Köylü ve işçi örgütleriyle ilerici sivil toplum kuruluşlarının uluslararası seferberliği, parlamento dışı mücadelenin ve uluslararası dayanışmanın önemini gösterdi.
Aralarında Çin, Brezilya, Hindistan, Güney Afrika ve diğerlerinin de bulunduğu 21 ülkenin koalisyonu, Üçüncü Dünya ülkelerinin, en azından geçici olarak, aralarındaki ayrımları bir yana bırakma ve emperyal güçlerin dayatmalarına muhalefet etme kapasitelerini sergiledi.
DTÖ'nün krizi ve onun bir dünya ticaret görüşmeleri ve politika oluşturma merkezi olarak sahip olduğu ayrıcalıklı konumu yitirmesi, ilerici güçlerin Cancun'da elde ettikleri zaferin kalıcı sonuçlara yol açması açısından yanıtlanması gereken önemli sorular ortaya çıkarmaktadır. Bu sorular birkaç grup altında sınıflandırılabilir:
* Emperyal güçler (ABD, AB ve Japonya) ile Üçüncü Dünya ülkeleri arasında imzalanan ticaret anlaşmalarının doğası nedir?
* Cancun dar anlamda "ticaret" anlaşmaları ile mi ilgiliydi yoksa yatırımlar, lisanslama, telif hakları, patentler ve daha geniş bir "endüstriyel politika" çerçevesi içinde özetlenebilecek olan daha geniş konuları da içeriyor muydu?
* ABD ve AB'nin Üçüncü Dünya, özellikle de Afrika'nın en yoksul ülkeleri aleyhine, açıkça sadece kendi ülkelerindeki çiftçilerin çıkarlarına hizmet eden, karşılıklı olmayan, tek taraflı ticaret anlaşmalarını zorlama girişimlerinin arkasında ne yatmaktadır?
* ABD ve AB ticaret stratejistleri Cancun fiyaskosunun sonucu olarak hangi politikaları ve stratejileri gündeme getireceklerdir?
* ABD'nin Cancun'da uğradığı yenilginin 2005'deki ALCA anlaşması üzerindeki etkileri nelerdir?
ABD ve AB'nin DTÖ-Cancun'daki Hedefleri
ABD ve AB gündeminin dünya ticaretinin serbestleştirilmesiyle hiçbir ilgisi yoktur.
Anglo-ABD dünyasının bütün büyük medya kuruluşları ve finans basını (Wall Street Journal, the Financial Times, the New York Times, the London Times) ABD ve Avrupa'nın dünya ticaretini serbestleştirme girişimlerinin Üçüncü Dünyanın katı ve sert retoriği tarafından bloke edildiğini iddia ettiler.
ABD ve AB memurları, suçu Üçüncü Dünyanın üzerine atarken, ticaretin serbestleştirilmesini esas engelleyenin, emperyal devletlerin kendi tarım ihracatçılarına sağladıkları 300 milyar dolarlık teşvikler olduğunu söylemeyi unutuyorlar.
AB ticaret müzakerecisi Pascal Lamy'nin ve ABD'nin ticaret müzakerecisi Rober Zoellick'in açıklamalarının tersine, dünya ticaretindeki serbestleşmenin önündeki temel tıkayıcı blok, kendilerinin rekabetçi olmayan çiftçilerini korumak ve ihracatçılarını teşvik etmek konusunda gösterdikleri ısrardır.
Onlarınki - sadece Üçüncü Dünyadaki ticaret engellerini indirmeyi ve teşvikleri ortadan kaldırmayı hedef alan- son derece seçmeci bir liberalizmdi.
En çarpıcı örnek ABD'nin 25 bin pamuk çiftçisine, 10 milyon Afrikalı pamuk çiftçisininkini aşan üretim maliyetlerine karşın, dünyanın en büyük ihracatçıları olma olanağı veren 3.3 milyar dolarlık teşvik sağlamasıdır.
