Fidel Castro’nun son makalesi “Süper-Devrimciler” dünya çapında geniş yankı uyandırdı. Makale Türkiye’de de, Milliyet’ten İslamcı basına, ortalama haber sitelerinden sosyalist basına kadar pek çok yerde yayınlandı. Ancak Castro’nun aslında kime karşı neyi tartıştığı üzerinde pek durulmadı.
Castro’nun, kendi deyimiyle “sözde aşırı solun süper-devrimcileri”nin Küba’ya yönelik eleştirilerini yanıtladığı makalede herhangi bir isim telaffuz edilmiyordu. Haliyle Küba devriminin güncel sorunları üzerine yaklaşık bir yıldır yoğunlaşarak süren uluslararası tartışmadan habersiz Türkiyeli okura da, hakkında çıkan öldü haberlerine rağmen hala devrimci bir heyecanı yansıtan makalelerle mücadeleye devam eden efsane lidere hayranlık duymak ve meçhul “süper-devrimcilere” kızmak kalıyordu.
Castro’nun, adını anmadan yanıtladığı “süper-devrimci”, James Petras’tan başkası değil. Hal böyle olunca tartışmayı fazlasıyla dikkate almak gerekiyor. Castro’nun yanıtına konu olan eleştiriler, Petras’ın Küba: Devam Eden Devrim ve Güncel Çelişkiler (Cuba: Continuing Revolution and Contemporary Contradictions) başlığıyla Ağustos ayında La Haine’de yayınladığı makalesinde yer alıyor. Yazı, Petras’ın Küba’ya yönelik eleştirilerinin en son ve diğerlerine nazaran en incelikli olanı. Castro’nun yazısı ise söz konusu makaledeki kimi eleştirileri yanıtlarken, kimilerini yanıtsız bırakıyor.
Bazı hatırlatmalar
Tartışmanın içeriğine geçmeden önce, önemini göstermek açısından, Castro ve Petras’a ilişkin bazı hatırlatmalar yapmakta fayda var. Castro, politik yaşamı süresince kendisini eleştirenleri pek çok kez mahcup etmiş ve herhangi bir sol hareket tarafından denenmesi durumunda en ağır hakaretlere maruz kalacak bazı adımlardan büyük başarılar çıkarmış olan bir taktik dehaya sahip. İlk bakışta kolay kolay onaylanamayan kimi örnekler vermek gerekirse; devrimci mücadeleye başlarken Amerikan merkezi istihbarat örgütü CIA yardımını dahi kabul etmesi, iktidarı almadan önce “sosyalizm” lafını telaffuz etmemiş olması, devrimin ilk aylarında özel mülkiyete kesinlikle karşı olmadığını açıklaması, partiyi devrimden sonra kurması, reel sosyalizmle ilişkiler süresince ve Sovyet sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) çözülüşünden sonra benimsediği politikaları vs. (bkz. Che: Devrimci Bir Hayat, Lee Anderson). Bunlar yalnızca “çok özel tarihsel koşullarla” açıklanamamakta, Castro’nunki gibi istisnai bir taktik dehayı da gerektirmektedir. Bu nedenle Castro’nun politikalarını sol adına eleştirmek oldukça zor bir iş.
James Petras ise ilk başta aşırı bulunan pek çok politik öngörüsü gerçekleşmiş ve ömrünü sosyalizm mücadelesine adamış, deneyim deposu bir sosyalist aydın. Şili’de Salvador Allende liderliğindeki Unitad Popular’ın iktidara geçmesinden yıllar önce hazırladığı tezinde "Şili'de solun iktidara geleceği (…) ve bu durumda, Şili'de görünen demokrasi geleneğinin tersine otoritarizmin yüzünü göstereceği" kehanetinde bulunmuştu. Daha sonra danışmanlık yaptığı Allende, Petras’ın “cunta geliyor, hazırlık yapılmalı” uyarılarını dikkate almayacak, Petras 3 Eylül’de Şili’yi terk edecek, sekiz gün sonra ise cunta gelecekti. Bir örnek de yakın tarihten. İktidara geldiğinde tüm solun alkışladığı Brezilya lideri Lula’ya yönelik eleştirileri fazlaca sert bulunmuştu.
