* Türkiye ve Türk medyası çok mu orijinal, çok mu yalnız, çok mu tecrit edilmiş durumda? Dokuz köyden kovdular mı Hürriyet'i, TRT'yi, Cumhuriyet'i, Zaman ya da Yeni Şafak'ı?
* Türk basınındaki bakış açısı, BBC World'de, Le Monde'da, Liberation'da ya da New York Times'da hak ettiği saygınlığı, ağırlığı, mekanı neden bulamıyor?
* Türk egemen medyası, İsrail basınının mevzi olarak olsa da eleştirdiği bir operasyonu, neden bu kadar benimseyip, Kuzey Irak'a yönelik sınır ötesi operasyona tercüme etmekte bu kadar ısrarlı? Geçmişteki sınır ötesi operasyonların bilançosu, yararı-zararı neden yayınlanmıyor?
* Türk egemen medyası, Ankara'yı gerek ABD'ye gerekse Kürtlere karşı neden bu kadar dogmatik bir şekilde destekliyor? Nüfusunun yüzde 99'unun Müslüman olduğu sık sık vurgulanan bir ülkede, memleketi İsrail'e benzetmeye çalışmanın anlamı nedir?
* Futbol maçlarında bile polisin en küçük şiddet eyleminde tribünlerin 'Burası Türkiye, İsrail değil!' diye slogan atılan bir ülkede, Hürriyet gazetesinin yazmasına göre bir bakan (Adını neden yazmadınız?) 'İsrail kadar olamadık' demiş.
'Araplar da kötü, Yahudiler de'
Sondan başlayıp açmaya çalışayım:
* Türkiye'de antisemitizm iki boyutlu:
Cumhuriyet eliti, Ortadoğu halklarının bağımsızlık mücadelesini, 'Araplar bizi (Biz dediği burada Osmanlı oluyor) sırtımızdan hançerledi' diyerek yorumladığı için, ayrıca Batılı emperyalistlerin, oryantalistlerin geliştirdiği 'Arap pistir, geridir' ırkçı söyleminden etkilendiği için, antisemitizm oklarını Araplara çevirmiştir.
İsrail devletinin kurulmasından sonra, özellikle de ABD-İsrail ilişkilerinin gelişmesi ve Ortadoğu'daki siyasal konjonktür gereği, Ankara eliti, Arap-İsrail anlaşmazlığında sadece Washington'un zorlaması nedeniyle değil, güce tapma ve hatta gönüllü olarak hep İsrail'in yanında olduğu için de, Araplara yönelik siyasi muhalefetini kimi zaman ırkçı/antisemit renklere boyamıştı(r).
Doğrudan ilgili görünmese de, benzeri bir durum, (Arap karşıtlığı), Fransa-Cezayir çatışmasında da sinik ve kirli bir gülümsemeyle tezahür etmişti. Bu konum, kuşkusuz salt güçlüden yana olma kompleksiyle açıklanamayacağı gibi sadece Arap karşıtlığıyla da açıklanamasa gerek.
İkinci boyut, o yüzde 99'luk kesim içinde, yani popüler düzeyde. Bu kesim, özellikle Kemalist laisizm yanlıları, Arapları küçümseme, Arapları hor ve hakir görme hastalığından mustarip.
Çoğunluğu oluşturan, İslami duyarlığı yüksek olan halk katmanları ise, dindaşlık nedeniyle güçlü bir Arap dostluğu beslemesine rağmen, İsrail'in siyonist politikalarını siyasi, ideolojik, ekonomik, diplomatik gerekçelerle değil, dini ve ırksal mülahazalar temelinde algılayıp kavradıkları için, İsrail'e ve Musevilere yönelik bir antisemitizm içindeler.
Sami ırkının bu iki güzide insan topluluğu böylelikle Türkiye'de kendilerine düşman bulmakta pek zorlanmamaktadırlar. Muhammet ile Musa'nın karşı konulamaz dostluğunun yan etkileri (Lateral damage).