Küçük Afrikalı çiftçiler, ABD kökenli teşvikli pamuk ihracatının pazarlar üzerinde tekel elde etmesi ve 1997 ile 2002 arasında fiyatları yüzde 50 düşürmesi nedeniyle yılda 1 milyar dolar kaybediyorlar (Financial Times, 11 Eylül 2003, sf.7)
Devlet teşvikleri, yerli üreticilerin korunması ve Üçüncü Dünya pazarlarının ticarete egemen olma amacıyla serbestleştirilmesi, liberal bir ticaret sisteminin tarifi değildir. Tersine bu önlemler, 19. yüzyıldan önce egemen olan ve 18. yüzyılın sonu ile 19. yüzyılın başlarında Kuzey ve Güney Amerika'daki liberal-eğilimli devrimleri kışkırtan emperyal merkantil sistemi andırmaktadır.
Ticaret politikalarının ötesi
ABD ve AB memurları, bilerek ya da bilmeyerek, iki ayrı ama iç bağlantılı konuyu karıştırmışlardır: Ticaret kuralları ve düzenlemeleri ile yatırımlar, lisanslar ve hükümet teşvik politikaları.
AB ve ABD bir kez daha, emperyal ülkelerde TRİPS ve diğer devletçi korumacı tekeller aracılığıyla tekel kontrollerini zorlayarak, fikirlerin, teknolojinin ve patentlerin serbest dolaşımı üzerine devlet kısıtlamaları (ve bir fiyat barajı) dayatmaya çalışmışlardır.
Ticaret politikaları malların ve hizmetlerin, bu durumda, uluslar arasındaki değiş-tokuşunu yöneten kurallar ve yönetmeliklere atıfta bulunurlar. Yatırım politikaları ise bir ülkenin mülkiyet, üretim, gelirler, hasılalar, dış ticaret gelirleri ve ödemeler dengesini etkileyen, bir ülkeye giren ve çıkan sermaye atışlarına atıfta bulunur.
ABD ve AB'nin stratejisi, ABD ve AB'deki birkaç yüz rekabetçi olmayan sanayiyi korumayı sürdürürken, Üçüncü Dünyanın yatırım politikalarını serbestleştirmeyi ve stratejik sektörlerini yabancı elkoyuşlara açık hale getirmeyi amaçlıyordu.
Aynı seçmeci serbestleştirme politikasını "hizmetlere" yönelik olarak da sürdürdüler - Üçüncü Dünya ülkelerinin ABD ve AB bankalarına, sağlık ve eğitimdeki iş olanaklarına el koyarak karşılık verecek kaynaklara sahip olmadıklarını bildiklerinden, bankacılık, sağlık, eğitim yabancı el koymalara açık hale getirildi.
Taktiksel olarak, AB ve ABD yatırımlar ve entellektüel mülkiyet haklarındaki "küresel serbestleştirmeyi" savunmak açısından tarımda olduğundan daha güçlü bir konumdaydılar, bu durumda yatırımlar ve TRİPS konusunda bir "konsensus" elde etme uğruna, tarımdaki pat durumunu geçici olarak bypass etmeye çalıştılar- elbette karlı bir sonuç.
Sorun 21'ler koalisyonunun küresel bir yatırım ve TRİPS anlaşmasını tartışmadan (ve buna onay vermeden) önce kendi tarımsal-ihracatçılarına yönelik tavizleri güvence altına almaya çalışmalarından kaynaklandı.
ABD ve AB'nin devletçi tarım politikalarına yönelik itirazları nedeniyle, Latin Amerika ve Afrika'daki birçok Üçüncü Dünya ülkesinin, Çin gibi düşük maliyetli Üçüncü Dünya ülkelerindeki ÇUŞ'lar tarafından üretilen ucuz mamul malların egemenliği altına alınmış, küresel açıdan serbestleştirilmiş bir dünyada, içsel bir sanayi sektörü geliştirip geliştirmeyecekleri gibi daha geniş konular hakkında önemli bir tartışma olmadı.
ABD ve AB'nin Zorlamaları
GSMH ve ekonomik açıdan aktif nüfusa oranla tarım ABD ve AB'deki istihdam ve toplam gelirlerin küçük bir oranını temsil ediyor. Yine de ticaret temsilcileri, herhangi bir ciddi tavizi reddederek ve kendi ekonomik imparatorluklarının üzerinde durduğu serbest ticaret ve ticari liberalizasyon ideolojisinin ta kendisini ihlal ederek, kendi tarımsal üreticileri lehine olağanüstü zorlayıcı bir sunuş yaptılar.
