Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu daha evvel olduğu gibi yine projeleri iptal edilen yatırımcılardan yana tavır alıyor. Durum bu kez gerçekten vahim. Eroğlu her zamanki gibi çevre mücadelesi veren insanlarla ilgili ağır ithamlarda bulunuyor.
"HES'e karşı çıkanlar, pastadan pay almak isteyenlerden maddi destek alıyor" diyecek kadar bulunduğu makamın adıyla çelişen bir portre çizmeye devam ediyor.
Mahkeme kararlarını takmayan yatırımcılar ve bakanlık aynı telden çalıyor, olan dünyada bir eşi daha olmayan Doğu Karadeniz'in korumada öncelikli vadilerine oluyor. Ancak SİT kanunu değişirse bu kez Anadolu'daki binlerce vadi, akarsu, orman tamamen ölüm fermanını imzalamış olacak.
Çevre ve Orman Bakanlığı'nın enerji projelerine neden bu kadar hassas yaklaştığını bilemiyorum ve anlamakta güçlük çekiyorum. Çevre Bakanlığı neden Enerji Bakanlığı'yla birleştirilmiyor o halde...
İki senedir Çevre Bakanı'nın HES'ler bağlamındaki icraatlarına tanık oluyoruz. Hasankeyf'le ilgili görüşlerini açıklayan ve kampanyaya destek veren Tarkan'dan, yıllardır çevre mücadelesi veren insanlara kadar had bildiren bakan, en son İkizdere vadisi SİT alanı ilan edilince çileden çıktı adeta.
Bu öfkeyle bakın nasıl sözler sarf edebildi: "Önümüzü kesmek isteyenler var. Ben buna şaşıyorum. 'Bu, bizim kendi kaynağımız, temiz kaynağımız. Ucuz ve yenilenebilir bir kaynak. Hidroelektrik santrallerine karşı çıkmak kesinlikle cinnettir. Çevrenin tahrip edilmesi asla söz konusu değildir. 'Derelerde su akmayacak' diyorlar. Böyle bir şey asla söz konusu değil. Hatta suyu biriktirdiğiniz zaman kuruyan derelere yaz aylarında daha düzenli su vermek mümkün. Küresel iklim değişikliği nedeniyle Karadeniz'de belki 2030-2040 yıllarında yağışlarda bazı artışlar olacak. Bu sel, su baskını, taşkın demektir. Bu bakımdan dereleri ıslah etmemiz gerektiğini ifade etmek istiyorum."
Çevre Bakanı'nın önünü kim kesiyor, HES'lere karşı çıkmak neden cinnet oluyor? Basit basın açıklamalarından öte, bakanlığın bu konularda insanları aydınlatması gerekir. Yaşadığımız çağ, küresel ısınmayla birlikte doğanın koşulsuz korunmasını gerektiriyorken, HES'ler gibi yapılanmalarla doğayı tahrip etmenin önüne geçmek neden cinnet olsun?
Had bildiren bakan
Bakan Eroğlu, bu konulardaki tavrını geçtiğimiz sene de sürdürüyordu. Geçen yaz hükümet kararıyla Rize ve çevresinde yapılması planlanan 43 adet hidroelektrik santraline karşı açılan davalar sonuçlanmaya başladı. Ancak, davaların çevrenin lehine sonuçlanması 'yatırımcı firma' sahiplerini hareket geçirdi. Ankara'ya Çevre ve Orman Bakanlığı'na giderek SİT alanlarında hidroelektrik santral(HES) yapmak istediklerini bildirdiler.
Bunun üzerine de Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, sanki enerji bakanıymış gibi; suların boşuna aktığını söyledi ve ekledi: 'Kimse, santralleri engellemeye kalkmasın.'
Dilerseniz, önce Bakan Eroğlu'nun bu sözleri sarf ettiği sürece nasıl gelindi, onu görelim:
Rize'nin Çayeli ilçesindeki Senoz Vadisi'nde Karadeniz Enerji adlı firma tarafından inşa edilmekte olan Uzundere projelerinden Uzundere 1 Hes Projesi ile ilgili Rize İdare Mahkemesi, 'yürütmeyi durdurma' kararı verdi.
Çayeli ilçesinde bir belde ve 12 köyü bünyesinde barındıran 40 kilometrelik Senoz Vadisi üzerinde 150 megawatt gücünde 12 Hidroelektrik Santrali (HES) yapılması planlanıyordu. 12 HES inşaatından Uzundere bir ve iki ile Çataldere bir ve iki HES inşaatlarının yapım çalışmalarına başlanmıştı. Hemşin'de yapımı planlanan hidroelektrik santralinin iptali için şu karar verildi:
'Milyonlarca yıldır var olan bu çevre bu doğa kalkınma uğruna feda edilemez. İşte bu nedenle idari işlemde hukuka uygunluk bulunmadığından işlemin iptaline karar verilmiştir.' Senoz ve Hemşin'den başka İkizdere Cevizlik HES ile Artvin'de de başka projeler iptal edildi. İşte bu ardı ardına iptal edilen projelerden sonra bir de HESİAD(Hidroelektrik Santralleri Sanayi İşadamları Derneği) isimli dernek kuran yatırımcılar, soluğu Çevre ve Orman Bakanı'nın yanında aldılar. Projelerinin iptal edilmesinden duydukları üzüntüyü (!) dile getirdiler ve bakandan yardım istediler. Eh, Bakan da onları kırmadı ve Gümüşhane'de çevrecilere verdi veriştirdi.