Hayat yine Petras’ı haklı çıkaracak ve ilk başta Petras’ı sertlikle eleştiren Le Monde Diplomatique yazarı Ignacio Ramonet kendisine “haklıymışsın” diyecekti. Yani söz konusu Petras olunca da, eleştirilerini aşırılıkla mahkum edip görmezden gelmek o kadar kolay değil. Üstelik Küba’ya verdiği destek yüzünden vatandaşı olduğu ABD’de seyahat sınırlamalarına maruz kalan, Küba’ya yönelik olarak sağdan ve liberal soldan gelen eleştirileri kimi zaman yalnız kalma pahasına da olsa keskin karşı duruşlarla savunan Petras’ın Küba’yı eleştirirken iyi niyetli olduğuna inanmak için de çok gerekçemiz var.
Petras'ın eleştirileri
Gelelim Petras’ın eleştirilerine ve Castro’nun yanıtlarına. Öncelikle, Petras’ın Küba’yı dünya çapındaki ilerici politik süreçler açısından kritik önem taşıyan bir mevzi olarak gördüğünü ve eleştirilerini de bu kaygıyla yönelttiğini teslim etmek lazım. Bir örnek vermek gerekirse, bir yandan Castro’nun tepkisine yol açan tartışmaları sürdürürken, bir yandan da Küba’nın dünya emperyalist sistemi karşısında Venezüella’yla birlikte devrimci bağımsız devletleri temsil ettiğini ifade ediyordu. Castro’nun yanıtladığı son makalesinde ise, emperyalist saldırganlığa ve küresel karşıdevrim dalgasına karşı büyük bir başarıyla devrimi ayakta tutabilen Küba’nın, ilerici politik süreçler açısından referans niteliği taşıyan bir dünya lideri olduğunu ifade ediyor. Bu yüzden de karşıdevrim güçlerinin hala bir numaralı hedefi olan Küba devriminin iç çelişkilerinin üstüne gidilmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Petras’ın eleştirileri, yabancı sermayeyle ortak yatırıma dayalı turizm sektörünün ekonomideki ağırlığının mono-kültür düzeyinde artması ve sınıfsal kutuplaşma, ahlaki yozlaşma gibi etkilerinin yanı sıra gıda yeterliliğini ve tarımsal üretimi tahrip eden bir rol oynaması; ulaşım ve barınma alanındaki sorunların turizme yönelik olmayan alanlarda verimsizlik ve kitlesel hoşnutsuzluk yaratacak düzeyde sürmesi; devrimci kültürel üretimin zayıflığında da kendini gösteren bir kültürel gerileme yaşanması; uluslararası kuşatmayı zayıflatmak için geliştirilen dış politika manevralarının kimi zaman Küba halkının kendi ihtiyaçlarıyla ve dış dünyadaki devrimci süreçlerle çelişir düzeye varması, şeklinde özetlenebilir.
Çok sınırlı kaynaklara sahip olan Küba, sosyalist blok çözülmeden önce SSCB sübvansiyonuyla ayakta duran ve şeker kamışı üretimine dayalı bir mono-kültür (tek ürün) ekonomisine sahipti. Küba, sosyalist kampın çözülmesiyle başlayan ekonomik krizden acil bir çıkış yolu olarak yabancı sermayeyle ortak yatırımlarla yürüttüğü turizm faaliyetlerine yöneldi. Turizm, Küba için bir can simidi olmuştu. Ancak bu can simidinin karşıdevrimci bir kültür geliştirmesi ve toplumsal eşitsizliklere yol açması gibi kaçınılmaz riskleri olduğu bizzat Fidel Castro tarafından da ifade ediliyordu. Yine Castro’nun da çok kez dikkat çekerek üstüne gidilmesini istediği gibi, öyle de oldu.
