“Size hayallerimden bahsedebilir miyim?” diye başlıyor film*:
“Mutlu olabileceğimi sanmıyorum…”
2000 yılında gerçekleşmiş bir olaydan kesitlerle devam ediyor.
Rio’nun kuş bakışı manzarası ve favelalar[1] eşlik ediyor görüntüye. Daha sonradan bir rehin alma vakasının olduğunu anlayacağımız olay etrafında polislerin olduğu bir şehir hatları otobüsü görüntüsüyle başlıyor.
Bus 174*(Ônibus 174 -2002) |
Hadisenin şehir merkezinde vuku bulması sebebiyle ulusal medya canlı yayın yapıyor. Silahlı bir siyah otobüsün içinde volta atarak söyleniyor. Arada bir silahı rehinelerin başına doğrultuyor. Otobüsün çevresindeki kalabalık gittikçe artıyor; polis ekipleri ve canlı yayın araçları otobüsün etrafında hatırı sayılır bir kalabalık teşkil ediyor. Polisin tedirginliği kalabalık olmalarına rağmen devam ediyor… “Tehlikeli yurttaş” olarak bile addetmedikleri birinin varlığının tedirginliği söz konusu olan…
Filmin devamında tanıdık bir hikâyeye rastlıyoruz. Otobüsü ve içindekileri rehin alan bir “görünmez”. Devletin ve toplumun görmezden geldiklerinden, yok saydıklarından inkâr ettiklerinden… Sandro, gözleri önünde, sokak ortasında annesini bir çetenin vurduğu ve babasını asla tanımamış bir sokak çocuğu. Birçok kez hapse girip çıkmış, arkadaşları toplu olarak polis katliamına kurban gitmiş bir görünmez.
Her gün trafik ışıklarında ilgi çekmek için çeşitli akrobatik gösteriler yapan, görünür olabilmek için çabalayan, ancak devlet destekli toplumsal dışlama ve diğer önyargılar nedeniyle varoluşu yok sayılan çocuklardan. Sandro topluluğunun görünmezliğe karşı mücadelesinde perdeyi yırtan çocuk, anti-kahraman…
Her yer gibi Rio’da bu çocuklar için cehennem; Hallacı Mansur’un sözünü ettiği cehennem bu: “Kimsenin acı çektiğimizi duymadığı yer…” Başkalarının tepkisiyle var kılınıyor, öyle görünür oluyor bu çocuklar. Sosyal varoluşa ve tanınmaya açlık çekiyorlar.
Bu sosyal görünmezlik, kendi içinde onunla anılmama, bilinmeme isteği uyandırdığı için çocuklar zamanla yüzlerini kapatıyorlar. Çocuklar mecbur bırakıldıkları için gaspa, hırsızlığa, şiddete ve diğer pek çok suça yöneldiklerini söylüyorlar. Ancak bunları söylerken, başlarının belaya gireceğini bildiklerinden, yüzlerini kapama ihtiyacı hissediyorlar. Bir şansa ihtiyaçları olduğunu, o şans verilirse toplumun onlara farklı gözle bakacağını düşünüyorlar.
“Sandro, otobüsteki postacı çantalı gence öğrenci olup olmadığını sorup, öğrenci olduğu cevabını aldıktan sonra onu serbest bırakıyor.”