Nedenler politik ve ekonomikti. Tarımsal ihracat döviz yaratmakta ve ABD ticaret açığını azaltmaktadır. The New York Times (16 Eylül, 2003, sf.A-6) Dünya Ticaret Örgütü'ndeki gelişmekte olan ülkelerin toplantıyı, "Amerikalılarla bu yıl tarım teşvikleri konusunda herhangi bir gerçekçi görüşme yapmayı beklemenin bütünüyle umutsuz olduğuna ikna olarak" terk ettiklerini yazıyor.
ABD Ticaret temsilcisi Zoellick tarafından desteklenen tek "taviz", tüm tarımsal teşvik programını, Afrika'nın en yoksul çiftçilerini yoksullaştıran pamuk üreticilerine verilen teşvikler de dahil olmak üzere hiç değiştirmeden olduğu gibi bıraktı.
Büyük ABD tarımsal-sanayi şirketleri Zoellick'in, Kongre tarafından tarım teşvikleri konusunda 2002de onaylanan 40 milyar dolarlık artışı koruduğuna inanıyorlar. 2000de tarımsal-sermaye seçkinleri tarafından denetlenen sayısız eyalet büyük ölçüde Bush'dan yana oy kullandı ve ona oyların çoğunu kazandırdı.
Tarımsal sermaye şirketleri 2002'de siyasal adaylara, yüzde 72'si Cumhuriyetçi Partiye giden 53 milyon dolar katkıda bulundular. Tarımsal-sermayenin egemenliğindeki Amerikan Tarım Ofisi'nin başkanı Robert Stallman Zoellick'i çıkardığı "mükemmel iş" için tebrik etti. Zoellick'in bakış açısına göre, ABD hükümetini milyar dolarlık tarım teşviklerini indirmek zorunda bırakan hiçbir DTÖ anlaşması bir diğerinden daha iyi değildir.
Bush ve Clinton dönemindeki ABD imparatorluğu çokuluslu şirket yatırımlarının deniz aşırı topraklara doğru yayılması ile üretimle pazarların kontrolü üzerine kuruludur; tarımsal-sermayenin politik gücü ise büyük kentlerin, azınlıkların ve emeğin muhalefetini dengelemek için gereklidir.
Teşviklerin ve koruyucu tarifelerin ve tarla kotalarının sona erdirilmesi, sermaye ihracı ve imalat sanayi istihdamındaki kayıplara yolaçan popüler olmayan emperyalist politikalara yönelik politik destek tabanının kilit bir öğesini zayıflatacaktır.
Avrupa Birliği'nde de benzer biçimde, tarım teşvikleri, Avrupa rejimlerinin denizaşırı yayılmayı çokuluslu şirketler kanalıyla desteklemesine ve emeğe verilen sosyal ödemeleri azaltmasına elveren bir politik çiftçi desteğini güvence altına almaktadır.
Tarımsal-sanayinin seçmen gücünün stratejik politik önemi düşünüldüğünde, ABD ve AB'nin ihracat teşvikleri konusunda Üçüncü Dünyaya hiçbir tavizde bulunmamaları şaşırtıcı değildir.
Cancun sonrası ABD stratejileri
ABD ve AB, Cancun'da küresel bir anlaşmayı güvence altına alma çabalarının yenilgisine rağmen merkantilist politikalarını zorlamayı sürdüreceklerdir. Zoellick tarafından zaten açıklanmış olan taktikler, emperyal güçlerin uluslararası düzlemde elde edemediklerini almak için ulusal düzlemde tüm mali, politik ve ekonomik araçları sonuna kadar kullanacakları ikili anlaşmaları zorlamak olacaktır.
ABD'nin ticaret stratejisi Bush yönetiminin İnsanlığa Karşı Suçlar Uluslararası Mahkemesi'ni reddettiğinde uyarladığı stratejiye benzemektedir - ABD asker ve sivillerine insanlığa karşı işlenen suçlardan muafiyet ve kollanma hakkı tanıyan ikili anlaşmaları aradı ve güvence altına aldı.
Le Monde'un da işaret ettiği gibi, (16 Eylül 2003) ortaya çıkan temel sonuç, "serbest ticaret bölgelerine" doğru bir dönüş olacaktır; bu da aslen ABD'nin Latin Amerika ile bölgesel bir anlaşma yapmak için büyük bir zorlama yapması demektir-ALCA'ya doğru olduğu kadar, bölgedeki işbirlikçi rejimlerle ikili-ulusal anlaşmalara da doğru.
