Taksim gezi direnişiyle başlayan ve bütün ülkeye yayılan protestoları ben de büyük bir heyecanla takip ediyorum. Günlerdir yüzbinlerce insanın dile getirdiği demokratik talepleri, barış ve toplumsal birliği savunan bu görüşleri herkes çokça özlüyordu. Gezi parkı direnişini başlatan ağaç kesim olayında Sırrı Süreyya Önder’in iş manikalarının önüne kendini attığı zaman söyledikleri çok öğreticiydi: ‘bu işin vebali var, kurdun kuşun hakkı var; bu ağaçları kestirmeyeceğiz; burada fakir fukaranın gelip para vermeden gölgesinde oturacağı üç tane ağaç var; insanlıktan nasipsiz sistem bu üç tane ağacın gölgesine de gözünü dikmiş’.
Sırrı Süreyya’nın, fakir fukara ve herkesin bir ağacın gölgesine ihtiyacı olduğuna dair sözleri büyük destek gördü. Haksızlıklara karşı çıkmak, hakkını arama fikri ve başbakanın yaptığı provakatif açıklamalarda direnişçilere çapulcu olarak hitap etmesi direnişi dalga dalga arttıran sebepler oldu. Başbakana karşı bir tavır olarak binlerce insan kendini çapulcu olarak tanımladı ve çapulculuk baskıcı düzene karşı olmak anlamında politik ve metaforik bir anlam kazandı. Binlerce insan sosyal medyada isimlerinin önüne ‘Çapulcu’ ifadesini ekleyerek kendilerinin de haksızlıklara karşı olduklarını, ‘politikacılardan ve politik partilerden bağımsız’ olarak faşizme karşı olduklarının mesajını verdi.
Bugünlerde başbakanın açıklamalarının sonrasında, sosyal medyada AKP destekcilerine karşı eleştiriler çeşitli biçimlerde ifade ediliyor. AKP’ye oy veren, destekleyen kesimlerin politik tercihleri eleştirilmekte ve hatta bu kitle bazen ‘koyun’ olarak tanımlanmakta. Bu eleştiriler içinde en çarpıcı olan ise yoksullar kastedilerek, AKP’nin dağıttığı kömür ve ekmek yardımlarını alan kesimler aşağılanmakta. Bu kesimlerin ülkesini değil, bir torba kömür, makarna için kendi çıkarını düşündüğü ima edilmekte. Kömür ya da makarna yardımlarını alanlar içinde bunlara gerçekten ihtiyacı olan yoksullar olduğu unutulmaması gerekir. Ayrıca her kömür ya da makarna yardımı alanın da AKP taraftarı olduğunu soyleyemeyiz herhalde. Eleştirilmesi gereken yoksullukla mücadele kapsamında dağıtılan yardımların büyük bir kesiminin ilgili kurumlar yerine AKP parti bürolarından, camilerden ya da belediyeler üzerinden haksızca dağıtılmasıdır. Bu yardımları alan yoksulları basitçe AKP’nin oy kitlesi içinde sayıp ‘çapulcuların’ karşısına koymamak gerekiyor.
Bu ülkede yoksulluğa yönelik sosyal politikanın, sosyal yardımların nasıl yönetildiğine bakmak lazım. Yardımların eşitsiz ve adaletsiz dağıtılması nedeniyle, yardım almak için yerel parti ve belediye ağlarına yakın olmak gerekmekte. Hepimiz en az bir kere ya bir zenginin ya da ihtiyacı olmayanın bu yardımları haksızca aldığına dair bir şikâyet duymuşuzdur. Burada unutulmaması ve gözden kaçırılmaması gereken AKP’nin yoksulluğa ve yoksullukla mücadeleye nasıl baktığıdır.
