Cambaz Kapitalizm Yada Despotlaşma Eğilimleri
Krizden medet umma alışkanlığında olanlar, 11 Eylül sonrası yaşanacak iktisadi olayların, 1929 buhranından daha derin sosyal ve politik değişiklere yol açacağını düşüne dursunlar son yayınlanan veriler, aslında kriz konusunun beklenenden farklı bir yönde gelişeceğini göstermektedir.
Dünya kapitalizminin belli bir durgunluk içinde olduğu doğrudur. Bu tür bir yavaşlama eğiliminin aslında 11 Eylülden önce başladığı da doğrudur. Son yayınlanan verilere göre dünya ekonomisinin lokomotifi Amerikan ekonomisinin, 2001 yılında yüzde bir seviyesinde bir büyümeyi gerçekleştireceği tahmin edilmektedir. Bu son on yılın en düşük büyüme seviyesi olacaktır. Diğer yandan Japon ve Alman ekonomileri de belli bir durgunluk içindedirler. Japonya'daki kriz, aslında son on yıldır bir türlü halledilemeyen bir krizdir. Almanya da durgunluk trenine binmiştir artık.
Borsa yükselirken düşen faiz hadlerinin anlamı
Öte yandan, kısa vadeli durum göstergelerini hesaba katarak baktığımızda farklı bir görünüm çıkmaktadır ortaya:
* Dow Jones endeksi Kasım 2001'i son on yılın en iyi performansının kaydedildiği ay olarak kapatmaktadır. Borsa'nın yükselmesi, elbette, tasarruflarının yüzde 50'sinden fazlasını hisse senedi biçiminde tutan Amerikalı tüketicilerde olumlu izlenim yarattığı ölçüde onların tüketim güdülerini de olumlu etkilemektedir.
* Tüketici davranışlarını olumlu etkileyecek ikinci bir boyut Amerikan Merkez Bankası FED'in tavrıdır. FED, faiz hadlerini bir yıl içinde on kez düşürerek
Faiz hadlerindeki düşüşün borç temelinde tüketime yönelen kesim açısından olumlu olduğu aşikardır. Diğer bir deyişle, istihdam 11 Eylül sonrası beşyüz bin civarında bir azalış göstermiş olsa da Amerikalılar bankalardan borçlanarak tüketim yapmaya devam etmektedirler.
Tüm bunların üstüne Amerikan yönetiminin Keynesgil sayılabilecek bir takım politikalar uygulama kararı eklenmelidir. Her ne kadar bu politikaların ekonomiyi canlandırma konusunda yeterli olmadığı şirketler dünyasında kabul edilip eleştirilse de "hiç yoktan daha iyi olduğu" anlayışı hakimdir.
Asıl sorun: Durgunluğun boyutları
Bu bağlamda krizin olup olmadığından çok, içine doğru yuvarlanılan durgunluğun boyutlarının ne olacağı ve ne kadar süreceği soruları önem kazanmaktadır. Bu soruların cevabı iktisadi yavaşlamanın doğasının anlaşılmasıyla açıklığa kavuşabilir. Elimizde bu konuyu analiz edebilmek için yukarıda ayrıntılı olarak değindiğimiz iki ipucu vardır:
* GSYH'daki düşme eğilimi ve Borsa'nın yükselmiş olması tüketici davranışları ve ekonomik gelişmenin yönünü tespit etmek açısından önemlidir.
Bu iki gösterge, Amerikan şirketlerinin üretimlerini kıstığına, vitrinlerindeki malları satarak stoklarını eritmeye çalıştıklarına işaret etmektedir.
Böylesi bir durgunluğun kısa vadeli olacağı açıktır. Yani şirketler kesimi, stok eritme yöntemiyle borsada işlem yapan yatırımcılara, tekrar üretime geçme sürelerinin kısa olacağını ima eden sinyaller göndermektedirler.
Verilen sinyallerin anlamı
Şirketler kesimi, tüketiciye borsada işlem gören hisse senetleri fiyatları aracılığı ile şirket değerlerinin yükselme eğilimine gireceği sinyallerini vermektedirler. Borsa performansının yüksek olması, alıcıların piyasadaki kağıtlara yönelik talebinin yüksek olmasındandır. Yani şirketlerin fiyat sinyalleri alıcılara inandırıcı gelmektedir.
Borsa performansına makro ekonomi penceresinden baktığımızda, GSYH'nin son üç aydaki düşüşünün üretim tatili/kısıtlaması yüzünden olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu tür bir daralma döneminin uzun süreli olmayacağı açıktır. Üstüne üstlük, ABD Noel dolayısıyla tüketici talebinin en fazla arttığı bir aya girmektedir.
İşini kaybetse de tüketici...
Yani tüketiciler, işlerini kaybetseler de, iflah olmaz bir şekilde bankalardan borçlanıp harcamalarını yapacaklardır. Bu, stokları eritecek ve artan tüketici talebi karşısında üretimlerinin artmasına ve işsizlik oranlarının düşmesine neden olacaktır. Bu dönem muhtemelen 'Afgan boom'u olarak anılacaktır. Diğer yandan bu dönemde gelir dağılımının daha da bozulacağı açıktır.