Küba’da yatırım yapan yabancı sermayenin ve turistlerin çalışanlara ve tüketim mallarına ödeyebileceği rakamlarla, Küba devletinin ve Kübalı emekçilerin ödeyebileceği rakamlar arasındaki büyük fark, Küba’da “meta ahlakının” filizlenmesine yol açtı. Turizm sektörüne yönelik olarak, ortalama bir Kübalı emekçinin gelirinin yetmeyeceği malların ithalatına izin verilmesi ve bunların vitrinlerde boy göstermesi, bu tehlikeli süreci destekledi. Ortak yatırım işletmelerinde Küba devletini temsilen çalışan yöneticiler, yabancı yatırımcılardan aldıkları kayıt dışı ücretler sayesinde, Küba devriminin ve halkın çıkarlarından ayrışmakta olan çıkarlara ve yüksek gelirlere sahip bir toplumsal kesim oluşturdular. Ortalama bir Kübalı emekçinin ücretiyle erişilemeyecek olan, ancak yanı başlarında sergilenen mal ve hizmetlere erişebilmek isteyen gençler arasında fuhuşa yönelenlerin sayısı arttı ve kapkaç vakaları boy gösterdi. Bu can sıkıcı gelişmelere karşın Küba’da suç oranlarının Latin Amerika, ABD ve Avrupa ülkelerinin hala çok çok altında olduğunu unutmamak lazım.
Petras’ın eleştirisi ise, Küba yönetiminin bu bozucu etkilerin farkında olmasına rağmen turizmin ekonomi içindeki ağırlığını koruması karşısında yeterli önlemler almaması. Petras ayrıca, turizm sektörünün tarımdaki işgücünü emdiğini, bu nedenle de tarım arazilerinin yeterince işlenemeyerek şekerkamışı üretiminin düştüğünü ve turizm sektörünün gıda ithalatına yönelmesiyle birlikte Küba’nın gıdada kendine yeterliliğinin ortadan kalktığını söylüyor. Küba’nın yüksek eğitimli nüfusunun tarımda çalışmak için uygun olmayacağı verisinden hareketle de komşu ülkelerden yoksulların istihdam edilebileceğini öneriyor. Bunların yanı sıra Castro’nun, biodizel üretimine yönelik eleştirilerine gönderme yaparak, Küba’nın enerji ihtiyacını gidermek için şekerkamışından biodizel üretebileceğini söylüyor.
Castro'nun yanıtı
Castro ise, tarımsal üretimin yeniden canlandırılması önerisini kastederek, “Onlar, halkın bir kısmının basit ve kaba işleri yapmaya devam etmesini salık veriyorlar” diyor ve ekliyor, “Şeker kamışının Küba'da yetiştirilmesi için işçilerin köle gibi çalıştırılmasını hatırlamıyorlar.” Ancak Castro’nun yanıtı, “gıda yeterliliği” konusundaki kaygıları gidermekten uzak. Diğer yandan Castro, kendilerine biodizel üretimi öneren Petras’ı, “Küba'da yürütülmekte olan ve tüm dünya için hayati ve tayin edici bir önem taşıyan Enerji Devrimi hakkında tek laf etmiyorlar” diye eleştiriyor. Burada da Castro haklı; çünkü dünya çapında ekolojik bir yıkım ve açlık habercisi olan biodizel projesi karşısında Küba’nın enerji politikası, söylem düzeyinde bile büyük önem taşıyor. Petras, eleştirilerinde bu hakkı teslim etmiyor.
Castro, “Bilimsel yatırımların sonuçlarını küçümserken maliyetini abartıyorlar” sözleriyle de Petras’ın, Küba’nın biyoteknoloji çalışmalarına haksızlık ettiğini belirtiyor. Petras gerçekten de, sınırlı kaynaklara sahip bir ülke olarak akılcı bir tercihle bilim ve teknoloji alanına yönelen ve biyoteknoloji alanında kayda değer başarılar elde eden Küba’nın bu atağını, ekonomiyi çeşitlendirmeye yönelik ama yetersiz bir girişim olarak değerlendiriyor.
