Ankara'daki resmi kurum ve kişilerle apoletli medyanın apoletli yazarlarının değerlendirmelerini bu yazının konusu dışında tutacağım.
Çeşitli etkinliklerine benim de katıldığım, mevcut düzende olabilecek en olumlu basın kuruluşlarından biri olan Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD), konuya ilişkin tutumunu Yönetim Kurulu imzalı bir bildiri ile açıkladı.
Ne var ki, kafa karışıklığı, muğlaklık, ana konuya girememe ile militarist milliyetçi dalgayı göğüsleyemeyen ÇGD bildirisindeki orta yolcu, 'ne şiş yansın ne kebap' eğilimi, basın özgürlüğünü savunma konusunda bu örgütün yöneticilerinin bile yeteri kadar sağlam duramadıklarını gösteriyor.
Bildirinin başlığından başlayalım: 'Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü ve tartışmalar' ibaresi, tutum açıklayan bir bildirinin değil bir haber-yorum ya da izlenim yazısının başlığıdır.
ÇGD yönetimi hemen girişte, apoletli medyanın başlangıçtaki bombardımanı karşısında suskunluğu tercih ettiğini (Neden?) itiraf ettikten sonra tartışmaların (Aslında süren tartışma değil, saldırı) sürmesi ve iki gazeteciye yönelik cadı avı haline gelmesi üzerine tutum açıklamaya karar verdiğini bildiriyor. Özgürlüklere yönelik saldırılar karşısında yeterli refleksin gelişmediğinin itirafı bu! Ayrıca saldırı sadece RSF'e yönelik olarak kalsa, demek ki tutum bile açıklamayacaklar!
Bildiriye neredeyse damgasını vuran hava, ÇGD'nin RSF'e yönelik akıl hocalığı. Neymiş? RSF'in, 'kültürel değerlerin de farkında olarak hareket etmesi gerekir'miş. ÇGD, sözünü ettiği kültürel değerlerin ne olduğunu açıklamıyor. Sakın bu kültürel değer, Türk milletinin asker sevgisi olmasın?
ÇGD, RSF'in '2002 raporunda öze ilişkin yanlışlar olduğunu düşünüyor'muş. ÇGD, bu cümleyle apoletli güruha hak veriyor ama Türkiye'den hiç söz etmeden, Bush ve Berlusconi'nin de listeye alınması gerektiğini belirtiyor. Akıl hocalığına devam! Tabi bu da yetersiz, efendim sadece devletler kınanmamalıymış, 'medyadaki aşırı ticarileşme ve yoğunlaşma' da eleştirilmeliymiş. ÇGD'nin üslubundaki ilkokul öğretmeni tarzı sürüyor: '...bir mücadele olarak görmekten vazgeçmelidir'. Buna Türkçe'de konudan uzaklaşma denir.
3. maddeye geldik, RSF'i Avrupa merkezcilikle suçlayan ÇGD (ki kısmen haklı), hala kendi ülkesine gelemedi. ÇGD yönetimi, uluslararası dayanışmaya baltayı işte bu maddede vuruyor: 'Bir ülkede basın özgürlüğü ve demokrasi mücadelesi öncelikle ve asil olarak o ülke güçleri tarafından verilebilir'. İlk okunuşta pek parlakmış ve doğruymuş gibi görünen bu cümlenin tercümesi, 'Burası Türkiye, siz ne karışıyorsunuz bizim iç işlerimize, olumsuz bir durum olursa onu da biz hallederiz'dir. Bu tercümeyi onaylayan bir başka cümle de 5. maddede yer alıyor: 'Bir ülkedeki basın ihlallerini izlemek, onlarla ilgili raporlar hazırlamak ve özgürlük alanının genişletilmesi için (Ne şık bir deyim değil mi?) mücadele etmek her şeyden önce o ülkenin gazetecilik örgütlerine, gazetecilerine ve gazetelerine (Aydın Doğan?) düşen bir görevdir'.
ÇGD'nin bu iki cümlesinde en az üç sorun var:
Birincisi, eğer gerçekten öyleyse ÇGD, Bush ve Berlusconi ile neden uğraşıyor?
ÇGD, bu söylediğini hakkıyla, hiç olmazsa RSF kadar yapıyor mu? Ve nihayet, bu cümleler içe kapanıklığın, uluslararası dayanışmanın reddinin ifadesi değil midir?
ÇGD yönetimi nihayet sonlara doğru, 4. maddede işin aslına halen değinmemişken, Ankara'nın Fransız bir sivil toplum örgütüne baskı yapması için Fransız hükümetini zorlaması nazik bir dille eleştiriliyor.
Bildirinin son bölümlerinde Türkiye'deki basın özgürlüğü ihlalleri yarım ağızla kabul edilerek belirli bir denge kurulmaya çalışılmış ama gazetecilik örgütlerinin yapması gereken ihlal raporlarının hazırlanmadığı da hatırlatılmış.
ÇGD yönetimi, militarist milliyetçi saldırıya açıkça karşı çıkamıyor. Dairenin kenarında dolaşıp milliyetçi tezlere haklılık verecek görüşler savunuyor. Oysa ki saldırının esas konusu, genel Kurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'nun sembolize ettiği milliyetçi militarizm. Kişi olarak olmasa da bir kurum ve hatta bir anlayış olarak Silahlı Kuvvetler'in, Türkiye'de basın özgürlüğünün önündeki en büyük engel olduğunu kabul etmiyor, edemiyor.
ÇGD yönetimi, askeri mahkemelerde yargılanan gazetecileri gündeme getirmiyor, Güçlükonak ve İstanbul Şubesi'nin bir toplantıyla teşhir ettiği Andıç'a göndermede bulunmuyor. Susurluk'un Veli Küçük'le noktalandığını hatırlatmıyor. Gerek Kürt meselesinde gerekse Müslümanların siyasal faaliyetlerinde ordunun medya üzerindeki (Mesela 28 Şubat) yaptırım ve engellemeleri konusunda sessizliği muhafaza ediyor.
Sonuç olarak ÇGD, 'Siz de haklısınız ama onların da haklı olduğu bazı noktalar var, ayrıca şu şöyle yapılmalıdır, bu böyle yapılmalıdır' şeklindeki söz kalabalığına boğulup, milliyetçi militarizmin ideolojik bombardımanı karşısında ayakta duramıyor.
Basın özgürlüğü, milliyetçi söylemle, kıvrak cümlelerle, cesaret olmadan savunulamaz. Basın özgürlüğü, bu özgürlüğü çiğneyenlere karşı açık, uzlaşmasız bir mücadele ile savunulur. Ne yazık ki ÇGD yönetimi bu bildiri ile bu basireti gösterememiş. RSF yanlısı, asker karşıtı hatta vatan haini gibi damgalar yemekten çekinmiş sanırım. Basın özgürlüğü, apoletli medyanın hatta toplumun önemli bir kesiminin bile yöneltebileceği saldırılar göğüslenmeden de savunulamaz.
ÇGD'den beklemediğim bir bildiriydi... (RD/BB)