Türkiye'nin PKK kurulduğu ve silahlı mücadeleye başladığı günden bu yana bu örgüt etrafında inşa edip yürüttüğü paradigma, aradan 30 yıl geçtikten sonra kendisinin de üzerine bir yük olacak şekilde yerleşip kaldı. Sorunun çözümünün ötesinde geniş bir kamusal düzlemde incelenip tartışılmasını da çoğu zaman imkânsızlaştıran bu siyaset halen Türkiye toplumunun önünde bir engel olarak durmaya devam ediyor.
Bu güçlü, sarsılmaz paradigmayı yakın tarih boyunca zorlayanlar da çoğunlukla bu paradigmanın öte tarafında yer alan Kürtler olduğu için bunun aşılması günümüze kadar bir gerçekçi imkân haline gelemedi. PKK'nin özetle, temsil ettiğini iddia ettiği Kürtlerle herhangi bir organik bağa sahip olmayan, rasyonellikle ilişkisi kesilmiş bir "terörist" örgüt olduğunu savlayan bu paradigma, etrafına örülen güçlü yasal dayanaklarla 80'lerden bu güne ülkenin en azından batısının yerleşik algısı haline geldi. Bu algının artık neredeyse bunu yaratanlara dahi zarar vermeye başlamasında siyaset kurumunun popülist retoriği, medyanın gerçek bir gazetecilikten uzak yayıncılığı, STK'ların devletle bağlarının güçlülüğü gibi nedenler de etkili oldu.
Çatışmanın yaşandığı Türkiye'nin Kürt coğrafyasının dışında kalan, yaşananları fiilen gözlemleyemeyen toplumun önemli bir kesimi bu ideolojiye zamanla güçlü bir şekilde ikna edilmiş oldu. Esasen klasik bir devletçi refleks üzerinden, Kürt meselesinin hem ulusal hem uluslararası mecrada olduğu haliyle bilinmesini engelleme maksadıyla yaratılan bu paradigma özellikle 2000'li yıllarda Türkiye'nin batı kentlerinde PKK kadrolarından bağımsız olarak Kürt yurttaşlara da toplumun bazı kesimlerince 'terörist' muamelesi yapılmasına varacak tehlikeli raddelere vardı.
Bu durumun sancıları özellikle 2009'daki 'açılım' döneminde belirgin çelişkiler şeklinde kendini gösterdi. Devlet 'terörist' olarak tanımlayageldiği bir örgütle görüşüyor, örgüt üyesi 'terörist'leri sınırdan engelsiz bir şekilde içeri alıyordu. En azından kamuoyuna yansıyan haliyle, bu çelişkinin olumsuz kısmı daha sonra baskın geldi ve bir 'mantık hatasının' ürünü gibi görünen 'açılım' sona erdi.
"Terör Değil İsyan"
Türkiye'nin bu girdaptan çıkması, Kürt sorununa barışçıl, yapıcı bir çözüm bulabilmesi için bu mantık hatasını düzeltmeye ne kadar ihtiyaç duyulduğu o günlerden bu yana kendini açık bir şekilde gösteriyordu. Gazeteci Cengiz Çandar'ın, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) için hazırladığı ve "Kürt Sorununun Şiddetten Arındırılması" alt başlıklı "Dağdan İniş- PKK Nasıl Silah Bırakır?" isimli raporu bu ihtiyacın giderilmesi konusunda önemli bir kaynak niteliği taşıyor.
Kürt sorununun legal-illegal taraflarıyla görüşerek bir rapor hazırlayan Çandar, raporda Türkiye'ye mevcut Kürt hareketini 'terörist' olarak gören yaklaşımdan uzaklaşma ve bunu Cumhuriyet'ten bu yana gerçekleşmiş bir başka "Kürt isyanı" olarak görme önerisinde bulunuyor (Bkz: s.18; Yeni Paradigma: Son Kürt İsyanı Olarak PKK).
Kürtlerin on yıllardır hapse girme, hayatlarını kaybetme pahasına Türkiye kamuoyuna anlatmaya çalıştığı bu durumun devletçe reddi ve buna verdiği sert reaksiyon, yalnızca Kürt meselesinde değil, Türkiye'nin diğer meselelerini etkileyecek şekilde ifade özgürlüğünün önündeki en temel engellerden biri olarak duruyordu. Çandar bu anlamıyla, önemli, yakın gelecekte de olumlu etkilerini göreceğimiz nefes aldırıcı bir çabaya imza atmış bulunuyor.