Onlar vuruyor biz duruyor
'İsrail kadar olamadık' cümlesinde bir yakınma, bir aşağılama, bir özenme ve olağanüstü bir saldırganlık var. Her benzetme, her özenme sınıf kökenlidir.
Egemen, militarist anlayışlara sahip olan biri, kendisini, devletini, hükümetini, herhalde 60'lı yıllardaki Kaliforniya'daki Hippilere, ya da bizim vicdani retçi Osman Murat Ülke'ye benzetecek hali yok ya...
Onun rol modeli, örneği, hatta kimi zaman Başbuğu (Bölge bayii) belki de idolü İsrail oluyor haliyle.
- Abi adamlar çölü verimli toprak yapmışlar...
- En ileri silah onlarda...
- Nehirleri ters akıtıyorlarmış...
- Araplar savaşta uyurken nükleer santrali çalmışlar...
- Abi zaten bütün dünyada finans ve medya da onların elinde...
Garip ve vahimdir, İsrail'in Filistin ve Lübnan'a saldırdığı günlerde (Dolayısıyla yüzde 99'un, Filistinli ve Lübnanlı dindaşları için gözyaşı döktüğü günlerde) Ankara'dan siyonist bir saldırı talep ediliyor.
Denklem onlara göre çok basit: İsrail, Hamas ve Hizbullah teröristlerine karşı, bir onbaşılarını kaçırdıklarında, operasyon yapıp dünyayı başlarına yıkıyor.
Türkiye, her gün onlarca askerini şehit eden PKK'ya karşı, mevzilendikleri K. Irak'ta hala operasyon yapmıyor. ABD, birinci operasyona onay veriyor, ikincisine hayır diyor.
İnternet'te Salı ve Çarşamba günleri 7-8 gazetenin konuyla ilgili haber ve köşe yazılarını okuduğumda, İsrail-Türkiye paralelliği kurulurken, birkaç köşe yazarı hariç, mesela birisi Yeni Şafak'ta Ahmet Kekeç (Faşizm), çoğunluk İsrail'in operasyonunu doğru hatta haklı buluyor, zaten öyle olmasa Türkiye için örnek göstermeyecekler.
Yanlış çıkış noktasından doğru sonuca varılmaz, değil mi?
İsrailci Türk köşe yazarları bu benzetmeyi meşrulaştırmaya çalışırken yarattıkları tehlikenin farkında değiller: Türkiye İsrail ise, Kürtler de Filistin oluyor ve Doğu-Güneydoğu Anadolu işgal altında toprak haline geliyor.
Bir Kürt gazetesinde bir süre önce Diyarbakır olayları vesilesiyle bu analoji kurulmuştu zaten. Eskiden beri de Öcalan kendisini Arafat'tan daha devrimci filan olarak lanse ederdi. Yani aslında bazı Kürt kesimleri bu benzetmeye teşneler hatta dünden razılar.
İsrail'e benzemek, İsrail'e özenmek diplomatik ve siyasi açıdan Ankara'ya başka neler kazandırır?
Ortadoğu'da, İslam dünyasında ve genel olarak demokrasi ve barış aleminde tecrit olursunuz. Komşularınızla ilişkileriniz altüst olur. ABD'ye daha fazla bağımlı hale gelirsiniz, AB ile ilişkileriniz de askıya alınır. Filistin askısı da ülke içinde yeniden devreye girer!
Neden bu kadar çok şehit?
Mümtaz Türk medyasının köşe yazarları bu tehlikelerin altını çizmeyi unutmuşa benzerler bu aralar. "Şehit kanı" edebiyatı aklı başında insanları da etkilemişe benzer. Yine de kimseye haksızlık etmeyelim:
Hasan Cemal, 'Kurmay gibi düşünmek' temasını işlediği yazısında, sükunet ve itidal tavsiye ediyor, sınır ötesi operasyonun çözüm olamayacağını belirtiyor ama o bile yazının başında o şehit kanı edebiyatını eksik etmeden yapamıyor.
