Bulut Falı; Bir BDP'linin Cezaevi Tanıklığı.* Büşra Ersanlı'nın "KCK Davası" adı altında gözaltına alındığı 28 Ekim 2011'den 13 Temmuz 2012'ye dek cezaevinde geçirdiği zamana dair günlüğünden, gazete haberlerinden, mektuplardan oluşan bir kitap.
Büşra Ersanlı, bir BDP'li, akademisyen, fakültedeki ilk dersimiz Introduction to Politics’te (Siyaset Bilimi'ne giriş) tanıştık biz. Kitaptaki dokuz ay, dersin pratiğe dökülmüş hali gibiydi.
O zamana dair hiç bir şey yazmadım şimdiye dek. Kitabı elime aldığımda, dışarıdaki o dokuz ayı da sardım başa.
"Büşra Hoca gözaltına alınmış"
28 Ekim 2011. Bilgi Üniversitesi'ndeki konferans için servise binmek üzere Atatürk Kültür Merkezi önüne gidiyoruz (Henüz karakol değil AKM). "Büşra Hoca gözaltına alınmış" haberini orada duyuyoruz ilk kez. Ertesi gün konferansta o da konuşacak halbuki.
Üniversiteye vardığımızda Ahmet Hoca (Demirel) binanın önünde, bize gülümsüyor, "Büşra Hoca gözaltına alınmış" haberini onunla paylaşana dek.
" 'Büşra Ersanlı siz misiniz?' dediler. 'Evet' dedim. Ürkekliğin sebebi belli! Büyük bir hatay 'giriş' yapıyorlar. Kendileri de inanmıyor ama ortamı el birliğiyle hazırlayacaklar, çok işleri var aslında... Ortam olgunlaşacak çarçabuk, ben de tutuklanacağım, binlerce farklı BDP'liyle birlikte."
Ertesi gün koltuğu boş Büşra Ersanlı'nın.
(Bilgi Üniversitesi'ne o günden sonra Ekim 2012’de gidiyorum. Büşra Ersanlı işten atılan işçilerin eylemlerinin 42. gününde açık ders veriyor bahçede. YÖK yasa tasarısının ilkeleri yeni açıklanmış, ben öğrenci olarak değil haber için alıyorum notları artık; "Ders: Akademik Özgürlük".)
"What is politics?"
Sorgu sürüyor. Gülüyorum... 2008 Eylül. Fakültede ilk dersim. Introduction to Politics. Gözlerinin içine bakarak soru soran bir profesör. Politics, power, governance... Bir dolu kavram, ingilizce adını söylemekten çekinen bir ben. Başım önümde hep. "What is politics?" sorusu o senenin özeti olmuş hepimizin aklında. Düşünüyorum nasıl sorgularlar Büşra Hoca'yı. Gözünüzün içine bakarak "What is politics?" diye sorsun da görün siz.
" 'Abdullah Öcalan'ı tanır mısınız?
'Hayır.'
'Doğu Perinçek'i?'
'Tabii, yeğenimin babasıdır.'
'Doğu Perinçek, Öcalan'ı çok takdir eder. Sizler aynı kuşaktansınız. Mutlaka üçünüz bir araya gelmişsinizdir?' İçimden gülmek ve, 'Onlar benden daha büyük' demek geliyor ama demiyorum:
'Hiç bir araya gelmedik. Doğu'ya da yirmi yıldan fazladır görmüyorum.'
"Büşra Hoca'yı da aldılar"
31 Ekim 2011. Beşiktaş Adliyesi önü. "Büşra Hocayı aldılar"dan "Büşra Hoca'yı da aldılar"a dönüyor aklımdaki cümleler. Siyaset Akademisi'nden birçok öğrenci içeride, aileleri, arkadaşları kapıda.
"Büşra Hoca'nın öğrencileri" imzalı ilk açıklamamızı Hazal (Hürman) okuyor orada. Bekleyiş geceye dek sürüyor. Biz öğrenciler, Sandrine Bertaux, Ahmet Demirel, Günay Göksu Özdoğan ve diğer hocalar ile bekliyoruz. Televizyon izleyemiyor, içeriye girip çıkan avukatlardan bilgi alıyoruz. Onlardan alamadığımız bilgileri evdekiler Samanyolu'ndan izlediklerini söylüyor, korkunç bir propoganda ve "tutuklandı" ifadeleriyle.
Ertesi gün tutuklanıyor Büşra Hoca da diğerleriyle birlikte.
"... TM şeflerinden, kara gözlüklü, yüksek rütbeli olanı, aksiyon filmlerindeki başrol oyuncusu edasıyla otobüse yaklaştı, otobüste bizlerin başında Bakırköy Cezaevi'nde gidecek olan görevli polis şefine 'çak!' işareti yaptı ve, 'Başardık!' dedi."
Teori pratiğe dönüşüyor
Onlar cezaevine giderken biz bildiri yazmaya başlıyoruz. Diğer üniversitelerden öğrenciler, mezun öğrenciler, akademisyenler, gazeteciler... Paneller, açıklamalar, videolar... İddianameler, haberler ve "haberler"... Introduction to Politics dersinin uygulaması gibi her şey. Okuduklarımız pratiğe dökülüyor karşımıza, her yönüyle.
Daha Beşiktaş'taki bekleyişte tanıştığımız, Büşra Hoca'nın ablası olduğunu öğrendiğimiz Sırma Evcan içeriyle dışarının ağını dokuyor sabırla. "Kendinize dikkat edin" uyarıları hem içeriden hem ondan geliyor sık sık.