Spesifik olarak Kürt meselesinin şiddet boyutunun ortadan kaldırılmasına odaklanan rapor, devletin dirayet gösterdiği veya rasyonel olmaktan uzak çabalarına da aralarında resmi yetkililerinin de olduğu farklı kaynaklar üzerinden bir ayna tutuyor. Devletin şimdiye kadar soruna esas olarak güvenlik merkezli yaklaşmasının başarısızlığını işleyen rapor, bu nedenle PKK'nin bir 'müzakere' tarafı özne olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunarak bir başka imkâna işaret ediyor.
Bu da yine 80'lerden bu yana devletin geçerli kıldığı "dağda tek terörist kalmayıncaya kadar mücadeleye devam" siyasetinin hem resmi hem popüler düzlemde bir kırılmaya uğramasına yol açma ihtimali barındırmasıyla önemli bir 'açılım' olarak görünüyor.
Raporu önemli kılan hususlardan biri de Öcalan'la yapılan görüşmelerin içerikleri ve kapsamlarının ilk kez detaylıca kamuoyuyla paylaşması. Raporda önerildiği haliyle, 1999'dan bu yana yürütülen görüşmelerin 'diyalog' veya 'taktik' boyutlarından yavaş yavaş 'müzakere'ye evrildiği veya evrileceğine dair emareler görülüyor.
Rapor aynı zamanda şimdiye kadar ya PKK ya da devlet tarafından başlatılan ancak kalıcı bir çözümün yolunu açamayan girişimlerin bıraktığı deneyimleri de hatırlatarak bu yönde hem bir geçmiş hem de önemli bir gelecek perspektifi sunuyor.
Önemli 'Ayrıntılar'
Cengiz Çandar, hazırladığı raporda Kürt sorununda her biri birer dala ayrılarak kendi içinde kronikleşen sorunlara dönüşen konularda da kamuoyunu aydınlatıcı değerlendirmeler aktarıyor. Raporda dikkat çeken bu 'büyük ayrıntıların' kamuoyuna ulaşması, bunların tartışılmasının çok önemli olduğu anlaşılıyor. Bunları, rapordan alıntılarla şöyle sıralamak mümkün:
* Abdullah Öcalan'ın hem devlet yetkililerince hem de Kürt tarafınca genel bir konsensüs halinde Kürt sorununun şiddetten arındırılması sürecinin en önemli aktörü olduğu. (s.28).
* Devlet-Öcalan görüşmelerinin 1990'ların başından bugüne 'aracılı ve 'dolaylı' temaslar yoluyla gerçekleştiği ve bu görüşmelerin Özal'dan, Erbakan'a, Genelkurmay'dan bakanlıklara yedi döneminin olduğu. (s.45).
* Öcalan'la şimdiye dek yürütülmüş görüşmelerin düzeyinin bir 'siyasi irade'yle donanmadığı. Görüşmelerin bir 'diyalog' niteliğinde olduğu, bunun ancak son zamanlarda 'müzakere' sıfatı taşıyabilecek olgunluğa eriştiği. (s. 55).
* "Öcalan ile farklı tarihlerde farklı eğilimlerden gelen farklı askeri kadroların görüşmüş olduğu." (s. 71).
* 1999'da PKK'nin 'kalıcı ateşkes' amacıyla militanlarını sınır dışına geri çekerken verdiği büyük kayıpların, yeni dönemde böyle bir seçeneği geçersiz kıldığı.
* KCK davasından tutuklu sayısının 3 bin 500 olması. (s.75).
* "Şu anda cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlü sayısı 100 binin üzerinde. Bu sayı 12 Eylül 1980 döneminkinden bile daha yüksektir." (s.85).
Rapora Eleştiriler
"Dağdan İniş- PKK Nasıl Silah Bırakır?"ın sunuş yazısında Çandar, "Raporun omurgasını yüz yüze görüşmeler oluşturdu. Görüşülen kişilere eklemeler yapılabilirdi. Bu anlamda mükemmelliği yakalamış değilim. Bununla birlikte görüşülen kişilerin isimleri ve sıfatları sıralandığında, bu kişilerin böyle bir rapor için gerekli temsil niteliğine, çeşitliliğe ve rapora katkıda bulunacak niteliklere sahip oldukları da görülecektir. Raporun bu yönüyle, mükemmelliğe değilse de yeterliliğe erişmiş olduğunu söyleyebilirim " diyor. Çandar'ın bu açıklamasına rağmen şu noktalara dikkat çekmek gerektiği kanısındayım:
* Sorunun çözümünde siyasetinin etki sahibi olduğu bir aktör durumunda olagelen MHP ile görüşülmemiş olması. Yazar, bu durumu "MHP'nin bu aşamada raporun içeriğine anlamlı bir katkı sağlayabileceği düşünülmemiştir" diyerek anlatıyor. Ancak buna rağmen, devlet kademelerinde değişen algılara benzer şekilde, MHP'de de bir algı değişiminin var olabileceğinin hesaba katılması yahut araştırılması faydalı olurdu.
