Bir çerçi… Sıcağın ancak ve sadece kendiyle rekabet halinde olduğu Kürdistan'da... Bir şehirde değil ama. Bir ilçede de değil. Evet, ücra bir köyde. Aslında çoğu Kürdistan ilinde hala çerçilerin eliyle yaşamsal ürünlerin ulaştığı mahrumiyet bölgeleri var ama bahsimiz bu değil. Ekmeğinin peşinde çerçimiz. "Bir gölgelik olsa" ya girdiği bu yeni köyde.
Okul binasından ya da cami avlusundan dışarıya taşan bir ağacın serinliği. At arabasını çekse altına. Ahali gelse. İhtiyacını alsa... Başka birşey dileseymiş olur muymuş bilinmez. Ama bu dileği olmamış çerçinin aheste aheste terk etmekteyken köyü bir ses duyulmuş;
"Amca biberlerin acı mı?"
“Acıdır evet” demiş sakince çerçi.
“Nasıl anlayacağız?” demiş beriki.
“Kır bir tanesini ve kokla istersen, anlarsın” demiş çerçi.
Yaklaşmış biber torbalarına bir kırmış koklamış, iki kırmış koklamış, üç, dört derken hem güneşte uzun süre kalmış olmanın verdiği sıkıntı hem de alıcının densizliğine sinirlenen çerçi;
“Biberlerim acı olmasına acı da sen burnundan şüphe et. Ne diye yanmıyor diye, ne diyebilirim ki?” deyivermiş sinirli sinirli...
Çerçinin bu sözü bizim buralarda ayıplanan kişilere karşı kullanılır. Biraz da tavır almayı gerektiren sorunlu bir manzara varsa orta yerde ve kahramanımız oralı olmayıp detaylarda gezinmeye meseleyi/sorumluyu başka noktalarda aramaya müdahale etmemeye çalışıyorsa şak diye vurulur yüzüne. Sabrının sınırlarına gelmiş olan anlatıcı o kişiye döner ve “burnun yanmıyor senin” diyerek ne yapılsa fayda etmez mealinde bir şeyler söyler, ki esasında sıkı küfürdür. Anlayana tabii.
Barış gibi bir meseleniz varsa ve Urfa’da yaşıyorsanız bu aralar sık duyabilirsiniz bu cümleyi. Duymakla kalmaz siz de kullanırsınız hatta. Zira 400 değil 258 vekil verildi diye bir partiye hemen her cemaatin temel gündemi oldu savaş. Bütün bir ülkenin umuduyken birden bire savaşa evrilen Türk ordusu ile PKK arasındaki çatışmasızlık hali kimsenin kayıtsız kalamadığı bir gelişme...
Taraflı olanlar, tarafını belli etmeden taraflı olanlar, tarafsızlar ya da öyle görünenler… Herkes konuşuyor. Susmaları daha hayırlı olacaklar da konuşuyor bu cemaatlerde. Ortadan ortadan ya da işine geldiği yerden giriverenler de örneğin…
“PKK niye kamyon yakıyor?” diye kendince kimselerin akıl etmediğinden emin olduğu bir soru sorduğunu sananlar mesela… ya da “HDP de sorumlu davranmıyor arkadaş” diye bilgiç bilgiç ve fakat hiç bilmeden konuşanlar…
Savaşın nasıl başladığını anlatmaya başladığınızda daha ilk cümlenizde “ama” ile keserler cümlenizi ve “yol kesiyorlar” derler mesela. Takılmayayım dersiniz de fırsat vermezler ki karşınızdaki/ler “Demirtaş neden barış çağrısı yapmıyor?” diye atılır meydana. Susmaz, devam eder ısrarla çünkü anlatmaya başlarsanız eğer onun ayarlarıyla oynama ihtimaliniz vardır… Onun o konforlu başını kuma gömme hallerine zarar verebilirsiniz. Ne gerek var değil mi? 7 Haziran’da beklentilerinin tersine kesinleşeceği anlaşılan seçim sonuçlarından endişe edenlerin oynadığı oyunlardan bahsedebilirsiniz maazallah…
Ağrı’daki fidan dikme etkinliğinde başlayan Mersin ve Adana saldırılarıyla yeni ve daha kirli bir içerik kazanan Diyarbakır miting alanında yüz binlerce insanın doluştuğu meydana uğrayan ölümcül saldırganlığı anlatacak olduğunuzda ola ki yüreğinin bir yerlerindeki bir tele değersiniz. Bu süreçte Demirtaş ve diğer HDP'li yöneticilerin amasız barış çağrılarını da denemeyin... Her cümlenizi kendi enteresan akıl yürütmelerine kurban eden bu zihne ne anlatabilirsiniz ki.
Bu çatışmalarda hayatını kaybeden sivilleri anlatmaya çalışmak da bir yöntem olabilir son bir çare. Çocukların öldüğünü söylemek öyle dümdüz cümlelerle. Çocukların öldüğünü... Keskin nişancıların hayat kurtarmaya yeminli ambulansları bile hedefe oturttuğu bir hali ya da evinin balkonunda faili şüphesiz kurşunlara hedef olan kadın ile kızını anlatmayı denemek de…
Çok dolayladım farkındayım. Peki yanlış mı yapıyorum? Sanmam. Yani edebimden laf çeviriyorum . Yoksa işin kolayını yapar ve tek bir soru sorarım: Arkadaş daha ne kadar biber lazım senin burnunun yanması için? (YK/ÇT)