Sandro, bu şansa sahip oluyor. Artık görünmez değil! Zira yaptığı şey bütün ülkeyi ekran başına kilitliyor. Yeni, alışılmadık bir anlatının ana karakteri oluveriyor. Sosyal anlatıyı bozuyor. Kendisini figüran olarak bulduğu senaryoyu çöpe atıp başrol olduğu filmi oynuyor. Şartları o belirliyor. Herhangi bir rehine vakasında rastlanılmayacak taleplerde bulunuyor: El bombası ve tüfek! Sandro ne olduğunu ya da ne hissettirdiğini düşünmüyor. Her neyse, insanlar ne hissediyorsa etsin, o toplumsal olarak var oluyor. Kendini, varoluşunu ispat ediyor; ama korkuyla ama endişeyle… Şiddetle kendisini keşfediyor. Kısa bir zafer anı ve o görünmezlik perdesinin yırtılması adına ruhunu ve hayatını yok ediyor. Varoluşu, görünürlüğü Mazosch’un “her şey” olduğunu ileri sürdüğü “hissetmek” için. Özsaygının, bilinirliğin hissedildiği küçük bir zafer anı…
Bu an, bu rehine alma olayı ve her şeyin ötesinde Sandro’nun varoluşu müzakere ya da pazarlık edilebilir bir durum değil. Alışıldık durumlardaki gibi yüklü miktarda para veya helikopter gibi istekleri yok. Herhangi mantıklı bir isteği yok. Çünkü zaten isteği olay ile gerçekleşiyor: Görünmezlik perdesi yırtıp atılıyor. Hem de güçlü bir manifestoyla…
Sandro, görünürlük manifestosunu otobüs camından polislere seslenirken yazıyor. Kendisini hala sıradan bir “terörist” gibi göstermeye çalışan medyayı, onların ekranında alaşağı ediyor. Toplumun ve polisin o çocuklara, yoksul semtlere yaptıklarını, onların ekranlarında, tüm kameralar ona yönelmişken anlatıyor. Elde ettiği görünürlük zırhı, polisin her zamanki gibi pervasız davranabilmesinin önüne geçiyor.
“Sandro, rehinelerden birine koltukların arasına yatmasını söylüyor ve bir el ateş ediyor. Polis, bu dakikadan itibaren otobüse daha fazla yaklaşıyor.”
Onlara göre “terörist” sniperla vurulmalı, otobüs basılmalı ve diğer rehineler kurtarılmalı. Bir sokak çocuğu tarafından bu kadar aciz duruma düşürülmekten oldukça rahatsız polis; bu “terörist” bir an evvel vurulmalı ve otobüse girip rehineleri kurtarmak gerekiyordu. Fakat tüm ülke canlı yayında olayı izlerken bunu yapamıyorlar.
“Sandro boşluğa ateş ediyor. Yere yatmasını istediği yolcuya da, öncesinde onu vurmayacağını, endişelenmemesini söylüyor.”
Birbirini tanıyan yolcular, kurdukları sohbetle Sandro’ya onu anladıklarını, bir yakınlarının da onun gibi olduğunu, sokaklarda büyüdüğünü ve hapse düştüğünü söylüyor. Bunun üzerine Sandro, yaşlı kadını bırakıyor. Daha sonra kadının yeğenine, amcasının hangi hapishanede kaldığını sorup yanıt alamayınca ihanete uğramış gibi hissediyor. Bir kez daha…
Sandro, rehinelerden daha fazla panik yapmalarını, daha yüksek sesle çığlık atmalarını istiyor. İçlerinden bazıları fazla bağırınca, Sandro sakin olmalarını söylediğinde, ona onun isteğini yerine getirdiğini söylüyorlar ama sinirleri bir hayli yıpranmış rehineler, aslında buldukları fırsat neticesinde gerçekten çığlık atıyorlar.
“Sandro’nun da birden fazla kez kaldığı hapishanelere giriyor kamera.”
Hapishanedeki görüntüler negatif; mahkûmların yüzlerinin görünmemesi için. Bu efekt başka bir gerçekliği de sergiliyor: 40 kişinin 10 kişilik bölümlerde kaldığı, hava sıcaklığının 25-26 dereceye ulaştığı, insanların yarısı ayaktayken diğer yarısının oturabildiği, nöbetleşe uyudukları, yer kıtlığından tavana astıkları hamakta dahi kalan birilerinin olduğu bu yer içinde yalvaran ruhların olduğu gerçek bir cehenneme dönüşüyor. Ve bu insanların yaşadıklarını gerçekten kimse duymuyor.