* Raporda CHP'den yalnızca Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ile görüşülmüş olması da bir eksik olarak kendini göstermektedir. Eski kadrolu CHP'nin 2009'daki Habur girişlerine büyük bir muhalefet ettiği göz önüne alındığında, yeni bir açılımda bu partinin genel tavrının ne olacağının rapora yansıtılması faydalı olacaktı. Yeni CHP'nin 'eski'yi temsil eden isimleri de barındırdığı göz önüne alındığında bu ihtiyaç ayrıca öne çıkıyor.
* Rapor dikkatlice okunduğunda, Çandar'ın 'görüşülenler' listesine, çalışmasında daha çok gıyabında bahsini ettiği PKK yöneticileri Duran Kalkan, Cemil Bayık veya Mustafa Karasu'yu mutlaka dâhil etmesinin gerekliliği kendini gösteriyor. "PKK'nin Şahin Kanadı" başlığıyla (s. 29) uzunca değerlendirilen bu isimler üzerinden daha çok ikincil kaynaklara başvurulması ve aslında bu kadar önemli bir konuda ismi zikredilenlere başvurulmaması ciddi bir gazetecilik faaliyeti eksiği olarak duruyor. Rapor için bu isimlerle görüşülmesi, en azından üzerinde ciddi spekülasyonların yapıldığı bu konunun birinci ağızdan değerlendirmesini sağlayacağı için önemli olacaktı.
* Çandar, çalışmada PKK'nin 'terörist' olarak tanımlanmasının yarattığı çıkmaza işaret ederken, "Türkiye'nin ısrarlı diplomatik girişimleri sonucu" olduğunu yazdığı ABD ve AB'nin de örgütü terör örgütleri listesine almasını da bir zorluk olarak anlatarak orada bırakıyor. Ancak diğer uluslararası örnekler de gösterilerek böylesi bir durumdan çıkışın nasıl olabileceğine dair bir değerlendirme yapılabilir veya bu konuyu değerlendirecek diplomatlar da görüşülenler listesine eklenebilirdi.
Netice
Çandar sorunun tüm yönlerini anlamak amacıyla aralarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de olduğu devlet yetkililerinden PKK'nin yeni ve eski temsilcilerine, PKK muhalifi Kürtlere, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nden yetkililerle de görüşerek Türk medyasının on yıllardır kamuoyunu mahrum bıraktığı bir çok taraflı gazetecilik ürünü çıkarmış.
Sorunun etrafında dolanarak değil, doğrudan verili gerçekleri farklı kaynaklar üzerinden teyit ederek gösteren rapor, 2009'daki başarısızlıkla sonuçlanan açılım denemesinin tekrarlanmaması, aynı zamanda o dönemde açılım denemesine rağmen giderilmeyen ve toplumda sabit kalan psikolojik açmazların aşılması anlamında da önemli bir kapasiteye sahip. Raporun PKK'nin esasen ne olduğu, sorunun çözümünün gerçekte neye dayandığı konusunda şimdiye dek 'ana akım'da üretilmiş en önemli çalışmalardan biri olduğuna kuşku yok.
Bundan sonra önemli olan ise çatışmalı sürecin başladığı dönemden bu yana gazeteciliğin yapıcı özelliklerinden kopuk, çatışmacı ve önyargıları güçlendirici bir yayın yapan medyanın üretilmiş paradigmalar üzerinden değil, Türkiye'deki toplumsal gerçekler üzerinden yapıcı bir yayıncılık yapması. "Dağdan İniş- PKK Nasıl Silah Bırakır?" raporu sorunu çözmeye muktedir olanlar için ne kadar yol göstericiyse, medyanın barışçı, gerilimleri artıran etiketlerden uzak yayıncılığı da o ölçüde yol açıcı olacaktır.(HA/ŞA)
- Raporun tam hali için bkz: http://www.tesev.org.tr/default.asp?PG=ANATR
* Hamza Aktan, gazeteci, http://hamzaaktan.blogspot.com/