapishane olmaktan çıkardığı için kendini temize çıkarır. Çünkü kendini sadece suç işleyenler için geçerliymiş gibi sunar."
Cezalar gayrimeşru ve haksız
14 yaşında cezaevine giren, burada 12 yıl 6 ay kalan meslektaşım Avaşin Yorulmaz da "cezaevlerinin oluşum mantığının" temelinde, "mevcut iktidarın kendini tek meşru güç olarak gördüğünden, karşıtlarını yine kendilerinin oluşturduğu yasalarla cezalandırmasının yattığını" söylüyor.
"İtalyan filozofu Giordano Bruno'yu yargılayan Engizisyon mahkemesinin onu sapkın ilan edip yakılmasına karar vermesi ne kadar gayrimeşru ve haksızsa bugün politik amaçlı verilen cezaların büyük bir kısmı da gayrimeşru ve haksızdır."
Cezaevinde 15 yılını bırakmış Mehmet Taşdemir de dışarısının bazen nasıl "içerisi" olabileceğini "Dışarıda birden fazla hapishane var" diyerek anlatıyor:
Yalnızlık hapishanedir.
Parasızlık hapishanedir.
Evsizlik hapishanedir.
90'ların karanlığında ölüm oruçları sürecini yaşayanlar, Hayata Dönüş Operasyonu'nun "muhatabı olanlar", Türkçeyi cezaevinde öğrenenler, işkence görenler, cezaevindeyken sevgilisini, eşini, ailesini, en çok da sağlığını kaybedenler, bu kitapta sadece anılarını ve duygularını anlatmıyor. Cezaevi gerçeğinin yanı sıra toplumun ve devletin, daha genel anlamıyla da "iktidarın" fotoğrafını çekiyor.
19 yaşında "içeri" giren, 10 yıl 4 ay sonra başka biri olarak çıkan Haydar Karataş, cezaevinde yaşadıklarının değil, asıl dışarıda gördüklerinin "kendini hayata karşı duracak enerjiden yoksun bıraktığını" söylüyor, örneğin.
"Sıradan olmak, hayatta kalmanın en iyi yolu."
"Birbirimize devlet olmayalım"
Cezaevinde 10 yılını geçiren, F tipinin yarattığı ciddi tahribat nedeniyle, "Köşedeki bakkala gidip gazete bile alamayacak durumdaydım" diyen Hüseyin Kıran, dışarısının da bazen içerisi kadar korkutucu olabileceğini anlatıyor:
"İlk tahliye kararı çıktığında, kesinlikle cezaevinden çıkmak istemeyen bir tarafım vardı. On yıldır yaşadığım ve artık kolayca başardığım cezaevinden sonsuz bilinmeyenli bir ortama çıkmak hiç çekici gelmiyordu."
"Dışarısı bıraktığım gibi değil"
Elif Güngören, cezaevindeki beş yılın ardından dışarıdaki yaşama alışmaya çalışırken, "Kendimi etrafı insanlarla çevrili bir hapishanede hissediyorum" diyor, Sezai Sarıoğlu ise: "Birbirimize devlet olmayalım."
Kemal Altıntaş da dokuz yıllık cezaevi hayatının sonrasını "alt-üst olmak kavramıyla açıklıyor:
"Toplum ve çevre, benim bıraktığım gibi değildi. Herkesin dünyası çok değişmiş. İdealleri ve amaçları farklılaşmış, herkes kaybedebileceği şeylere sahip olmuş."
''İş, ev, araba ve aile, bunlar toplumda çok kutsallaşmış. Bunlardan birinin olmaması durumunda, insanın ayakta kalamayacağı duygusuna sahipler."
Eski mahkûmların anlatılarında, bu "değişime" sık sık rastlıyoruz.
Özellikle 12 Eylül darbesi öncesinde cezaevine girenler, uzun yıllar sonra karşılaştıkları "yeni dünya" karşısında hayal kırıklığına uğruyor; değer erozyonuna, değişen yaşam koşullarına ve anlayışlara hayretle ayak uydurmaya çalışıyor bazen de reddediyorlar, hem cezaevine hem topluma hem devlete duydukları öfkeyle...
"Tahliye edilecek yer yok"
Yılmaz, kitapta "normal hayatı" kendi gözünden de anlatıyor:
"Bana göre 10 yıl içeride kalmış birinin kimsesi kalmamıştır artık dışarıda. Zaman aşımı alıp götürmüştür birçok şeyinizi. İlk günlerde anlamıyorsun bunu ama hayatın içine girdikçe hissettiriyor kendini."
İşe, "önce ruhlarımızdaki, beyinlerimizdeki hapishane duvarlarının yerle bir edilmesinden" başlamak gerektiğini söyleyen Gün Zileli, kitapta son sözü söylüyor:
"Hapishane, bir Çernobil faciası gibi tüm toplumu zehirlemiştir belli ki. Evet, hapishanenin bir kapatılma mekânı olarak zararları bir şey değildir. Esas önemli olan, bu kapatılma mekânının tüm açık mekânları, her yeri, tüm toplumu, insan ruhunu zehirlemesidir. Korkunç olan budur. Ve ne yazık ki olan budur. Artık gidilecek bir yer yoktur. Mahpusun trajedisi hepimizin ortak trajedisidir. Ne onun ne de herhangi birimizin tahliye edileceği bir yer vardır."
Art arda açılan kalabalık sanıklı davaların sonucunda Türkiye'nin gündemini belki de hiç olmadığı kadar meşgul eden "cezaevi gerçeği", sadece siyasi yönüyle tartışılıyor, mahkûmlar ya istatistik olarak ya da "ünlü" kişilikleri sebebiyle basında yer buluyor. Ancak bu gerçeği yaşayan ve sonrasında "normallerin" arasına karışmaya çalışan bireylerin anlattıklarından oluşan "Çıkarın Beni Bu Dışarıdan", üst anlatıların yansıtamayacağı bir gerçeklikle tanıştırıyor okuyucuyu. (AS)
* "Çıkarın Beni Bu Dışarıdan", Aytekin Yılmaz, Mahsus Mahal Kitaplığı, İstanbul, 2011.
* Mahsus Mahal Derneği'nin cezaevlerindeki mahkûmların ve eski mahkûmların durumunu ortaya koyan raporundan hazırlanan kitapla ilgili bilgi için tıklayınız.