Radikal Gazetesi'nde 'Yeşili yok etme lobisi işbaşında' manşetiyle verilen bu haberde, Bakan Eroğlu, 'Bu konuda herkes aklını başına alsın. Boşuna santralleri engellemesin. Doğal Parklar Genel Müdürlüğümüz bir aksaklık varsa zaten müsaade etmiyor. Biz her şeyi yasalara uygun olarak yapıyoruz. Ama bakıyorsunuz birisi bir dilekçe veriyor. Uydurma bir dilekçe, uydurma bir rapor. Bilen bilmeyen rapor yazıyor' diyordu.
Sonrasında Bakan Eroğlu, 'Enerji Bakanı' konumundaymış gibi şu sözlerle devam ediyordu konuşmasına: 'Türkiye'de hidroelektrik potansiyelimizin beşte birini kullanıyorduk. Biz bunu üçte bire çıkardık. Türkiye'nin yıllık 130 milyar kilovatsaat elektriğe ihtiyacı var. 80 milyar kilovat saat su boşa akıyor. Yani 7 milyar dolar boşa akıyor demektir. Hidroelektrik santraller elektrik üretimidir, su kaybı değildir. Hidroelektrik santrallerde dışarıya doğal gaz parası ödemiyoruz. İhtiyacımızı karşılıyor. Aynı zamanda bölgeye zenginlik veriyor, istihdam sağlıyor. Her hidroelektrik santralinin başına birkaç kişi koyuyorsunuz, yüzlerce kişi buralarda çalışıyor. O bakımdan, hem yerli kaynak olması hem yenilenebilir temiz kaynak olması açısından önemlidir.'
Bakan aynı haberdeki son cümlelerinde santrallerin gerekli olduğunu bir kez daha vurguluyor ve bunun çeşitli kurullar tarafından incelendiğini söylüyor. Ama Bakan Eroğlu, santrallerin yapılmasını sakıncalı bulan ilgili kurumları, uyduruk rapor vermekle itham ediyor. Sanki bu kurumlar devletin kurumları değilmiş gibi. Bu yetmezmiş gibi, özellikle Doğu Karadeniz bölgesinde mücadele eden insanları da hedef gösteriyor Bakan Eroğlu. Oradaki sivil toplum örgütlerinin halkı kışkırttığını söyleyerek, bence kantarın topuzunu kaçırıyor.
Yani orada yaşayan insanların yörelerine yapılacak santrallere herhangi bir tepkisinin olmadığını ama çevre örgütlerinin gelip onları kışkırttığını söylüyor. İnanılır gibi değil doğrusu. Bu senaryoya kimsenin inanmayacağını Bakan Eroğlu'nun bilmesi gerekir en başta. Fırtına Vadisi'ndeki, Bergama'daki, Akkuya'daki, Hasankeyf'teki mücadeleleri unutmaması gerekir. Orada yaşayan insanların yaşadıkları toprakları, çokuluslu şirketlerin şerrinden koruma çabalarını unutmaması gerekir. Her şeyden önce adının Çevre ve Orman Bakanlığı olduğu bir kurumun başında olmanın koşulsuz bir şekilde çevreden yani yaşamdan yana olması gerektiğini bilmesi gerekir. Ancak ne yazık ki, Sayın Bakan bunların hepsini bir kenara bırakıp, bizlere aklımızı başımıza devşirmemizi buyuruyor.
Vadilerimize dokunmayın!
16 Şubat 2009 tarihli Radikal'in manşetindeyse, 'Çevre Bakanı Çevreciye Karşı' başlığı kullanılmış. Haberde şunları söylemiş Bakan Eroğlu:
'Bana göre bunun altında art niyet aramak gerekir. Doğalgaz satanların, doğalgazla elektrik üretenlerin bir planı mı diye düşünüyoruz. Burada herkes kazanıyor. Millet kazanıyor, ülke kazanıyor. Boşa akan sularımızı değerlendiriyoruz, sudan elektrik üretiyoruz.'
Sayın Bakan bu sefer de olaya doğalgazla elektrik üretenlerin bir müdahalesinin söz konusu olabileceğini ima ediyor. Ama bir türlü bunun yörede yaşayan insanların mücadelesinin sonucu olduğunu görmek istemiyor. Bütün bu sözler, imalar, 'akıllı ol' tembihleri Rize'deki santral davalarının bir bir iptal edilmesinden kaynaklanıyor. Çünkü bölgede santral kurmak isteyen yatırımcılar doğal SİT alanlarında işlerini görebilmek için Bakan'dan yasal düzenleme istiyor. O nedenle Çevre ve Orman Bakanı da, yatırımcılar da hem çevrecilere, hem yöre halkına adeta savaş açıyor.
Radikal'de geçtiğimiz hafta İkizdere'nin SİT alanı kararıyla ilgili olarak, "Kararı yargıya götüreceğiz, hukuki işlemlere başlayacağız. Bazı kurullardan görüş alınmaması suretiyle usulsüzlük yapılmıştır. Dolayısıyla bununla ilgili gerekli incelemeleri başlatacağız. Başkalarının gazına gelerek, enerji sektöründen pay almak isteyenlerin gazına gelerek, onların piyonu olmak son derece yanlıştır" diyordu. Bir ülkenin Bakanı, kendi ülkesinin vatandaşına savaş açar mı? Bir ülkenin yatırımcısı projelerine karşı çıkıyor diye, o yörede yaşayan insanlara düşman olur mu? Maalesef ikisi de oluyor. Ama hem Sayın Bakan'a hem de yatırımcılara hatırlatmamız gereken bir karar var. Bu kararı Danıştay 6. Dairesi Fırtına Vadisi için vermiş ve vadi bu kararla rahat bir nefes almıştı. Karar cümlesi şöyleydi: ' Üstün kamu yararı doğal çevrenin korunmasıdır.' Evet, bu cümlenin üzerine söyleyecek bir sözünüz var mı? (UB/EÜ)