M.Ali Birand da deneyimli bir dış politika yazarı olarak sorunu içerde çözmeye çalışanlardan. O da PKK ile Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) arasını açma fikrini pazarlıyor.
Sınır ötesi operasyon yerine ülke içiyle ilgilenen bir yazar da Yeni Şafak'tan Mustafa Karaalioğlu. Aslında cesur bir yaklaşımla 'Bu kadar çok asker neden şehit oluyor?' sorusunu gündeme getirip, teknik, istihbarat, kurmay, yönetim hatası olup olmadığının sorgulanmasını talep ediyor.
Aslında mesela Birgün ya da Radikal belki de Evrensel ya da Özgür Gündem gazetesinin benimsemesi gereken editoryal yaklaşımı benimsemiş AKP yanlısı gazetenin köşe yazarı.
AKP yanlısı gibi duran Zaman gazetesi tıpkı Akşam gibi sınırda nokta operasyonlarının zaten başladığını müjdeleyerek(!) silahlı, kamuflajlı, komando resimlerini manşete taşımışlar.
Cumhuriyet gazetesi, birinci sayfasında Filistin ve Lübnan haberlerine yer vermezken 'İsrail: Sorumlu Tahran' başlıklı bir haber yayınlamış.
Emin Çölaşan, ABD yüzünden K. Irak'a giremediğimizi savunurken, Hasan Pulur, Kürt meselesinde vakti zamanında olumlu açıklamalar yapmış olan Demirel, Yılmaz ve Erdoğan'a çatıyor, Güneri Civaoğlu tedbirli görünse de cin'i şişesinden çıkarıyor.
Sabah'ta Mehmet Barlas, debriyaj hatta fren vaaz edenlerden. Oktay Ekşi ise AKP hükümetine güven kalmadığından yakınıyor. AKP'ye destek veren medyaya güven kaldı mı?
Bir de Salı günkü köşe yazılarında yıldız bir kaynak var: Batılı bir diplomat!
Sabah'ta Aslı Aydıntaşbaş, Yeni Şafak'ta Fehmi Koru, Milliyet'de Sami Kohen yazılarını bu anonim kaynağın söyledikleri üzerine kurmuşlar. Sabah'ın Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, daha açık yazmış. Amerikalılardan mesaj geldi diyor.
Devletin özel mekanlarından ilginç haberleriyle temayüz eden Saygı Öztürk Salı günü Gözcü gazetesindeki köşesinde yazmıştı: Yakında sınırötesi operasyon olmayacak.
Çarşamba günkü bazı haber ve köşe yazılarında da, tatil, Ortak Vizyon belgesi, Metal Fırtına imkansızlığı gibi mebzul sebeplerle sınırötesi operasyonunun hemencecik gerçekleşemeyeceği kah açıkça kah dolaylı olarak yazıldı.
Bir sayfa gazetede fırtına
O zaman hükümet kanadının, 'Uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımız', 'Gerekirse kendi başımızın çaresine bakarız', 'İlgili tüm kurumlara gerekli talimatlar verildi', şeklindeki açıklamaları anlamsız bir kasılmanın, ötesinde bir şey mi?
Şehit aileleri kamuoyunu dindirmek için mi medya 'Kandil'e gideriz, başlarına yıkarız', 'Temizleyin şu PKK belasını' manşetlerini atıyor?
Hükümet de egemen medya da, 'Sanal Gerçek' üreticisi.
Bir değil 11 sınır ötesi operasyon yapılsa, Azadi ve Hoybun'dan sonra PKK de tarihe karışsa, bu memlekette siyasi, tarihi, kültürel, ekonomik, diplomatik yani barışçı yollarla çözülebilecek bir Kürt meselesi var.
İsrail'in Filistin'i ve Lübnan'ı işgal etmesi bile bu gerçeği gizleyemiyor.
10 yıl sonra arşivleri nasıl bir gözle okuyabileceğiz acaba? (RD/BA)