MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim 2024’teki “Öcalan gelsin Meclis’te konuşsun” açıklamasından sonra, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) heyeti, siyasi partilerle görüşmeler yaptı, sanırım İyi Parti ve Yeniden Refah Partisi haricindeki çoğu parti ile görüşüldü.
PKK lideri Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerin ardından da 11 Ocak 2025 Cumartesi günü Selahattin Demirtaş ile de görüşüldü.
Basına yansıyan kısmına bakılırsa, son dönemde olan bitene İyi Parti hariç tüm siyasi partiler belirli mesafelerde de olsa olumlu yaklaşıyor ve Kürt halkının eşitlik mücadelesinin Meclis çatısı altında çözülmesi gerektiği konusunda ortaklaşıyorlar.
11 Ocak’taki görüşmede, Demirtaş herkesin kafasında oluşan soru işaretlerinin bir kısmını da giderdi ve sürecin adını koydu: “Demokratikleşme, Barış ve Kardeşlik”
EVRİM KEPENEK'İN HABERİ
Selahattin Demirtaş'la Mektup - Söyleşi: "Hiç Kimse Düşmanlaştırma Politikasına Düşmemeli"
Ancak tüm bu gelişmelerin yanında bir soruyu sormadan edemiyorum, bilmiyorum belki daha erkendir bunu konuşmak için fakat sormadan edemiyorum: Eğer gerçekten çatışmalar sona erecek, artık analar ağlamayacak, hiçbir anne evlat acısı çekmeyecekse kadınlar bu sürecin inşasında nerede yer alacak?
2013’te kadınlar bu konuda inisiyatif almış barışın toplumsallaşması için güçlü bir ses çıkarmışlardı.
bianet’te yer alan söyleşimizde değerli hocamız Prof. Dr. Yakın Ertürk o dönemi şöyle anlatıyor: “2013’te ilan edilen çözüm süreci, silahlı bir dönemin bittiği ve barış için tarihi bir fırsatın doğduğuna dair umutları yeşertti. Ancak bu iyimserlik kısa sürdü. Süreç resmi düzeyde tıkanmış olsa da, kadın barış hareketi güçlenmeye devam etti ve bu alanda çalışan akademisyenler ile sivil toplum kuruluşları önemli deneyimler kazandı. Ancak bu deneyimler, zamanla sistemin çözüme yönelik cesaretlendirdiği barış taleplerinin, terör yasalarıyla suç haline getirilmesine yol açtı.”
Peki, bugün tüm bu süreçler yeniden konuşulurken kadın hareketi de sürecin bir öznesi olarak görülüyor mu?
Belli ki Devlet Bahçeli, Türkiye’nin geleceği için bu süreci çok önemli görüyor. Öyle de. Peki buna ek olarak, bu sürecin bir ayağının da haksızlıkları, hak ihlallerini gidermek üzerine kurulu olması gerekmiyor mu? Herkes için adalet ve hakkaniyetin sağlanmasından söz ediyorum.
Örneğin hasta mahpuslar…
Acaba bizzat Bahçeli ölüme terk edilen hasta mahpuslar için harekete geçmeyi düşünüyor mu? Ayrıca son dönemde zincirleme bir şekilde tahliyelere engel teşkil eden İdare ve Gözlem Kurulu’ndan haberdar mı?
İnsan Hakları Derneği (İHD) Hasta Mahpuslar Komisyonu, 11 Ocak Cumartesi günü yaptığı açıklamada, İdare ve Gözlem Kurulu’nun 2021 yılından itibaren hak ihlallerini arttırdığı bilgisini paylaştı.
Ayrıca Komisyon şu bilgiyi de kamuoyuna duyurdu: Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde, Ağustos, Eylül ve Ekim ayında tahliye olması beklenen 15 kadın mahpus, kitap okuma, avukat görüşmesinde ayakkabı çıkarmama, kütüphaneye gitmeme gibi gerekçelerle hücre cezaları aldı ve cezaları uzatıldı. Hastalık nedeniyle serbest bırakılmaları gereken kadın mahpusların cezası da benzer gerekçelerle uzatıldı.
Örneğin 66 yaşındaki Besra Erol.
