1)
1962 yılı Fransa’sı, devletin şiddet dışında var olamadığı, gerçek özünü tüm çıplaklığıyla serdiği önemli bir yıldır. Bu yılları anlatan yazılı ve görsel anlatılara bakıldığında, “1960 yılına kadar Cezayir'deki savaşa karşı yapılan gösteriler, çoğunluğu Cezayir'deki Fransız ordusunun işkence yöntemlerini kınayan aydınlardan oluşan sadece birkaç yüz katılımcıyı bir araya getiren” bir eksende olduğu, ama 1962’ye gelindiği ise tamamen toplumsallaştığı yönündedir. Bu yıldaki toplumsal hareketliliğin merkezinde ise Sol partiler, vicdan sahibi insanlar, aydınlar ve sendikalar yer alıyor. Savaş karşıtı gösterileri yayıyorlar.
Bunlardan biri de şubat ayında Choronne sokağı ile Voltaire bulvarının kesiştiği yerde gerçekleşen eylemdir.
8 Şubat 1962’de gerçekleşen bu protesto genel olarak savaşa karşı olsa da bir diğer amacı, faşist olarak görülen sağcı paramiliter örgüt Organisation de l'Armée Secrète'nin (OAS) saldırılarını protesto etmektir. Çünkü OAS, her yerde halka faşistçe saldırılar düzenliyor, cinayetler işliyordu.
Charonne Metro Katliamı bu gösteriler sırasında gerçekleşen bir katliamdır.
Bu katliam, savaş karşıtı bir gösteride Fransız polisinin müdahalesi sonucunda dokuz kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır. Olay, Fransa'nın sömürgecilik sonrası tarihindeki en çarpıcı devlet şiddeti örneklerinden biri olarak kabul edildiği için önemlidir.
Maurice Papon
Aslında bu olaydan birkaç ay önce, 1961’de kayda değer başka bir devlet şiddeti örneği vardır. 17 Ekim 1961'de, yaklaşık 30 bin Cezayirli, Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) yanlısının katıldığı bir gösteri, Paris polisi şefi Maurice Papon'un emriyle Fransız polisi tarafından saldırıya uğrar. Saldırı sırasında protestocular kurşunlarla, sert darbelerle ya da boğularak öldürülür. Ayrıca tutuklanan protestoculara yönelik işkence ve infaz vakaları da olur. Birkaç gün boyunca Seine Nehri'nin yüzeyinde cesetler yüzer. Fransız hükümeti olayları inkâr eder ve 1998'de 40 ölüm olduğunu kabul edene kadar da basını sansürler.
Burada Maurice Papon’a kısa bir parantez açmak iyi olabilir. Kendisi Fransa'nın işgali sırasında işlenen insanlığa karşı suçlardan hüküm giymiş bir Fransız devlet memuru ve Nazi işbirlikçisidir. 1961'de Maurice Papon, hükümeti FLN ayaklanmasıyla mücadele eden Fransız Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle tarafından bizzat Legion d'honneur nişanıyla ödüllendirildi. Papon ayrıca Charonne Metro Katliamı'nda ve 200 ila 300 Cezayirli göstericinin Paris polisi tarafından kasıtlı olarak öldürüldüğü 1961 Paris katliamında Paris polisini komuta etti. 1998'de insanlığa karşı suçlardan hüküm giydi, 2002'de sağlık sorunları nedeniyle erken tahliye edildi ve 2007’de öldü.
Charonne Metro Katliamı sonrası Fransa’nın en kitlesel cenaze katılımları gerçekleşirken, devlet cephesinde başka bir telaş vardır.
Başbakan Michel Debré, 12 Şubat 1962'de Paris polis teşkilatını ziyaret ederek "güveninin ve hayranlığının bir ifadesini sunmak" istediğini dile getirir ve tebrik eder polisler ile şefleri Papon’u. Ardından, aynı yılın 13 Nisan'ında Papon’a bir mektup yazarak, "Onun liderlik ve organizasyon becerilerine” övgüler yağdırır, ayrıca kendisine “çoğu zaman hassas ve zor bir görevi yerine getirme biçimine" özel övgüde bulunur.
1981’de François Mitterrand’ın cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması ve solun iktidara gelmesinin ardından, 1962 katliamı kurbanlarını onurlandırmak için Charonne metro istasyonuna bir anma plaketi yerleştirildi.
2)
Kendine “Demokratik devlet” diyen devletlerin bünyesinde, gündüz ortası devlet eliyle gerçekleştirilen katliamları nasıl açıklamalı?
Bu sorudan yola çıkan Tarihçi Alain Dewerpe (1952-2015), "Charonne, 8 Şubat 1962: Bir Devlet Katliamının Tarihsel Antropolojisi" adlı eseri ile cevap olur ve devlet şiddetini masaya yatıran esaslı bir çalışmaya imza atar.