Sandro en son bu hapse girdiğinde, bir gardiyanın silahını gasp eden grupla firar ediyor. Ve bir daha girmeyeceğine yemin ediyor. “Başka bir hayat” kurmayı kafasına koyuyor. Annesi yaşlarında bir kadının yanına sığınıyor. Kadının tek göz evinde kalırken kendisinin bir evi olduğuna inanamıyor. Fakat diğer yandan, bu tek göz odada, alışık olmadığı için yatakta değil, beton zeminin üstünde, kapı pencere açıkken uyuyabiliyor.
Sandro, zamanında yanında kaldığı kadına söylediği gibi milyonların izlediği zaferini tamamlamış olmanın özgüveniyle, silahını rehinelerden birinin başına dayayarak otobüsten iniyor.
“Polislerden biri kendisine yaklaşarak ateş ettiğinde, o da rehineye 3 el ateş ediyor. İkisi de yere düşüyor. Yaralı Sandro’nun yere düştüğünü gören güruh, linç etmek için otobüse doğru koşmaya başlıyor.”
Rehine ambulansa, Sandro da polisler tarafından, kalabalık yarılarak polis aracına bindiriliyor. Artık görünürlük zırhından yoksun olan yaralı Sandro, polisler tarafından boğularak öldürülüyor.
Olayın ardından rehine kadına ilk kurşunu yaklaşan polisin sıktığı anlaşılıyor. Sonrasında da 3 el Sandro…
Kadının cenazesine binler katılırken, Sandro’nun cenazesine bir kameraman, cenaze görevlisi ve yanında kaldığı kadın iştirak ediyor.
Polis, arkadaşlarını katlettiğinde sağ kalan Sandro’yu da öldürüp yarım kalan işini bitiriyor. Halkın görmek istemediği ancak yapılmasını istediği şeyi, görünmezlik perdesini çektikten sonra polis yapıyor. Çünkü kitleler, Sandro’lardan kurtulmayı, onların temizlenmesini istiyor. Görünmezliği toplum tarafından yeniden inşa ediliyor. Halka tamamlanıyor.
Polisler cinayet suçuyla yargılanıp jüri tarafından suçsuz bulunuyorlar. Ve işlerine devam ediyorlar...
***
2014’ün Ağustos ayının on beşinci günü Lice’de hayatını kaybeden PKK gerillaları için yapılmış Şehitlik’te, anmayla beraber, 30 yıl önce aynı tarihte “ilk kurşun”u sıkan Egîd’in heykelinin açılışı yapılıyor.
Tartışmalara konu oluyor, işgalin, sömürünün sembolü olan heykel, okul, cadde, meydan isimleriyle karşılaştırılıp eşitleniyor, “militarist” itham ediliyor.
Sandro görünmezlik perdesini yırttığında rahatsız olan kitleler, Egîd ve dolayısıyla onun başlattığı mücadele görünür olduğunda yine rahatsız oluyor. Bu rahatsızlıklarını şiddetin kaynağını sorgulamadan “tarafsız şiddet karşıtlığı” ambalajıyla militarizmle etiketliyorlar. Böylece vicdanlarının konforu sağlanıyor.
Devlet şiddetine yastık olan, görünmezlik perdesini yeniden indiren, şiddetin kaynağını meşrulaştıran kitlelerin bu tutumunu arkasına alan devlet, suçuna ortak olan ve onu gizleyen kitlelerin görmeden yapılmasını istediği şeyi yerine getiriyor. Çekilen görünmezlik perdesinin arkasında gaz bulutlarının içinde, yarım bıraktığı işi tamamlıyor. Heykel indiriliyor, katliam halkası bir genç daha vurularak genişletiliyor.
Ertesi gün, Rio’daki polislerinkiyle aynı akıbete uğrayacağı açık olan bir soruşturma, heykelin üstüne basarak poz veren bir asker hakkında açılıyor.
Bilinçaltlarında istedikleri gerçekleşen kitleler, memnuniyetlerini tarafsızlık zırhıyla örtme alışkanlıklarını elbette devam ettiriyor... (Cİ/HK)
[1] Rio’daki gecekondu mahallerine verilen ad.