*Görseller: Canavar (Bestia) filminden.
Şili'deki diktatörlüğün ilk yıllarındayız.
Pinochet'in Gestaposu olarak da anılan Millî İstihbarat Örgütünde (DINA) çalışan kadın memur Ingrid görünürde monoton bir hayat sürdürmekte.
Yataktan kalkması için kurduğu saat alarmının çalmasıyla rutini başlıyor; akabinde onu sadık dostu köpeğiyle aynı masada kahvaltı ederken görüyoruz.
Bekâr olarak yaşadığı küçük ve sade evde kurt köpeğiyle sembiyoz halinde olduklarını hemen kavrıyor ve aralarındaki şefkat dolu uyuma adeta hayran kalıyoruz.
Ingrid'in kahve ve sigara gibi ritüelleri sona erdiğinde beraberce otobüse biniyorlar ve bir süre sonra araçtan inip sıradan bir görüntüye sahip bir villanın kapısından başka memurlar tarafından içeri alınıyorlar.
Ingrid ile aralarında derin bir samimiyet göstergesine pek rastlamıyoruz; kahramanımız bir robot soğukluğunda, erkek meslektaşlarının işaretiyle yoklama defterine imzasını atıyor ve karanlık bir bodruma inen merdivenleri kullanarak köpeğiyle birlikte sanki başka bir evrene geçiyor...
Pablo Larrain'in diktatörlük üçlemesindeki hissiyatı anında hatırlatan Canavar (Bestia) başlıklı stop motion animasyon filmi, iktidarın resmen faşistleşmesiyle güvenlik kuvvetlerinin dönüştükleri vicdansız işkenceci kimliğine bir kez daha dikkat çekiyor.
Hugo Covarrubias'ın yönettiği diyalogsuz kısa film, kasveti ve gerginliği başarılı ses yönetimiyle artırıp seyirciyi tesir altında bırakıyor.
Porselen bir oyuncağın canlandırdığı başrol Ingrid'in kumaş bedeni ve kıyafetleri, keçeden mamul köpeğinin sevimliliği, mütevazi evin şirin dekorasyonu ve daha birçok unsur dışarıdan bakıldığında nispeten makul bir görüntü arzederken bir insanın içindeki canavarca hisleri nasıl saklayabildiğinin de işareti.
Gerçek olaylardan yola çıkılarak çekilmiş 2021 Şili yapımı film bu sene Annecy, Vila do Conde, Ottawa, Chilemonos, Biaf ve Imaginaria gibi festivallerin programında yer alıyor ve parlak yolculuğuna ödüllerle devam ediyor.
Filmde belirtilmese de Ingrid'in Nazi ideolojisine inanmış ebeveyniyle Şili'ye göç ettiği, 1981'de evine gerçekleştirilmiş bir saldırıdan canlı kurtulduğu ve insan haklarına aykırı davranmaktan herhangi bir yargılamaya tabi tutulmadan 2001 yılında vefat ettiği biliniyor.
İçindeki pislik dışa vurur...
Şişman bir kadın olan Ingrid'in çok da mutlu bir imaj sergilemediği başından beri belli aslında. Bedeniyle ilişkisi çelişkili, korkularının olduğu aşikâr, muhtelif örselenmişliklerle boğuştuğu kesin.
Sık sık gördüğü kâbuslarda uyum içinde yaşadığı köpeğine de yönelik şiddet dolu, gayet vahşi sahnelerden aslında vicdanen çok rahat olmadığını anlıyoruz.
Karşımıza arada sırada çıkan bir bıçak ile bir silah seyirciyi diken üstünde tutuyor ve olabilecekler hususunda gerilim yaratıyor.
Kafasına tas oturtup kesilmişe benzeyen gür saçlarının altındaki şişkin yüzünde herhangi bir ifade yok kesinlikle.
Ne de olsa Almanya veya Doğu Avrupa diyarlarına has porselen bir bebeğin çehresi onunki ve psikolojik durumunu dışarı yansıtmama misyonunu layıkıyla üstleniyor.
Her şeye rağmen filmin estetiğine, bir çocuk masalını izlermişçesine kendimizi bıraktığımızda Ingrid'in köpeğiyle cinsel fanteziler yaşadığını, hatta köpeğini işkencehaneye dönüşmüş istihbarat bodrumunda rejim karşıtlarına karşı benzer pratiklere ve daha fazlasına yönelttiğini görüyoruz.
Cinsel işkence biçimlerinin barbarca uygulandığı zindanın kâh Venda Sexy, kâh işkenceye tabi tutulanların seslerini bastırmak üzere yüksek volümlü müziklerin çalınmasından dolayı La Discothéque olarak anıldığı vikipedide verilen bilgilerden.
Milli İstihbarat Örgütünün zindanının arka kapısından, arabaların bagajına kumaşlarla sarılmış cesetlerin çıktığını da görmeye başlıyoruz filmin ilerleyen dakikalarında. Diktatörlük bildik pratiklerine, gizliliği elden bırakmadan sinsice devam etmektedir.
lngrid'in arada sırada not aldığı günlük, içindeki pisliği temizlemesinde ne kadar faydalıdır acaba?
Ya mevzubahis günlüğün meslektaşları tarafından bulunması durumunda başına gelebileceklere hazır mıdır?
Eninde sonunda hesap verilir
Alabildiğine estetik bir anlayış benimseyerek animasyonla böylesine karanlık bir mevzuyu işlemek tabii ki yönetmen Covarrubias için belirli bir ikilem yaratmış. Fakat ortaya çıkan neticenin verilmek istenen mesajı mutlak surette yansıttığı söylenebilir.
Filmi izlerken belirli bir süre sonra neyin gerçek, neyin kâbus olduğunu biz de idrak edemez hale geliyoruz ve yansıtılmaya çalışılan o karanlık dünyanın kiri adeta bizim de üzerimize yapışıyor.
Gizlice yürütülmeye çalışılmasına rağmen birçok insan tarafından bilinen icraat karşısında sessiz kalmayı tercih edenlerdensek işbirlikçi konumumuzu hatırlıyor ve belki de Ingrid gibi kendimizle hesaplaşmaya girişiyoruz.
Filmin yorumlara açık son sekansında Ingrid işkenceyle ölümüne sebep olduğu insanların suretleriyle karşı karşıya geliyor ve kalan ömrü boyunca, şayet varsa, vicdanında onları taşımak zorunda kalacağını anlıyor.
Yoksa o zaten çoktan ölmüş bir zombiden başka bir şey değil midir acaba?
Devletin ona verdiği görevleri belki de sorgulamadan uygulamıştır, ama bu edilgenliğin Ingrid'in içinde iyileştirilemez yaralar açtığı da kesindir.
Ayrıca insanın içindeki kötülüğün metodik ve düzenli biçimde dışa vurulması hasta ruhlara has değil midir?
Naziler gibi, günün birinde bir şekilde hesap vermek zorunda kalınacağını kim inkâr edebilir?
(MT/PT)