New Work Times'a göre (15 Eylül 2003), "Zoellick ABD ile anlaşma yapmak isteyen uzun bir ülkeler listesi olduğunu belirttikten sonra, tek tek ülkeler ya da bölgelerle serbest ticaret anlaşmaları yaparak ilerleyeceklerini söyledi".
Zoellick'in "istekli özneler" "listesinin" başında, Dışişleri bakanı Luis Ernesto Derbez'in "uzlaşma önerisinin", bu önerinin muazzam ABD ve Avrupa pamuk teşviklerinden en fazla etkilenen ülkelere hiçbir taviz vermemesi yüzünden Üçüncü Dünyalı temsilcileri kızdıran Meksika bulunmaktadır.
DTÖ toplantısından sonraki gün (21'ler deklerasyonuna resmen imza atmış olan) Ekvador ticaret bakanı Juez de Baki, küresel ya da bölgesel ticaret anlaşmaları olanaklarının kıtlığı yüzünden, "Ekvador'un Birleşik Devletlerle ikili ticaret anlaşmalarını seçmesi gerektiğini" açıkladı.
Başkan Lucio Guttierrez'in çoktan petrol ve elektrik sanayini özelleştirmeye ve tarım teşviklerini indirmeye ya da sona erdirmeye hazırlandığı düşünülürse, Ekvador DTÖ'deki Üçüncü Dünya koalisyonunun bazı zayıflıklarının iyi bir örneğini temsil etmektedir.
Washington ticaret uzmanları Cancun'daki Koalisyona hazırlıksız yakalanmış olmakla birlikte, şimdi koalisyonun çapraşık çıkarlarının onu kırılgan bir macera haline getirdiğini ileri sürmekteler.
Çin'in bir Üçüncü Dünya ticaret blokuna girmekte tereddüt etme gerekçelerinden birisi olarak, bu ülkenin muazzam mamul mal ihracatını ve ABD pazarına bağımlılığını belirtiyorlar.
21'ler grubunun önde gelen üyelerinin talepleri ve çıkarları yakından incelendiğinde de gerçekten aralarında önemli farklılıklar olduğu görülüyor.
Brezilya ve Arjantin tarım mallarına yönelik ABD tarife engellerinin kaldırılmasını istiyorlar; Meksika, Hindistan ve Çin ise ABD teşvikli tarımsal ihracatı karşısında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan yüz milyonlarca köylü ve küçük çiftçiye sahipler.
Bir başka deyişle, tarımsal ihracatçılar ABDnin ticaret kurallarını liberalize etmesini isterlerken, küçük üreticilerin ülkeleri ABD'nin ihracat teşviklerini sona erdirmesini ve küçük köylüleri koruma olanaklarını elde tutmayı istiyorlar. Bu kırılgan koalisyonu bir arada tutansa ABD'nin ithalat politikalarını serbestleştirmek ya da Üçüncü dünya pazarlarının daha da açılması talebini ılımlılaştırmak konusundaki isteksizliği.
Washington'un Üçüncü dünyaya karşı esnek bir böl ve fethet stratejisi uygulama olanakları ise, rekabetçi olmayan ABD çiftçilerini iç pazarda korumak konusundaki kararlılığı kadar, ABD tarımsal-sanayi ihracatçılarını destekleme konusundaki kararlılığı tarafından da sınırlandırılıyor.
Bu da Üçüncü Dünya ülkelerinin hem yerel hem de ihracat pazarlarından fedakarlık yaparak, tarımsal sektördeki geniş bir sosyal sınıflar yelpazesi içindeki büyük politik desteklerini yitirmeleri anlamına geliyor.
ABD ticaret temsilcilerinin müzakere pozisyonları başkan Bush'un ve ABD kongresinin Çin'in döviz kuruna ve mamul mal ihracatı fazlalarına yönelik saldırıları sayesinde daha da karmaşıklaşıyor.
Ticaret bakanı Donald Evans, esas olarak Çin'e yönelik olarak (Wall Street Journal, 15 eylül 2003, s.2) "yasadışı damping ve teşvikler gibi rekabetçilik dışı pratiklerin kanıtlarını incelemek üzere bir adil olmayan ticaret pratikleri ekibi" kuruyor.
