Fotoğraf:satıcının ölümü- mevzuedebiyat.com
Gün içinde olup bitenleri anlamak kolay olmayabilir. Dün yaşananları anlamak da!
Yarın önümüze serilen gelecektir ve dün yaşananların bir anlam kazanmasıdır.
Geçmişte yaşanmış, olmuş bitmiş, o günlere dair eski sözlerin bugün bir anlamı olabilir mi?
İsterseniz şöyle diyelim; nasıl olsa yeryüzünde söylenmemiş yazılmamış hiçbir şey kalmamıştır, buna rağmen bir gazeteci “Sussam susulmaz yazmasam olmaz” derse ve yazarsa; bu sadece ve sadece gazetecinin tarihe tanıklığı mıdır?
Düşünürsünüz, okudukça dün olanları…
Çok şaşırtıcı, hayret verici ve inanılmaz kelimesinin tam karşılığıdır yazılanlar…
Düne dairdir, ama bugün; geçmiş gitmiş hatta izi bile kalmamış gibi gelir. Fakat bir yerlerden çıkar gelir dün bilmediklerimiz ama yaşadıklarımız…
Gazeteci yazarın “Sussam susulmaz yazmasam olmaz” dediği gibidir, geçmiş ve gelecek!
Yazarsanız; meğer ne çok şey yaşamışız ne çok şey görmüşüz ne çok acı biriktirmiş ne çabuk ve ne kadar kolay unutmuşuz ve ne kadar çok olmaz denilen olmuşlar yaşamışız ve nasıl kötü yaralanmışız!
Gazeteci Yalçın Doğan yazmış… “Sussam susulmaz yazmasam olmaz” kitabının daha başındayım, yazılanlar hiç bitmeyecekmiş gibi…Bütün bunlar oldu mu?
Arthur Miller ‘in “Satıcının Ölümü" adlı unutulmaz eseri ve “Cadı Kazanı” oyunu yıllar önce Devlet Tiyatrosunda sahnelenmişti. Atatürk Kültür Merkezinde Cadı Kazanı adlı oyunun sahnelendiği sırada yangın çıkmıştı. Uzun süre seyirciler oyunun bir parçası sanmış ve oyunun sürdüğünü zannetmişti. Ülkede kazan kaynıyordu, AKM’de gerçek alevler her yeri sarmıştı…
Aradan geçen onlarca yıl sonra!
Altındağ 1. Noterliğinden tasdikli 5 Mayıs 1984 tarihli “Aydınlar Dilekçesi” olarak adlandırılan 1256 kişinin imzaladığı “Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler” başlıklı dilekçe Cumhurbaşkanı Evren ve TBMM Başkanına sunulmuştu. Bildiriyi imzalayan aydınlar, sanatçılar, gazeteciler, politikacılar, doktorlardan 59 kişi hakkında 20 Haziran 1984 tarihinde Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinde dava açılmıştı. Amerikalı Arthur Miller ile İngiliz edebiyatçı Harold Pinter 12 Eylül’den beş yıl sonra o günlerde gelmişti. Turgut Özal’ın seçimle işbaşı yapmış olmasına rağmen Türkiye’de işler hiç iyi gitmiyordu.
İşte tam bu sırada 12 Eylül’den beş yıl sonra…
Tarih, 20 Mart 1985…
İki yazar Harold Pinter ve Arthur Miller Türkiye’de…
Amerikan Büyükelçisi Strausz Hupe iki ünlü konuğu yemeğe davet eder. Akşam yemeğine SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, Fransız Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığından Büyükelçi Cenap Keskin, Aydınlar Dilekçesinde imzası olan Prof. Hüsnü Göksel, ANAP Milletvekili Ogan Sosyal, Amerikan Büyükelçiliği Müsteşarı Trinka, Nazlı Ilıcak ve Aydınlar dilekçesinde imzası olan ikinci kişi gazeteci Yalçın Doğan davetlidir.
Yalçın Doğan’ın “Sussam susulmaz yazmasam olmaz” kitabı bu akşam yemeğinde olup bitenlerle başlıyor, yazmış…
Harold Pinter “Türkiye’de demokrasi yok, işkence ve insan hakları ihlalleri üzerinde ciddi kaygılarımız var. Kaygılarımız derken, bu Arthur ve benimle sınırlı değil, çok daha geniş bir çerçevede…” deyince yemeğe katılanlardan birkaç kişi sözlerine karşı çıkar, itiraz ederler…
Adı kitapta yazılı olan birisi “Siz buraya gelmişsiniz ancak, buraya yeni yazacağınız oyunlar için malzeme toplamaya gelmişsiniz” deyince Harold Pinter çok sinirlenir…
“Bu bir hakarettir” diyerek yerinden fırlar ve yumruğunu masaya indiren İngiliz yazar Harold Pinter sözü söyleyene hitaben büyük bir kızgınlıkla “Söylediğiniz sözleri sizin suratına çarpıyorum” der…Ortalık karışır…
Ortalık yatışsın düşüncesiyle yemeğe katılanlar Arthur Miller ’in görüşünü sorarlar…Şöyle der; “Demokrasinin ölçüsü olmaz. Bu kadar var, şu kadar yok diye ölçüsü olmaz. Magna Carta’dan bu yana Batı demokrasilerine bakıldığında, bu tür mahkemeler, bu tür yargılama yöntemleri, bu tür üniversiteler, kısaca bu tür bir demokrasi görülmemiştir”.
Demokrasinin ölçüsü olmaz…Bizde aksi görülmüştür, görülmektedir. İleri Demokrasi, geri demokrasi, öyle demokrasi, böyle demokrasi! Şu kadar var, verilebilir, bu kadar demokrasi fazladır, geri alınabilir…
Demokrasi ya vardır ya yoktur. Bizim ülkemizde hem vardır hem yoktur. Bizde demokrasi var olduğu anda yoktur. Tam bu anda, gelecek karanlıktır.
Bizim demokrasimiz eşi benzeri olmayan benzersiz bir türdür ve bu bize hakarettir.
“Sussam susulmaz yazmasam olmaz” …
Otuzbeş yıl önce söylenmiş sözlerin, yaşanmış olayların, yazılmamış söylenenlerin, okunmamış haberlerin, olup bitenlerin, hayrettir bütün bunlar olmuş bitmişlerin ve geçmişlerin ve zavallı iktidarların perişan hallerinin; acaba bugün nasıl bir kıymeti olabilir?
Geleceğimiz ne olacak yaşanmış onca şeye rağmen?
Gazeteci Yalçın Doğan yazmış…Gün görmüş, günler geçirmişiz. Bir türlü, gün görmüş geçirmiş olamamışız. Demokrasi yok ve yoksul ve karanlıklara isyan…
“Karanlık bir geleceğe isyan” eden kadınlarla ilgili yazısından Özlem Önen’in sözleriyle bitirelim (Psikeart. Sayı 71.Gelecek 2020).
“Biz kadınlar bekliyoruz ancak beklerken çaba harcıyoruz, ses çıkarıyoruz, umut ediyoruz.
Güzel günler görmek istiyoruz.
Gelemeyen güzel günleri beklerken umudu kaybetmemektir gelecek.
Bir kadının çığlığında, bir çocuğun gözyaşındaki umut, ekmek olmak için yoğrulan hamurun hammaddesindeki buğday, ses çıkaramayanın yerine haykıranın cesaretidir gelecek". (Fİ/RT)