AKP bugüne kadar yoksullara yönelik sosyal politika uygulamalarında, devletin kurumlarının yanı sıra, yardımların büyük bir kısmını ilçe parti büroları ve belediyeler, muhtarlar ve camiler yoluyla dağıttı, dağıtmaya da devam etmekte. AKP, yoksulluğu geçici bir olgu ya da kişinin yetersizlikleriyle alakalı bir problem olarak görmekte; ayrıca bu sorunun İslami yardımlaşma ve aile dayanışmasıyla çözüleceğine inanmakta. Öyle ki bütün dünyada yoksullukta mücadelede öne çıkan nakit yardımını cemaat ve aile ilişkilerini yıpratan, bireyi öne çıkaran bir politika olarak görmekte.
AKP’nin yoksulluğu azaltmaya yönelik politikalarında kimin yoksul olduğu ya da kimin yardımları hak ettiği çoğunlukla yerel patronaj mekanizmalarıyla belirlenmekte. Bu nedenle aslında yardıma ihtiyacı olan yoksul kesimlerin bir kısmı kendi yoksulluğunu muhtara, kaymakamlığa ya da belediyelere ‘kanıtlayamadığından’ ya da yereldeki patronaj ilişkileri tarafından dışlandığından, ‘hak edenler’ grubuna katılamamakta ya da kamu kurumları dışında yardım aramaya yönlendirilmektedir. Belediyesi, muhtarı muhafazakâr ve milliyetçi olan bir mahalle, örnek bulmak o kadar da zor olmasa gerek. Böyle bir mahallede yoksul bir ailenin, fakirlik yardımı almak için uygun şartlara sahip olduğunu muhtara, belediyeye ve ilgili kurumlara kanıtlaması gerekiyor. Yardım isteyenin okuma yazma bilmediğini, Kürt ya da Alevi olduğunu düşünün.
Bu yardımlar her ne kadar yoksul ailelerin ihtiyaçlarını belli bir oranda karşılaşa da, düzenli çözüm getiren, refah yaratan yardımlar hiç bir zaman olmadı. Birçok yoksul aile bu yardımların belli dönemler haricinde dağıtılmamasından, süreklilik göstermemesinden, dağıtılan yemeklerin oldukça kötü ya da yetersiz olmasından, yardımları dağıtanların adaletsizliklerinden şikâyetçi. Pek çok yoksul aile için yarını mümkün kılan, çocukları okula devam ettiren, kiranın ya da faturaların ödenmesini sağlayan bu kömür ve yiyecek yardımları değil. Evde yapılan enformel sektöre dayalı işler, farklı kaynakların bir araya getirilmesi, mahalle içindeki dayanışma zor koşulların aşılmasını mümkün oluyor.
Yoksulların yardım karşılığı kendilerini partilere üye yapan pasif insanlar olduklarını düşünenler olduğunu görüyoruz. Böyle düşünenlere gündelik yaşamda işsiz, gelirsiz ya da mülksüz hayatta kalabilmenin, ev geçindirebilmenin, karın doyurabilmenin ve yarını mümkün kılabilmenin zorluklarını hatırlatmak yerinde olur herhalde. Yoksullar devletin bu hâkim politikaları ile yıpranmış kurumları ve kötü politikalarıyla mücadele etmede akıl almaz bilgi ve mücadele deneyimlerine sahiptirler. Yoksullar kurumlardaki yanlış politikalar ve bu politikaların uygulayıcılarıyla (eğitim kurumlarında ebeveynler olarak ya da sağlık kurumlarından yeşil kartlılar ya da parasızlar olarak; ya da diğer devlet kurumlarında borçlular, kaçaklar olarak), sistemin kendisiyle her alanda mücadele etmekte.
Gezi hareketi ile oluşan olumlu ve özgürlükçü ortamın, yurtdışındaki bazı “occupy” eylemlerinde evsizleri ve yoksulları arasına almayan, orta sınıfın temsiliyetine öncelik veren örneklere benzememesini ümit ediyorum. Hepimiz çapulcuyuz derken işin yoksullukla ilgili kısmını görmezden gelemeyiz. (ES/HK)
[1] Dr. Ebru Soytemel, Research Fellow, Oxford Programme for the Future of Cities, University of Oxford.
* Fotoğraf: Erhan Elaldı / AA