Elazığ Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan Erol, çok sayıda hastalıkla mücadele ediyor. Komisyonun verdiği bilgiye göre, yürümekte zorlanıyor ve tansiyonuna bağlı olarak görme yeteneğini kaybetme riskiyle karşı karşıya.
Erol’un suçu ne biliyor musunuz? Oğlunun mezarı başında konuşma yapmak. Oğlu Evrim Deniz Erol, 2015'te Kobane'deki çocuklara oyuncak götürmek istedi, Suruç'a gitti, IŞİD'li canlı bombanın saldırısı sonucunu hayatını kaybetti. Türkiye'nin dört bir yanından tam 33 kişi.
Suruç’ta yaşamını kaybeden 33 "Düş Yolcusu"
Anne Erol'un suçu oğlu Evrim Deniz Erol’un mezarı başında konuşma yapmak. Bu nedenle de "örgüt üyesi" olduğu iddiası ile de tutuklandı.
"Derhal serbest bırakılsın"
6 yıldır cezaevinde Besra Erol. Hastalıkları nedeniyle tahliye edilmesi gerekirken, cezasını tamamlamasına rağmen bir 6 ay daha hapis tutuldu ve gerekli tedaviye ulaşması engellendi.
Erol’un büyük oğlu, İHD Hasta Mahpuslar Komisyonu’na annesi ile ilgili şu bilgileri veriyor: “Annem 6 yıldır hapiste. 3 defa bel fıtığı, 2 defa kasık fıtığı ameliyatı oldu, 2 defa göz anjiyosu yapıldı ve şu an acilen bir göz ameliyatı olması gerekiyor. Ayrıca guatr hastası ve tiroit nodüllerinden kanser riski taşıyor. Cezasını tamamladı fakat serbest bırakılmadı. İtirazla tahliye süresi 6 ay uzatıldı. Annemin sağlık sorunları, cezaevi koşulları ve tedavi ihtiyacı açıkça ortada. Eğer tahliye edilmezse, sağlık durumu daha da kötüleşecek ve tedavi süreci geç kalacak. Annem bir barış annesidir, 6 yıldır cezaevindedir. Hukuksuz bir şekilde tahliyesinin engellenmesi, adaletsizliğin bir örneğidir. Derhal serbest bırakılmalıdır.”
Süreci yalnızca çatışmanın sona erdirilmesi olarak görmek, toplumsal uzlaşı ve dönüşüm açısından eksik kalır. Gidilen yol ne kadar taşlı, zorlu ve engebeli olursa olsun, hatta dünyanın en zorlayıcı güzergâhı bile olsa, önemli olan sonunun demokratikleşme ve eşitlik ile buluşması.
Bu noktada, bugün atılan adımların değeri, kimin ne kadar yol aldığından bağımsız olarak, her birimiz için büyük bir anlam taşıyor.
Barış dediğimiz “hayal” sadece silahların susmasıyla değil, toplumsal yapının eşitlikçi bir şekilde yeniden inşa edilmesiyle mümkün.
Dünya örneklerinden biliyoruz ki kadınların aktif katılımı, sadece barışın sağlanmasında değil, toplumsal cinsiyet eşitliği, adalet ve haklar mücadelesinde de önemli bir kilometre taşı.
Şüphesiz, ataerkiyi, patriyarkayı temsil eden çatışmalara karşı barış, erkeklerin egemenliğinde değil, kadınların eşitlikçi liderliğinde inşa edilebilir.
Başta belirttiğim gibi bunları konuşmak için daha yolun çok başındayız belki de. Kim bilir?
Eşitlik mücadelesinin hiç bitmediği, özgür bir hafta gelsin…Adaletten yana…
Yazının görseli
Guernica, Pablo Picasso’nun en ünlü eserlerinden. Bu tablo, sanatçının, İspanya’dan uzak kalmış bir sürgün olarak Paris’te yaşadığı derin hüznü ve acıyı yansıtıyor. Picasso, Paris’teki evinde, İspanya’daki yıkım ve savaş haberlerini dinlerken, bu acıyı tuvale döker. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Paris Nazi işgali altındayken, bir Nazi subayı Picasso’nun evini ziyaret eder. Subay, Guernica tablosunun fotoğrafına bakarken, Picasso’ya dönüp “Bunu sen mi yaptın?” diye sorar. Picasso yanıt verir: Hayır, siz yaptınız
(EMK)