Kampüse döndüğümüzde tüm öğrencilerin yanımızda olacağını düşünmenin büyük bir yanılsama olduğunu anlıyoruz kısa zamanda. Büşra Hoca'yı tanıyoruz, tutuklamaların Barış ve Demokrasi Partisi'ne yönelik olduğunu anlıyoruz da birileri bir yerlerden duyumlar aldığını anlatıyor, "O iş öyle değil" fısıldamalarıyla mesafe koyuyor, uzaklaşıyor, o bi yerler nereler pek anlamıyoruz. "Terörist" sıfatı kapsayıveriyor bizi de.
Öte yandan "Ama o çok iyi biri" diye savunmalar da tatmin etmiyor, zira iyi veya kötü insan olmasıyla alakası yok olanların, ya da Ersanlı'nın değişiyle daha "Kumral Türk"e yakışır konular üzerinde çalıştığını ısrarla anlatmak zorunda değiliz. Büşra Hoca Barış ve Demokrasi Partisi üyesi. Tutukluluğu bundan. Diğerleri gibi. Bu birilerine yanlış geliyor diye onlara doğru gelebilecek yönlerini öne çıkarmak değil ki çözüm.
1 Mayıs’ta ve mezuniyet törenimizde pankartlarımız tutuklu öğrencilere, Büşra'lara özgürlükle dolu. Biz çok gülüyoruz, protokol telaş içinde, fakülte hocaları destekte.
Dedim ya teori pratiğe döküldü dokuz ayda.
Silivri
Temmuz 2012, Silivri.
Yol kenarında inip yürüyoruz. Tutuklu yakınlarını almıyor jandarmalar önce duruşma salonu yoluna. İkinci engel salon önünde yaşanıyor. Yüzlerce tutuklu ve uzak yollardan gelen yakınları varken duruşma salonuna girmek isteyemiyoruz. İçeriden çıkan birinin kartıyla iki dakika kadar bir kaçımız "havasını kokluyoruz" salonun.
İlk kez duruşma salonundayım ve bana dünyanın en saçma şeyi gibi geliyor oradaki insanların kalkıp bizimle çıkamıyor oluşu.
Duruşma salonu önünde çadırlar kuruluyor o gece.
Çiçek dürbününden bakarken
13 Temmuz 2012.
Duruşma salonu önünde karar bekliyoruz. Elimde kalileskop. Bir çiçek dürbününden izliyorum olanı biteni. Önce çocuklar keşfediyor, bekleyiş sürdükçe "büyükler" de bir göz atıyor. Jandarmanı yeşili dürbünde cümbüşe dönüyor.
Babası Selahattin tutuklu olan o genç kadını ve arabasındaki Çınar bebeği hatırlıyorum.
Binanın içine girebilmişiz nasılsa. Duvara yaslanmış oturuyoruz. Biz yaşlarda bir genç kadın, babasının tutuklu olduğunu anlatıyor, biz de Büşra Ersanlı'nın öğrencileri olduğumuzu.
"Bırakılır" diyor "İnşallah", Büşra Hoca'ya dışarıdaki destekten bahsediyor, sonra babası için umutsuz olduğunu anlatıyor; "Büşra Hoca’yı herkes biliyor. Selahattin kim ki?". Sesinde Büşra Hoca için kıskançlık yok bunları derken, dışarıdakilere kırgınlık belki ama daha çok öfkeye karışmış bir durum tespiti gibi.
Çınar, bebek daha. Tam hatırlamıyorum belki bir yaşını henüz geçmiş. Babası onu duvarlar ardında görememiş hiç. Kapının önünde onunla oynuyoruz. Ağlamaya başlıyor, peşine karar açıklandı diyor kapıdakiler, Büşra'lar? özgür, 14 kişi birlikte. 140 kişiden 14 kişi. Çınar'ın babası yok içlerinde. Selahattin? yok.
"... Ancak demir kapı arkamızdan gürültüyle kapanınca çok kötü oldum. Özgürlük sevincim sanki farklı, tuhaf ve endişe verici bir macera heyecanına dönüştü. Haksızlık devam ediyor!"
Donup kaldığımız o an. Suçluluk duygusu mu bu içimdeki? Herkesi çıkarmaya gücümüz yetmez miydi? Elimizden gelenin ne kadarını yaptık? Bir yandan da Büşra'lar özgür kıvılcımı içimizde.
"Hayatın renkli bir devamı"
Çadırların yanında buluyoruz kendimizi. Çadırın içinde oturuyor dört çocuk. Ağlıyor ikisi sessizce. Duvar gibi bir bakışla bakıyorlar bize, birbirlerine sokuluyorlar iyice, aramızda örülüyor anında duvar, ben kendimi dünyanın en kötü insanı gibi hissediyorum.
Çiçek dürbünü yetişiyor imdadıma. Derken renkler elden ele, gözden göze.
Akşam çadırlardan karşılamaya özel olarak hazırlanmış olarak geliyor insanlar. Bitmedi, bitmiyor elbet, çadırlar kurulacak tekrar, direniş sürecek.
"Türkiye'nin bir yıllık hapishane hikayesini yaşadığım gibi anlattım ama bitmedi, bitmiyor. Üstelik en kesif derin devlet dedikoduları içinde olduğumuz bir sırada torba torba davalar devam ediyor. Yılmış olan pek yok gibi, ne dedikodudan ne de direnişten. Her şeye rağmen ülkenin en devasa eşitsizlik sorunu karşısında barış ve demokrasi umut yaratmaya devam ediyor. Hayatın renkli bir devamına işaret ediyor." (BK)
* Bulut Falı Bir BDP'linin Cezaevi Tanıklığı, Büşra Ersanlı, Can Yayınları, İstanbul, Mart 2014, 396 sayfa.