Sevgili Hrant,
Yine kaldıramadık oradan seni... Agos'un önündeki kaldırımdan...
Dört yıldır orada yatmayı sürdürdün...
"Kolay kolay da kaldıramazsınız..." diyorsun gibi geliyor bana şu an...
Haklısın!
"95 yıldır kaldıramadıklarımızı kaldırabildik mi?"
Kaldıramadığımızdan dolayı "özür dilemek" için de değil, sadece bir gerçekliği ortaya koymak ve onu kabul ederek bir "el uzatmak" için içimizden birisinin yaptığı bir anıta en yetkili ağızlardan "ucube" denilmesinden belli değil mi!
Bizler, içimizden birileri, senin arkadaşların, "yol arkadaşların" bunu yapmak istesek de birileri "kaldırmak" istemiyor.
"Yatanların yattıkları yerlerde kalması" gerektiğini ya açıktan söylüyorlar, ya da ima ediyorlar!
Şimdi, "belki de orada öyle yatman, yatmanız daha önemlidir" diye düşünüyorum.
Çünkü siz orada yattıkça "vicdanlarımız sızlamayı" sürdürecek.
Vicdan en çok kendi başına kaldığında konuşur. Bunu en iyi bilenlerden biri sensin.
Ama konuşması için de bir "neden", bir "çıkış noktası" bir uyaran da lazımdır değil mi!
Sen sağken hepimiz için o uyaranlardan birisi olmuştun hep.
O nedenle başına bunlar geldi...
Ve yine o yattığın yerde "kımıldamadan" dursan da bu uyarıyı yapmayı sürdürüyorsun...
İşte vuruldukları, katledildikleri yerlerde öylece yatanların böyle bir işlevi var sanırım.
Bunu yeni fark ettim!
Kendi başına kalmış "vicdan"ların konuşmasını sağlıyor orada durman. Sağlayacak!
Ben de o sızı bedenimde bir yerlerde durduğu için ısrarla yazmayı sürdürüyorum.
Hâlâ vicdanımla hesaplaşamadığım, vicdanımın söylediklerini yapamadığım için yazıyorum.
Kim bilir belki çoğu arkadaşın da bu yüzden her duruşma gününde, yaş gününde ya da vurulduğun günün yıldönümünde buluşuyor ve bir anlamda o sesi biraz susturmayı deniyor, deniyoruz. Yapamadıklarımız için!..
Yapamadıklarımızdan dolayı senden özür dilemek ve senin "peki ne yaptınız ben yokken" diyen bakışlarını, "bak bunu iyi düşünüşsünüz, iyi yapmışsınız"a dönüştüğünü görmek için.
Çok azımızın bu dönüşümü belirten o gülümseyen gözlerini görebildiğinin farkındayım. Hepsi hepsi bir avuç ama!..
Onlar da zaten eskiden beri seninle beraber ya da aynı doğrultuda aynı şeyleri yapanlar...
Aradan "dört" koca yıl geçti, sevgili Hrant!
Dört yılda bir arpa boyu yol alamadı "adalet", senin katlinle ilgili olarak.
Her duruşmada "bir davada nasıl ilerleme sağlanmaz"ın neredeyse bilimsel nitelikte örnekleri yaşanıyor, yaşıyoruz.
AİHM bile bunu tescil etti ama o karar bile göz, kulak ardı edildi, ediliyor.
Öldürüldüğün günün ertesinde seni vuran "çocuk" yakalandığında en sorumlu ve yetkili yerde olanların güvenlik güçleri ve yargı teşkilatını kutlayarak "Demokrasi ve özgürlük mücadelesi adına teşekkür ediyorum. Bundan sonra konuyla ilgili izlenecek yollar emniyet ve yargı teşkilatlarımız tarafından takip edilecektir. Salı günündeki cenaze töreninden önce failin ortaya çıkması memnuniyet verici olmuştur. Kararlı süreci bundan sonra da sürdüreceğiz" dedikleri basında yer almıştı.(1)
Neden daha hiçbir şey yapmamış yargının kutlandığını ve bu sözlerin anlamını anlamamıştım.
Geçen dört yılda çıktı ortaya nedeni!
Süreci izleyenler çok iyi anladı, anladık, anlıyor, anlıyoruz.
Gerçekten de "95" yıldır sürdürülen "kararlı süreç", senin katlinle birlikte yaşadıklarımızın gösterdiği gibi bugün de aynen devam ediyor.
Onun için süreci izleyen pek çok kişinin vardığı "hiçbir sonucun alınamayacağı" şeklindeki ortak "vargı", hepimizin boynunu senin önünde bir kez daha büküyor.
Vurulduğun günün dördüncü yılında orada sen de o "bükük boyunlar"ı göreceksin.
O bükük boyunlarımızı yukarı kaldırmamız gerekiyor! Ama nasıl bilmiyorum...
Bunun için, "sen olsaydın ne yapardın" sorusunun yanıtını almak için okuyorum Tûba Çandar'ın aracılık ettiği büyük bir "imece"yle yazılmış senin adına yazılmış o "Hrant" kitabını. Daha bitiremedim, affet beni!
Çünkü senin o kısacık ömründe yaşadıklarını anlatan o kitapta yazılanlar kolay okunmuyor.
İki sayfa okuyup sonra duruyorum. Bu yazdıklarım aklıma geliyor. Gözlerim doluyor, harfler, sözcükler, cümleler, satırlar birbirine giriyor. Dalıp dalıp gidiyorum. Düşünüyorum. Hissettiklerini hissetmeye çalışıyorum.
Her biri bir kitap dolusu anlam içeren cümlelerin kafama takılıyor.
Yazılanları değil, onların ardındakilere, gerisindekilere gidiyorum.
Ders alınacak ne çok olay, ne çok örnek var orada. Yaşamın bir okul gibi!
Kolay olmuyor sen onları yaparken, yapmadıklarımızdan, yapamadıklarımızdan kaynaklanan acıları bir kez daha yüreğinde hissetmek.
O sorunun yanıtını o kitapta bulacağıma eminim.
Çünkü sen hep her sorunun yanıtının olduğunu gösterdin bizlere..
Bazen sözlerinle, sıklıkla da yaşamında yaptıklarında...
"Orada bir benzeri mutlaka vardır bu durumun" diyorum kendi kendime...
Belki kendimi kandırıyorum ama onu keşfettiğimiz ya da fark ettiğimiz zaman çözeceğiz bu sorunu. Yeni bir bakışla, yeni bir ufka doğru bakarak harekete geçeceğiz.
Belki yine hemen kaldıramayacağız seni oradan ama, bir parça da olsa kımıldayacaksın. Hepimize güç verecek o kımıldanışın.
Sevgili Hrant bunları yazarken dışarıya göğe bakıyorum.
Güvercinler yine dolanıyor, soğuk İstanbul ocağının puslu göğünde...
Senin güvercinlerin... Senin yazdığın güvercinler... Yine tedirginler... Tıpkı bizler gibi...
Tedirginliklerinin nedeni de yine sensin! En azından bana öyle geliyor.
Tıpkı bizler gibi bir çıkış yolu arıyorlar...
Hep birlikte bir işaret, bir çıkış yolu arıyoruz sevgili Hrant...
Daha çok acılar yaşamadan... Acılar yaşatmadan!
Arıyoruz... (MS/EÖ)