Bir başka ilginç gösterge de sermaye akışları ile ilgilidir. Bilindiği gibi 1997 Güney Doğu Asya krizini izleyen dönemde, sermaye akışları gelişmekte olan piyasalardan ABD'ye yönelmişti. Sermaye akışlarının yönünün değişmesinde diğer piyasaların risk hadlerinin artmış olması önemli bir etkendi.
Sermaye akışları, 11 Eylül sonrasında beklendiği gibi ABD'nin artan risklilik oranıyla doğru orantılı olarak yön değiştirmedi. Tersine, sermaye ve özellikle Avrupa sermayesi ABD'ye akmaya devam etti. Yani ABD pozitif sermaye iç akışı ile karşı karşıya kaldı. Bu, ABD yönetiminin ekonomiyi bir yana bırakıp terörizmle mücadele etrafında politik hedeflere öncelik vermesinin yabancı yatırımcılar üzerinde olumlu bir etkisi olduğunun da göstergesidir.
Ayrıca sermayenin ABD'ye devam eden akışı, yukarıda bahsettiğimiz kısa süre içinde artış eğilimine girecek olan Amerikan üretim kapasitesi konusundaki görüşümüzün, Avrupa sermayesi tarafından doğrulanmasıdır.
1929 krizinden farkı
İşgücü ve tüketici kesimler ile ilgili olarak bir ilginç gözlem, kapitalizmin artık tam manasıyla "homo economicus"u yaratmış ve bu kesimin sayılarını arttırmış olmasındaki başarısı ile ilgilidir. Bu kesim, faiz hadlerini, hisse senedi fiyatlarını, dövizdeki oynamaları, türev piyasalarını, genel fiyat hareketlerini, ücretleri ve işsizlik hadlerini takip edip, bunların ne anlama geldiğini değerlendirebilmektedir. Daha da önemlisi, bu değişkenler arasındaki bağlantıların ne olduğunu analiz edebilme bilincindedir "homo economicus".
1929'da rastlayamayacağımız türde, ekonomi bilincine sahip olan bu kesimin sayısının son yıllarda gelişen iktisadi serbestleşme ekseni etrafında artmış olması kapitalizmin bir başarısıdır. Yani kapitalizm maddi çıkarcı, egoist, fayda maksimizasyonu peşinde koşan, kendi çıkarları için akılcı kararlar alan bireyleri yaratabilmiş ve bunların sayılarını arttırabilmiştir.
Bu durum politikalarını ekonomik ajanların beklentileri ve fayda maksimizasyonu üzerinde şekillendiren ekonomik otoritelerinin işini kolaylaştırmaktadır. Bu yüzden emekçi kesimlerin iktisadi durgunluktan nasıl etkileneceğini ve emekçilerin tepkilerinin ne olacağını analiz etmek önemlidir.
Japonya'da işsizlik oranı yüzde 5.4 ile son on yılın en üst düzeyine ulaşmıştır. ABD'de işsizlik sürekli artmaktadır ve nerede duracağı henüz belli değildir. Batı Avrupa ülkeleri, İngiltere istisna olmak üzere, başta Almanya belli bir durgunluk içindedir. Ayrıca, Avrupa, Japonya ve Amerika giderek yaşlanmaktadır. Emekçi kesimlerin durgunluk yüzünden kendi sınıf çıkarlarını daha fazla düşünmeye yönelecekleri doğrudur ama emekçiler aynı zamanda artık giderek artan sayılarla "homo economicus" olmuşlardır.
Dünya Ekonomik Krizi: Beklenenin dışında
Demek ki, dünya ekonomik krizi henüz bazı kesimlerin beklediği gibi gerçekleşmeyecek ve büyük toplumsal patlamalara yol açmayacaktır. Burjuvazi kendi gündemini giderek artan bir ustalıkla savunmaya devam edecektir. Serbest piyasa ilkelerine bağlı kalmak için gerekirse daha fazla despotlaşacaktır. Yaklaşmakta olan; serbest piyasa otoriteryanizmidir. Başka bir deyişle burjuvazi, işsizlik oranlarını gerçek ekonominin üretkenliğini ve arz-talep dengesini çok fazla bozmayacak şekilde yüksek tutarak, işçi sınıfını disipline etmeye çalışmayacak, daha başka siyasi ve ekonomik uygulamalara da yönelecektir.
11 Eylül sonrası Avrupa ve ABD'de kabul edilen tüm anti-demokratik uygulamaları bu ışık altında okumak gerekmektedir. Burjuvazi, solun politik sloganlarını kullanarak (insan hakları, demokrasi, etnik azınlık hakları vs.) daha geniş bir meşruiyet zeminini ele geçirmek için çalışmaya devam edecektir.
Kapitalizmin sürekli kriz içinde olduğu doğrudur. Doğası gereği kapitalizm krizsiz yaşayamaz. Bu kriz bazen derinleşip bazen sığ kalmaktadır. Bizim açımızdan önemli olan, kapitalist sistem yöneticilerinin kriz yönetiminde ne denli ustalaştığını saptayabilmektir.
Görünen odur ki, onlar, krizleri idare etme konusunda bir cambaz ustalığına erişmiştirler. Alternatif akımların böyle bir aşamada kriz saplantısı içinde politika üretmeye çabalaması rüzgâra karşı tükürmek anlamına gelmektedir. Yani içinde yaşadığımız dönem kapitalizmin entegre krizleri temelinde anti-kapitalist olmanın ötesinde bir şeyler olmayı da dayatmaktadır.