Tartışmanın daha geniş bir zamana yayılan ve daha fazla muhatapla sürdürülen diğer bir ayağını ise Küba’nın dış politikası oluşturuyor. Petras, Küba’nın uluslararası ablukayı zayıflatma adına attığı adımların, devrimci bir sol çizgiden pragmatist bir sol siyasete evrildiği iddiasında. Petras, bu iddiasını ilk olarak Latin Amerika: İktidar İçin Mücadele Eden Dört Blok (Latin America - Four Competing Blocs of Power) yazısında çok sert ifadelerle dile getirdi. Petras; Küba, Venezüella ve Bolivya liderliklerini “pragmatist sol” olarak niteliyordu.
Buna da merkez-sol ve neo-liberal iktidarlarla kurdukları uzlaşmacı ilişkileri, radikal adımlar atmakta yavaş davranmalarını ve FARC gibi diğer devrimci güçlerle ilişki kurmak yerine hükümetler düzeyinde ilişkileri önemsemelerini gerekçe gösteriyordu. İlk ciddi yanıtın Raul Zibechi'den Güney’e Kuzey’den Bakan Aydınlar Intelectuales del Norte opinando sobre el Sur başlıklı yazıyla geldiği bu tartışmada, Zibechi, Petras’ın da diğer Kuzeyli (bize göre Batılı) aydınlar gibi Latin Amerika siyasetine indirgemeci bakma hatasına düştüğünü yazdı. Çünkü kıtanın özgün koşulları vardı ve imrenilerek bakılan Latin Amerika sol dalgası, Petras’ın beklediği gibi pürüzsüz bir rotada ilerleyemezdi. Kiminin “taktik deha” dediğine, bir başkası “solcu pragmatizm” diyebilir. Ama bu, Petras’ın kaleminden çıkınca Castro’nun ciddiye alıp yanıt vereceği düzeyde ciddi bir tartışma haline gelir.
Petras, “pragmatist sol” tanımını bir kere kullandı ancak son makalesinde bu sert üslubu terk etti. Devletler düzeyinde bu tarz ilişkilerin anlaşılır olduğunu ancak Küba Komünist Partisi’nin parti olarak hükümetleri değil de devrimci güçleri muhatap alması gerektiğini, böylesi ikili bir görevin de ancak KKP ve devletin ayrıştırılmasıyla mümkün olacağını yazdı. Castro ise yanıt yazısında çok ayrıntıya inmedi ancak kuşatmanın hala sürdüğüne dikkat çekerek Küba’nın etrafındaki kuşatmayı zayıflatmaya yönelik dış siyasetinin önemini vurgulamış oldu.
Kültür konusu
Castro’nun yazısında herhangi bir atıfta bulunulmayan ve Petras’ın “belki de en önemlisi” dediği tartışma konusu ise kültür. Petras, emperyalist kuşatma ve “meta ahlakı” tehdidi altındaki Küba’nın devrimci kültürel üretiminde nitel ve nicel bir zayıflama yaşadığına dikkat çekiyor. Devrimin temel unsurlarından “yeni insan” ve “komünist ahlak” tartışmalarıyla bir dönem Reel Sosyalizm’e karşı hayati önemde bir eleştiriyi temsil eden Küba’nın, önlem alınmazsa bu artılarını kaybedebileceğini yazıyor.
Tartışma Petras-Castro atışmasına dönüşmese de burada kalmayacak ve daha da uzayacak gibi. Latin Amerika’nın La Jornada gazetesi ve Rebelion sitesi gibi önemli yayınları halihazırda sayfalarını bu tartışmaya açtılar.
Dünya sosyalistlerinin ustaları pozisyonundaki bu iki istisnai zekanın tartışmasını, bir kapışma olarak görmek yerine birbirlerinin kör noktalarını gideren fazlasıyla gerekli bir eleştiri olarak değerlendirmek daha öğretici olur herhalde. (AED/EÜ)
* Bu yazı 8 Eylül'de Sendika.org'da yayınlandı.