Bu, ABD'nin rekabetçi olmayan imalatçılarının ülke içindeki pazar payını savunmayı hedefleyen salakça iğrenç bir korumacılık önlemidir. Bu da muhtemelen Çin'in ABD'ye olan ihracatının yarısını gerçekleştiren Çin'deki ABD ÇUŞ'larının direnişini kışkırtacaktır. Wall-Mart gibi dev ticari mağazalar her yıl 10 milyar dolar tutarında Çin malı ithal etmektedirler.
Sonuç: Cancun ve ALCA
ABD küresel imparatorluk inşa projesinde son derece önemli olmakla birlikte sadece ticaret politikasına ya da hatta sadece tarımsal ticaret politikasına bakmak bir hata olacaktır.
ABD ekonomik stratejistlerinin Büyük Tablo'su ABD'li yatırımcılara ayrıcalıklı alanlar yaratmak, ABD bankalarına mali kontrol sağlamak, ABD imalatçılarına pazarlar açmak ve dünyanın petrol ve enerji kaynakları üzerinde tekelci denetim oluşturmayı içermektedir.
Ticaret ekonomik imparatorluğun inşasının bir yoludur. Ama ABD ekonomik sektörlerinin eşitsiz gelişimi ve ekenomik imparatorluk inşası ile ekonomik açıdan geri kalmış ekonomik sektörlerin politik desteği arasındaki karşılıklı ilişki gözönünde bulundurulduğunda, Washington küresel düzeyde zor bir görevle karşı karşıyadır.
Washington ALCA kanalıyla kendi merkantil emperyalizminin (yurtta korumacılık, cihanda liberalizm) temel hedefi olarak Latin Amerika'yla bölgesel ticaret anlaşmaları bağlamaya odaklanacaktır. Washington Meksika, Kolombiya, Ekvador, Orta Amerika, Karayipler, Şili, Peru ve Uruguay'la anlaşmayı umabilir. Venezüella ve Küba muhaliftir. Geriye Brezilya kalmaktadır.
Rejiminin IMF politikaları ile ilişkisi ve yeni liberal pratikleri göz önüne alındığında Lula ile bir anlaşma imkansız değildir. Ama Lula pazarını ABD teşvikli gıda ihracatına açma konusunda anlaşabilmek için Brezilya'nın tarımsal ihracat seçkinlerine yönelik ticari tavizler koparma ihtiyacı duymaktadır.
Lula küçük çiftçileri ve topraksız işçileri tarım reformunu daraltarak ve liberalizasyon yoluyla kurban etmek isterken, liberal ihracat geliştirme stratejisi açısından portakal suyu, soya fasulyesi ve diğer ilksel mal ihracatında ABD pazarına daha fazla girişi güvence altına almak zorundadır.
Bunlar normal şartlarda son derece ılımlı isteklerdir. Ama, ABD'nin narenciye ve soya konusunda taviz vermesi bile kuşkuludur. Jeb Bush, başkanın kardeşi ve Florida valisi, rekabetçi olmayan ABD portakal yetiştiricilerinin korunması için portakal sularındaki kotaların korunması gerektiği konusunda ısrar etmek için Washington'a uçmuş ve başkana 2000'de başkanlığı kazanmasında Florida'nın ne denli büyük bir rol oynadığını hatırlatmıştır.
ABD imparatorluk inşaatçıları karşılıklı alışveriş isteyen ılımlılar değillerdir: Onlar hepsini isterler. O halde ABD tarafından dayatılan eşitsiz bir ticaret ve yatırım anlaşması olarak ALCA, Latin Amerika'yı (Brezilya da dahil) bir ilksel mal ihracatçıları bölgesine çevirecek, küresel düzeyde Cancun'da elde edilememiş olan bölgesel düzeyde güvence altına alınacaktır.
Duruma daha da vahamet kazandıransa önder ülke olan Brezilya'nın esas olarak tarımsal ticaret konularına yoğunlaşarak ulusal bir sanayi politikası geliştirmeyi başaramamış olmasıdır. Bu durumda en iyisi, Lula ALCA'da önde gelen bir ilksel mallar ihracatçısı yerini güvence altına alacaktır.
Yine de ABD'nin "bölgesel ve ikili ticaret anlaşmaları"na kayması bölgesel ve ulusal düzeyde kitlesel bir popüler muhalefetle yüzyüze kalacaktır. İki, üç, daha fazla Cancun olması muhtemeldir.
* James Petrasın yazısını sendika.org Türkçeleştirdi.