Bu çalışmada kişisel bir deneyim de vardır, zira Alain Dewerpe, annesini bu eylemde yitirmiştir. Bu öznel durum için “tarihçiliğimin önünde engel teşkil etmemeli” der.
C.M. de Bellaing, bu çalışma için “Dewerpe kolluk güçlerinin istihdam koşulları ile bu güçlerin mesleki rutinleri ve habituslarının nasıl oluşturulduğu, bilişsel çerçevelerinin nasıl üretildiği ve özellikle de bunların sömürge deneyimi ile temas halinde nasıl gerçekleştiği sorularına bir geri dönüş izler. Yazar, böylesine bir vahşet dalgasına izin veren ve hatta onu teşvik eden polisiye ve politik kararları vurgu yapar. Teşkilatın toplanması bir emsal teşkil eder: hiçbir şeyi tesadüfi ya da saf dışı bırakılmış değildir; tarihçi birçok neden arasında bazılarının merkezi frekans, bazılarının ise yalnızca parazit olduğunu akılda tutar. Onu polisin yalnızca devletin silahlı bir gücü olduğuna veyahut devlet içinde bir devlet olduğuna inandıracak, Charonne olayını yalnızca istisnai olabilecek büyüklükte bir kaza ya da polis teşkilatının altında yatan gerçekliğe dair ipuçlarını ortaya çıkarabilecek bir olay haline getirecek tüm tuzaklardan kaçınır. Ve Dewerpe, normalleştiriilmiş şiddet rutinlerinin ardından şiddet ataklarının patlaması olasılığının koşullarının haklı olarak yeniden ele aldığında, ikincisinin ilkinin mantıksal sonucu olarak sunmak yerine onları karşılıklı bağımlılıkları içinde düşünür. Bu sayede devlet katliamının tarihsel bir antropolojisini çizer” der.
Dewerpe’nin dikkat çektiği hatlara gelince;
İlki, şiddetin bir devlet ideolojisi, ruhu olduğunu ifade eder. Bu açıdan Charonne olayı, devlet şiddetinin sıradanlaştığı ve meşruiyet kazandığı bir uzama yerleşir.
İkincisi, hedeflerin politik niteliği gözetilir.
Üçüncüsü, Charonne olayında devlet ya da herhangi bir yetkili hesap vermemiştir. Dördücüsü, Dewerpe, olayın ardından kurbanların simgesel bir önem kazandığını ve bu sembolizmin Fransız solunun hafızasında yer ettiğini vurgular.
Beşincisi ve bence en önemlisi; Dewerpe, Charonne olayını, Fransa’nın sömürgecilik tarihi bağlamında ele alır ve bu olayın, sömürgeci baskının Fransa topraklarındaki bir uzantısı olduğunu öne sürer. Şiddeti tarihsel bir süreklilik içinde görür.
3)
Charonne Metro Katliamı'nı Roboski Katliamı gününde hatırlamak istedim.
Mekânın farklı ama içeriğin, devlet şiddeti, oluş motivasyonu ve sonrasındaki adalet arayışının hemen hemen aynı olduğu iki durum.
Birinde süren sömürge savaşı ve onun uzantısı olarak gelişen durum, diğerinde Kürt meselesinin bir bağlamı ve ona göbekten bağlı sömürge/düşmanlık hukukunun sınırdaki tezahürü.
Vahşetin retoriği de aynıdır, değişmez.
Fransız devleti, yukarıda kısaca belirttiğim metro katliamını yapanları tebrik etti. Onları övdü… Türkiye’de de aynı cümleler, aynı yapılara söylendi.
Yine Fransa başlangıçta polis şiddetini savundu ve olayı örtbas etmeye çalıştı. Ancak, toplumsal baskılar sonucunda bu olay Fransız tarihinde bir utanç vesilesi olarak kabul edilmeye başlandı. 40 yıl sonra da olsa itiraf etti.
Roboski cephesinde de her türlü inkâr, sessizlik işletildi. Basın çok çalıştı ama olmadı. Yaşamını yitirenlerin aileleri, protesto edenler tutuklandı. Operasyonel hata dendi, ama kaçakçılar dendi ve daha bir sürü şey. Gerçekler bir gün tam olarak itiraf edilir mi, bilemeyiz.
Hasılı devlet şiddeti, doğrudan veya dolaylı olarak sivilleri hedef aldı. İki olay da birer dönüm noktası olarak, devletin çıplak şiddetinin sonuçları olarak toplumsal hafızada derin izler yarattı.
İki farklı zaman, farklı coğrafya lakin aynı şiddet aynı ritüel ve sonuçlar. Devlet şiddeti, devletlerin mayasında aynı kaynaktan çıkıyor, aynı dürtülerden besleniyor ve aynı yolu takip ediyor. Fransa’nın gerçeği Charonne olurken, Türkiye’nin gerçeği de Roboski oluyor.
Bu gerçeklerin sadece adı farklı, özü aynı.
Roboski’de yaşamını yitirenleri tekrardan saygıyla anıyorum… (ÖA/TY)